author
stringclasses
7 values
content
stringlengths
103
6.04k
tokens
int64
103
6.04k
ahmettelli
Acının tutanakçısıyım Acının tutanakçısıyım Anlatıp dururum aşkları Ayrılıkları ve o destan Yalnızlığını ömrümüzün Göçebe, Gezgin ve Aylak Birmiydim aklıma gelmedi Bir çingeneyle bir bilici Hep ayni şeydi bildiğim Ve serseriliğimdi aşklar Bir masalcıydım belki de Yaşadım o büyük serüvenleri Yolculuklar tarihimdi benim Acılar yaşanıyordu yurdumda Pespese yakılıyordu kentler Bense hep oralardaydım Daha yangın başlamadan önce
448
ahmettelli
Ana Kayip duruyor bakislari duvardaki resme ve kapiya ogul mu bekledigi, sevgili mi Belli ki yasiyorlar hala uzun uzun yasiyorlar belli ki birakip gittikleri anilariyla Çikip gelirler bir gün belki Üsümüstür çünkü topragin soguk yalnizliginda birisi Öteki arkasinda parmakligin
282
ahmettelli
Bu Kent Öldürdü Diyorlar Bu kent öldürüldü diyorlar kursuna dizildi bir geceyarisi Hayaletler geziniyormus simdi sokak aralarinda ve caddelerde baykus tünegi olmus alanlar ve yarasalar uçusuyormus Silah ve esrar kaçakçilari altin çagini yasarlarken artiyormus bir yandan da kumarhaneler, meyhaneler Borsa oyunlari, hileli iflaslar birbirini kovalayip dururken nasil çikmissa pek bilinmiyor yayginmis simdilerde rus ruleti Intiharlarin sayisi bilinmiyor çogalip duruyormus fahiseler ve artik bunlarin hiçbiri olay bile sayilmiyormus simdi Bu kent öldürüldü diyorlar bahar gelmez artik buraya
599
ahmettelli
Çingeneler Gün biterken çingenlerle inecek ovaya çengilerle Ateş yakılacak ve birer yalım büşecek kızların yüzüne Dinle ve sorular sor kendine Doğayı, insanı ve geceyi neydi güzelleştiren böyle Yollculukları güzelleştiren neydi Tan atımına gelince vakit istersen bir kolunudağların omuzuna at Unutma geceyi bütün bir ömür Buruşturulup atılıvermiş uzak ve ansız bir bakış uzak bir buluttur şimdi keder
419
ahmettelli
Eylül Eylül, gülleri soldurarak duyurdu bu yıl kendini Böyle olacağını bile bile şaşırttı bizi yinede Daha bir demet kır çiçeği alıp koymadık vazoya Güllermi unutturdu bize sevinci yoksa aşındırdıkmı kimi duyguları Şöyle bir akşam şöyleşemedik dostlarla erkenden kapandı perdeler yorgunmuydu çocuklarda Her gün yağmalanan talan edilen sevincimiz kurudu galiba büsbütün su yürümüyor dallara Ama kırpıntı, bir küçük uç uç böceğinin her nasılsa konuvermesi balkona uyarıyor biziirkilterek Bu kahrolası tarraka bitecek gibi değil sokaklarda Çekip kapıyı çıkmak en iyisi dalmak caddelere, varoşlara Belki ozman eylül şaşırtmayacak bizi bulup çıkaracağız çünkü evrenin öteki yüzünü
711
ahmettelli
Göç Göç oldu bir acidan öbür aciya oysa sagrisi kurumamisti atimizin daha dün sürüp gelmistik buralara bugün göründü yine yollarin ucu Devrildi kil çadirlar seher vakti usulca uyandirildi çocuklar ve kadinlar bohçasi çözülmemis bir keder gibi gibi düstüler yola Turnalar gitti biz gittik bitmedi pesimizdeki nal sesleri nerde konaklasak tedirgindik kuruyordu irmaklar ve göller Bir yangin gibi tasiyip durduk kederi ve aciyi gögsümüzde yer gök duman içindeydi sanki genzimizi yakiyordu ayriliklar Zulüm birakmadi pesimizi hiç biz gittik o buldu izimizi konar göçer olduk yedi iklimde tanigimizdir daglar taslar Yalniz bir öfke isiltisi kaldi gözlerimizin yorgun sularinda yasamak bir inat oldu artik yasamak bir direnme oldu zulme Ve iste devrildi yine kil çadirlar göç basladi bir acidan bin aciya Geride aksamin küllenen atesi ve susturulmus çocuk sevinçleri kaldi
876
ahmettelli
Güz Gelmeden Sirtinda tasidigin kil heybe dag rüzgâri ve lor peyniri gibi doluysa kir çiçekleriyle sesler türkülere dönecektir üzünçse isikli bir sevince Dudaklarinda özlem türküleri ve gözlerinin menevsesinde ask çagildiyorsa çavlanlar gibi usulca gir umudun menziline hüznü gerilerde birak Türküler paylasiliyorsa eger dag rüzgârlari paylasiliyorsa sevinç de dahildir buna ve o zaman bütün bir yasam paylasilacak kadar güzeldir artik Heybendeki kir çiçekleri bir yangindir güze dogru tutusturur yüreginde uzak özlemlerin külünü hiç beklemedigin bir anda Güz gelip de yangin baslamadan tutmalisin doganin yelesinden yüregindeki seher yeli varmalidir sabah olmadan gül bahçesine sevda hevengine
702
ahmettelli
Her Nasılsa Yalnızsın Her nasılsa yalnızsın Bir giz gibi deliyor yüreğini cansıkıntılarının burgusu ve hep bir şeyler eksik gibi bir şeyler bekler gibisin Yeni bozgunlar yeni yenilgiler peşindesin Bir bozkır kuraklığına dönmüş için Oysa yalnız bir öpüştür gurbeti türkülere dönüştüren Çoktandır su vermedin çiçeklere ve yüreğinin çeliğine Zaman terkisine almış da öpücükleri koşuyor sessizliğin ve yalnızlığın iyotlu kıyılarına Bir yol ayrımı ki yanlışla doğru hüzünlerle sevinçler kolkola Sen ki ey kalbim yanlışları ve hüzünleri taşıdın bunca zaman Taşıyamaz yüreğinin batık sandalı bu yalnızlığı,bu can sıkıntılarını Yaşam gelincikler gibi beklerken seni gecenin kapısını çalma ey kalbim
721
ahmettelli
Hiç Kimse Hiç kimse bir aşkı Onarmaya kalkmasın Kaybedilmeye değer En güzel anında Bitirilmişse eğer
107
ahmettelli
Ismail'in Kitabini Okurken Ismail'in kitabini okuyorum üç gecedir atesler içindeki dünyada bir neferin ölüme at kosturan rüzgârini duyuyorum Managua yaniyor, her yanim atesler içinde yaniyor bir çocuk sevgiyle oksanmaktan ve temkinli olmak yakismazdi sana zaten augusto ve sen ey idris ismail'in ölümü küçümseyen dostu 'yedigin kursundan bir gümbürtü kaldi ki bana!..' Roma'da navona alaninda birakip ismail'i telzaatar'a dönüyorum gecikmis bir marti gibi Yurdum diyebilecegim her yer kan-revan içinde, görüyorum ve bogazlanmis bir ceylan gibi serilivermis denizler ortasina Önce ismail orda, ne zaman gelmistir 'gümbür gümbür ve sonuna kadar, taa-sonuna sonuna kadar sevdaya, sonuna kadar kavgaya çatlayacak kadar sabirsizlikla' Ismail1in kitabini okuyorum üç gecedir ve alnimi seher rüzgârina dayayip sesleniyorum '-Ey usta nerde benim payim içtigin baldirandan!.'
873
ahmettelli
Kainat-ı Evren evren yalnızlıktan da küçükmüş düşlermiş asıl sonsuz olan. evren umutlardan da küçükmüş mutsuzluk daha büyükmüş meğer. evren sekizinci renge sarınan metaforlarmış meğer. evren hiçlikten de küçükmüş meğer yaşamı ve ölümü ezberleyecek kadarmış evren küçük bir okyanusmuş meğer kıyısında yelkenliler batan.
339
ahmettelli
Kaos Ay inceldi ve orman bir tortu gibi çöktü dibe Bugusu yoktu topragin büsbütün balçikti yeryüzü Irmaklar sagirdi ve daglar birer aptaldi o hantal gövdeleriyle Gittikçe büyüyordu rüzgarin beynimdeki ur Öfkemizden simsegi yarattik Insani yarattik (hayir, balçiktan degil) O gün bugün arayip dururuz onu hangi cehenneme gitti, bilmeyiz
341
ahmettelli
Ömrüm Diyorum Üzgün bir çocuğun yalnızlığı Kadar saydam kalabilseydim Ömrüm derdim ömrüm nasıl da Dolu geçmiştir ölebilirim artık Ölüm hiç de ürkünç gelmiyor Yaşanmışsa tüm yaşanacaklar Acı yitiriyor anlamını ve renkler Kül oluyor körleşirken gökboşluğu Bu dünya dünya mıdır hani Bildiğimiz o yamyam küresi Ki apiz öküzlerinin çekip durduğu Bir cansıkıntısıydı önceleri Hantal ve gürültücü bir tehdit Gibi düşüyorken üstümüze Alaycı bir gülüş takılıyor yalnız Dudaklarımın hüzün kıvamına Ömrüm diyorum şimdi ömrüm Üzgün bir çocuksun sen ve yalnız Öyle kal çünkü bu dünyada Sana en çok mutsuzluk yakışıyor
630
ahmettelli
Sahmaran Sedef, safir ve kör uyku, dünden Kalan bir aynaya vuruyor düs gibi Ve kâhinin her remil atisinda ölüm Kara degil, karada havada ve suda Aglayan narim da çatladi çünkü ben Çocuklarimi kaybediyorum daglarda Daglar ki ceylan yurdu, bir gülistan Olsun içindi düserse yolu Sahmaran'in Ve anilardir diye bilinen Sahmaran Bellegin derin kuyusundaki uykusunu Bir hançerle kesip çikmalidir günyüzüne Ve birakarak derisini çöl iklimlerine Tozlasan ve durmadan tozlanan keder Sedef, safir ve kör bir uykuya dönerken Çöl hep çöldür, daima çöl, gri söylence Ve buhurun incelttigi ölümcül bir büyü Gülen ayvami soruyorum aglayan kizimi Nerdesin bunca zaman ey Sahmaran Daglar ceylan yurdudur, bir gülistan Düs yollara, keder öcünü almalidir çünkü
749
ahmettelli
Sen Dostumdun sen dostumdun benim gülünce güneşler açan bulutlara,rüzgara asarım suretini her akşam her akşam bir mektup yazarım dağlar kadar. kayıp bir adresten geliyor sesin şimdi. üşüyorsun unutma ki dostumsun sen; neredeysen orada ölmek isterim
258
ahmettelli
Suçlama Beni Suçlama beni böyle birakip gidiyorum diye bagrimi yakan bir yaradir bu ayrilik simdi Bil ki kanimdadir sevismelerin yangini öylece girerken gecenin bagrina tasiyorum simsicak gülümseyisini Yasanan günler hayati oyarak gedikler açiyor durulur mu artik durgun sularda bekleyerek seheri Talan ediliyor bahar ve ask öyle bir soyun ki duracak gibi degil vurmazsak eger kendimizi yola Yasamak zorunlu kurtarilirsa eger bahar ve ask ve simdi hayat aci yesil bir kader renginde Hayatin ve sevincin kaderinin altettigi yer kavganin ortasidir ki umudun çiçeklenisi askin yengisidir bu Söylenecek bütün sözler sevincin ve sevdanin savunulmasina dairdir ve simdi onlar yaralarini saracak birilerini beklemektedirler Ey anisiyla kalbimi yakan kederlenme hemen ve suçlama beni böyle birakip gidiyorum diye
817
ahmettelli
Şen Olasın Halep Şehri Hiç kimse senin kadar yakıştıramamıştır hüznü kendine Hüzünler ki aşkın ve şiirin yıllanmış sarabıdır damıtılmıştır acıların imbiğinden Hüzünler ki şairlerin yüreğiden uçuşan sararmış çiçek tozlarıdır Biraz da şairlere özgüdür hüzün Bozkırın yalımına direnen solgun bir gül gibi yüzün Acının, sabrın ve yalnızlığın sessizliği sararıyor yorgun güzünde alnının Ve artık bir bir şey bırakamıyorsun bekleyişlerden başka kendine Biraz da şairlere özgüdür bekleyiş Hiç kimse senin kadar alışkın değildir ayrılıklara Ayrılıklar ki nişanlısıdır hasretin acılar ve türkülerle çeyizlenir bekleyişlerin sararan güzüne Ve hasret kızıl bir güldür ayrılıkların mendiline nakışlanmış Biraz da şairlere özgüdür hasret Kerem'i kül eden yangındır gurbet ferhat'ın sabrıyla çatlayan kayadır Sarınarak acının yorganına sararmış bir yaprak gibi nakışlar bekleyişlerin gergefine hüznü Gurbet biraz da halep demektir söylenir adı efsane efsane Biraz da şairlere özgüdür gurbet Ayrılıkların çanı vurduğunda savrılır pişmanlığın kızgın külleri Bütün sevdalar hasretin yalımıyla tutuşmuş bir bozkır türküsüdür kerem'in kavruk bağrında ve artık yollara düşmenin zamanıdır şen olasın halep şehri Biraz da şairlere özgüdür ayrılıklar.
1,274
ahmettelli
Yalnızlık Yasak Yüklenmiş kanadına uzak kırların ve gecelerin kar ürpertilerini taşıyıp gelmiş buraya dek hâlâ uğulduyor ürkek göğsünde dağ başlarının çelik fırtınaları Çocuksu bakışlarında yorgunluk değil bir hasretin direnci var daha çok ama üşüyor yanlızlıktan.üşüyor tek düşmüşlüğün acımsı utancından boynu eğik bekliyor şafağı şimdi Bir yanlızlık mıdır bunca çoğaltan acıyı ve biberli yanılgıyı ve bir yanlızlığı kabullenmek midir inceden ve usuldan başlatan yürekte burgaçlanan sancıyı Sessizce çekilmiş dostların arasından bir yanlışı sürdürmenin ortasından kendince Ayrımına bile varılmamış o yangın günlerinde Ama üşüyor şimdi kar fırtınasına tutulmuş gibi üşüyor yanlız kuş Şimdi biliyor artık yalnız kuş biliyor ki artık gecikmiştir yolcular varmıştır varacağı yere Anlıyor ki şimdi yalnız kuş yalnızlık yanlışlığın ilk adımıdır.
873
ahmettelli
Yaşanan Bir süredir kuşlar da yok Kentin bulanık göğünde Dumanlı bir uğultu Uzayıp dururken sokaklarda Ürküttü bütün kuşları da Öfkeyi kollayarak sakin Kalabilmenin zamanıdır Biliriz ki bizimledir doğanın Ve sevdanın gülümseyen sevinci Ve onlar sahip çıkacaktır bize Biz ki acılarla olgunlaştık Biliriz kederi, kahrı ve zulmü Aşkı ve hicranı da biliriz Nice onmaz denilen yarayı Acılarla sargılamadık mı Ve ölesiye bağlıyızdır Sevdamızı paylaşan Uzak ve yakın dostlara Ki ahde vefa denilen şey Bizimle girmiştir kitaplara Ama neler getireceğini yarının Ve neler alacağını bizden Hesaplamanın zamanıdır Bel bağlayamayız çünkü Feleğin ve zalimin insafına
683
ahmettelli
Zulme Direnmektir Hayat On beşine bastımı dudaklarında bir türkü elinde bayrak kavga sokaktaki oyuna benzer artık çocukluğu benzemez çocukluğa Deniz okşayabilir mi sarışın bir dağın rüzgarlı saçlarını uzanarak yelesine hayatın tutuklayabilir mi zındanlar onun vuruşkan sevdasını Açar da acının rüzgarına hüznün solgun yelkenini ne zından karanlığı ne zulüm ne işkence indiremez dudaklarındaki gülümsemenin bayrağını
440
ataol
Akşamüstü Bir Kahvede Akşamüstü bir kahvede Bira içtim birkaç bardak Gazeteden yoruldukça Gelip geçene bakarak Kahvenin müşterileri İçerdeydi daha fazla Camlı terasta idim ben Çıkıntı yapan sokağa Sevimsiz bir kocakarı Torununu azarladı Bir köpek geldi içerden Camdan dışarıya baktı Salınarak geçip gitti Genç bir anne çocuğuyla Kasketli iki müşteri Bir şey konuştu patronla Biraz sonra geldi köpek Baktı yine aynı yere Tıraş edilmiş yüzünde Kederle ve ciddiyetle Kocakarı torununu Azarladı bir kez daha Karıştı iki kasketli Akşamın ıssızlığına Köpek yine gelip baktı Camdan ve hep aynı yere Yüzünde aynı ciddiyet Ve gözlerinde kederle Kocakarı içkisini Bitirmiş olmalıydı ki Çıkıp gitti torunuyla Biri bir kahve söyledi Az önceki anne çocuk Döndüler elde ekmekle Köpek yine gelip baktı Camdan ve hep aynı yere Bakıyor birkaç saniye İçeriye dönüyor ve Geliyordu çok geçmeden Bakmak için aynı yere Koyulaşırken gitgide Usul ve yumuşak akşam Eğildim ben de yavaşça Baktım köpeğin ardından Uzuyordu bombuş sokak Gelip giden azalmıştı Parketmiş birkaç araba Ve akşamın ıssızlığı Eğilip bir daha baktım Belirgin hiçbir şey yoktu Köpek ise arada bir Gelip bakıp dönüyordu Ben de bu notları aldım Bir şiir yazarım diye Yaşamın anlamsızlığı Ve ciddiyeti üstüne.
1,277
ataol
Aşk İki Kişiliktir Değişir yönü rüzgarın Solar ansızın yapraklar; Şaşırır yolunu denizde gemi Boşuna bir liman arar; Gülüşü bir yabancının Çalmıştır senden sevdiğini; İçinde biriken zehir Sadece kendini öldürecektir; Ölümdür yaşanan tek başına, Aşk, iki kişiliktir. Bir anı bile kalmamıştır Geceler boyu sevişmelerden Binlerce yıl uzaktadır Binlerce kez dokunduğun ten; Yazabileceğin şiirler Çoktan yazılıp bitmiştir; Ölümdür yaşanan tek başına. Aşk, iki kişiliktir Avutmaz olur artık Seni bildiğin şarkılar; Boşanır keder zincirlerinden Sular tersin tersin akar; Bir hançer gibi çeksen de sevgini Onu ancak öldürmeye yarar: Uçarı kuşu sevdanın Alıp başını gitmiştir; Ölümdür yaşanan tek başına. Aşk, iki kişiliktir. Yitik bir ezgisin sadece Tüketilmiş ve düşmüş gözden; Düşlerinde bir çocuk hıçkırır Gece camlara sürtünürken; Çünkü hiç bir kelebek Tek başına yaşamaz sevdasını, Severken hiç bir böcek Hiç bir kuş yalnız değildir; Ölümdür yaşanan tek başına, Aşk, iki kişiliktir.
1,039
ataol
Bebeklerin Ulusu Yok İlk kez yurdumdan uzakta yaşadım bu duyguyu Bebeklerin ulusu yok Başlarını tutuşları aynı Bakarken gözlerinde aynı merak Ağlarken aynı seslerin tonu Bebekler çiçeği insanlığımızın Güllerin en hası, en goncası Sarışın bir ışık parçası kimi Kimi kapkara üzüm tanesi Babalar çıkarmayın onları akıldan Analar koruyun bebeklerinizi Susturun susturun söyletmeyin Savaştan yıkımdan söz ederse biri Bırakalım sevdayla büyüsünler Serpilip gelişsinler fidan gibi Senin benim hiç kimsenin değil Bütün bir yeryüzünündür onlar Bütün insanlığın gözbebeği lk kez yurdumdan uzakta yaşadım bu duyguyu Bebeklerin ulusu yok Bebekler, çiçeği insanlığımızın Ve geleceğimizin biricik umudu.
747
ataol
Ben Ölürsem Akşamüstü Ölürüm Ben ölürsem akşamüstü ölürüm Şehre simsiyah bir kar yağar Yollar kalbimle örtülür Parmaklarımın arasından Gecenin geldiğini görürüm Ben ölürsem akşamüstü ölürüm Çocuklar sinemaya gider Yüzümü bir çiçeğe gömüp Ağlamak gibi isterim Derinden bir tren geçer Ben ölürsem akşamüstü ölürüm Alıp başımı gitmek isterim Bir akşam bir kente girerim Kayısı ağaçları arasından Gidip denize bakarım Bir tiyatro seyrederim Ben ölürsem akşamüstü ölürüm Uzaktan bir bulut geçer Karanlık bir çocukluk bulutu Gerçeküstücü bir ressam Dünyayı değiştirmeye başlar Kuş sesleri, haykırışlar Denizin ve kırların Rengi birbirine karışır Sana bir şiir getiririm Sözler rüyamdan fışkırır Dünya bölümlere ayrılır Birinde bir pazar sabahı Birinde bir gökyüzü Birinde sararmış yapraklar Birinde bir adam Her şeye yeniden başlar.
904
ataol
Bir Gün Mutlaka Bu gün seviştim, yürüyüşe katıldım sonra Yorgunum, bahar geldi, silah kullanmayı öğrenmeliyim bu yaz Kitaplar birikiyor, saçlarım uzuyor, her yerde gümbür gümbür bir telaş Gencim daha, dünyayı görmek istiyorum, öpüşmek ne güzel, düşünmek ne güzel, bir gün mutlaka yeneceğiz! Bir gün mutlaka yeneceğiz, ey eski zaman sarrafları! Ey kaz kafalılar! Ey sadrazam! Sevgilim on sekizinde bir kız, yürüyoruz bulvarda, sandviç yiyoruz, dünyadan konuşuyoruz Çiçekler açıyor durmadan, savaşlar oluyor, her şey nasıl bitebilir bir bombayla, nasıl kazanabilir o kirli adamlar Uzun uzun düşünüyor, sularla yıkıyorum yüzümü, temiz bir gömlek giyiyorum Bitecek bir gün bu zulüm, bitecek bu han-i yağma Ama yorgunum şimdi, çok sigara içiyorum, sırtımda kirli bir pardesü Kalorifer dumanları çıkıyor göğe, cebimde Vietnamca şiir kitapları Dünyanın öbür ucundaki dostları düşünüyorum, öbür ucundaki ırmakları Bir kız sessizce ölüyor, sessizce ölüyor orda Köprülerden geçiyorum, karanlık yağmurlu bir gün, yürüyorum istasyona Bu evler hüzünlendiriyor beni, bu derme çatma dünya İnsanlar, motor sesleri, sis, akıp giden su Ne yapsam...ne yapsam her yerde bir hüzün tortusu Alnımı soğuk bir demire dayıyorum, o eski günler geliyor aklıma Ben de çocuktum, sevgililerim olacaktı elbette Sinema dönüşlerini düşünüyorum, annemi, her şey nasıl ölebilir, nasıl unutulur insan Ey gök! senin altında sessizce yatardım, ey pırıl pırıl tarlalar Ne yapsam...ne yapsam...Dekart okuyorum sonradan... Sakallarım uzuyor, ben bu kızı seviyorum, ufak bir yürüyüş Çankaya' ya Bir pazar, güneşli bir pazar, nasıl coşuyor yüreğim, nasıl karışıyorum insanlara Bir çocuk bakıyor pencereden hülyalı kocaman gözlü nefis bir çocuk Lermontov' un çocukluk fotoğraflarına benzeyen kardeşi bakıyor sonra Ben şiir yazıyorum daktiloda, gazeteleri merak ediyorum, kuş sesleri geliyor kulağıma Ben mütevazi bir şairim, sevgilim, her şey coşkulandırıyor beni Sanki ağlayacak ne var bakarken bir halk adamına Bakıyorum adamın kulaklarına, boynuna, gözlerine, kaşlarına yüzünün oynamasına Ey halk diyorum, ey çocuk, derken bende bir ağlama İlençliyorum bütün bireyci şairleri, hale gidiyorum portakal almaya İlençliyorum o laf kalabaklıklarını, kurumuş yürekleri, bireyin kurtuluşunu filan İlençliyorum o kitap kurtlarını, bağışlıyorum sonradan Uzun kış gecelerinden sonra kim bilir nasıl olur her şey Uzun kış gecelerinden sonra, masallarda anlatılan Durup durup bunları düşünüyorum, bir sevinci bir hüzün izliyor arkadan Yüreğim ipe sapa gelmez bir bahar göğü, Türkçe bir yürek kısaca Beklemek usandırıyor, telaşlı telaşlı bir şeyler anlatıyorum sağda solda Bir otobüse biniyorum, inceliyorum bir böceği tutarak kanatlarından merakla Yürürdüm eskiden baharda, o yıkıntıların ve çayırların olduğu alanlara Aklıma şiiri gelirdi o yaşlı Amerikalının, sonbaharı anlatan şiiri Çayırlar vardı o şiirde, baharı anımsatan ne de olsa Böylece yeniden hazırlanıyorum bir coşkuya, yeniden sokaklara fırlamaya Kendimi atmak için bir uçurumdan balıklama Büyük ve mavi bir şey izlenimi var bende, gördüğüm filmlerden mi ne Bir şapka, telaşlı bir gök, sıcak yapay bir dünya Anlat anlat bitmiyor, bitmiyor bendeki daüssıla Bütün sevgilerimi harcayabilirim bir çırpıda, yağmurlu o yollar geliyor aklıma Benzin kokuları, ıslak direkler, babamın esmer bir somun gibi tombul ve sıcak elleri Uyurdum. Bir de bakmışsın yeni bir film sinemada, şehirde yeni bir kız, kahvede yeni bir garson O üzgün ve sabahlıklı dururdu balkonda... Şimdi ne var hüzünlenecek burda, nedir bu çatlatan yüreğimi bu telaş. Sanki ölecek gibiyim, sanki birazdan polisler gelecek ya da Gelip alacaklar kitaplarımı, bu şiiri, sevgilimin fotoğrafını duvarda Soracaklar babanın adı ne, nerde doğdun, teşrif eder misiniz karakola Dünyanın öbür ucundaki dostları düşünüyorum, öbür ucundaki ırmakları Bir kız sessizce ölüyor, sessizce Vietnam' da Ağlayarak bir yürek resmi çiziyorum havaya Uyanıyorum ağlayarak, bir gün mutlaka yeneceğiz! Bir gün mutlaka yeneceğiz, ey ithalatçılar, ihracatçılar, ey şeyhülislam! Bir gün mutlaka yeneceğiz! Bir gün mutlaka yeneceğiz! Bunu söyleyeceğiz bin defa! Sonra bin defa daha, Sonra bin defa daha, çoğaltacağız marşlarla Ben ve sevgilim ve arkadaşlar yürüyeceğiz bulvarda Yürüyeceğiz yeniden yaratılmanın coşkusuyla Yürüyeceğiz çoğala çoğala.
4,341
ataol
Bir Kadını Beklemek Bir kadının bana gelecek olması, bir rüzgarı geçerek Bir şarkıyı geçerek, saçlarının uçuşunda Bir kadının bana gelecek olması, bir ömür geçecek Aşkın buruk tadında, buluşması iki yalnızlığın Bir akşamı geçecek Belki de dağılan sesleri hüznün ve akşamın belki de Bir kadını geçecek Bir kadını bekliyorum Eteklerini ve saçlarını uçurarak gelecek.
378
ataol
Bu Aşk Burada Biter Bu aşk burada biter ve ben çekip giderim Yüreğimde bir çocuk cebimde bir revolver Bu aşk burada biter iyi günler sevgilim Ve ben çekip giderim bir nehir akıp gider Bir hatıradır şimdi dalgın uyuyan şehir Solarken albümlerde çocuklar ve askerler Yüzün bir kır çeçeği gibi usulca söner Uyku ve unutkanlık gittikçe derinleşir Yan yana uzanırdık ve ıslaktı çimenler Ne kadar güzeldin sen! nasıl eşsiz bir yazdı! Bunu anlattılar hep, yani yiten bir aşkı Geçerek bu dünyadan bütün ölü şairler Bu aşk burada biter ve ben çekip giderim Yüreğimde bir çocuk cebimde bir revolver Bu aşk burada biter iyi günler sevgilim Ve ben çekip giderim bir nehir akıp gider.
685
ataol
Çerkez Ali Çerkez Ali'yle bir akşam Göl kıyısı lokantada Gürcü şarapları içtik Mezemiz "çahohbili" ydi Babası Kırımlı Tatar Annesi istanbullu Türk Kökü derinlerde çınar Şair dostum çerkez ali Gerçeği düşe çeviren Duygu nereden geliyor Şu karşıki dağlardan mı Akşam sisinde eriyen Bakışları bir ışık su Çerkez Ali anlatıyor Darağaçları kurulu Sultan Hamit ağır hasta Canı kayısı istemiş Kar yağıyor İstanbul 'a Beşiktaş'ta çerkez Ahmet -Yörenin ünlü bakkalı- Gidiyor yurdu kırım'a Bulup geliyor kayısı'yı Veriyor Çerkez Ahmet'e Bacısı Melek Filsan'ı Yaverlerden ihsan paşa O sırada İstanbul'a Kim gelirse kafkasya'dan Çerkez diye anılıyor Çerkez Ali'ye Çerkez'lik Babası Çerkez Ahmet'ten Böylece miras kalıyor Düşü gerçeğe çeviren Duygu nereden geliyor Yanımızdaki gölden mi Mavi bir tüle bürünen Dişleri bir ap ak umut Çerkez Ali anlatıyor Beşiktaşlı Çerkez Ahmet -kaytan bıyıklı delikanlı- Onbeş yaşında Filsan'I Alıp gidiyor Kırım'a Osmanlıda meşrutiyet Rusyada bolşevik devrimi Ölüyor genç yaşta Ahmet Kalıyor Ali'si yetim Düşleri Çerkez Ali'nin Her gece dolu bunlarla Aklı fikri İstanbul'da Siliniyor çizgileri Göç günü ölen annenin Buğulanıyor gözleri Yağmur yağıyor kırım'a Kırk yıldır Özbekistan'da Yaşar Çerkez Ali sürgün Dönecek mi yurtlarına Kırımlı Tatarlar birgün Beşiktaş'I İstanbul'u Vatanını annesinin Görmek kısmet olacak mı "Anneciğim İstanbul'a gidebileceğiz miyiz?" diyor annesine kızım karşı dağa bakıyorum Bir ağırlık yüreğimde Sırılsıklam ter içinde Uykumdan uyanıyorum.
1,513
ataol
Yaşadıklarımdan Öğrendiğim Bir şey Var Yaşadıklarımdan öğrendiğim bir şey var: Yaşadın mı, yoğunluğuna yaşayacaksın bir şeyi Sevgilin bitkin kalmalı öpülmekten Sen bitkin düşmelisin koklamaktan bir çiçeği İnsan saatlerce bakabilir gökyüzüne Denize saatlerce bakabilir, bir kuşa, bir çocuğa Yaşamak yeryüzünde, onunla karışmaktır Kopmaz kökler salmaktır oraya Kucakladın mı sımsıkı kucaklayacaksın arkadaşını Kavgaya tüm kaslarınla, gövdenle, tutkunla gireceksin Ve uzandın mı bir kez sımsıcak kumlara Bir kum tanesi gibi, bir yaprak gibi, bir taş gibi dinleneceksin İnsan bütün güzel müzikleri dinlemeli alabildiğine Hem de tüm benliği seslerle, ezgilerle dolarcasına İnsan balıklama dalmalı içine hayatın Bir kayadan zümrüt bir denize dalarcasına Uzak ülkeler çekmeli seni, tanımadığın insanlar Bütün kitapları okumak, bütün hayatları tanımak arzusuyla yanmalısın Değişmemelisin hiç bir şeyle bir bardak su içmenin mutluluğunu Fakat ne kadar sevinç varsa yaşamak özlemiyle dolmalısın Ve kederi de yaşamalısın, namusluca, bütün benliğinle Çünkü acılar da, sevinçler gibi olgunlaştırır insanı Kanın karışmalı hayatın büyük dolaşımına Dolaşmalı damarlarında hayatın sonsuz taze kanı Yaşadıklarımdan öğrendiğim bir şey var: Yaşadın mı büyük yaşayacaksın, ırmaklara,göğe,bütün evrene karışırcasına Çünkü ömür dediğimiz şey, hayata sunulmuş bir armağandır Ve hayat, sunulmuş bir armağandır insana.
1,414
ataol
Seni Elinden Tutmuştum Seni elinden tutmuştum --- yaz geçiyordu Yaz geçiyordu, biz geçiyorduk Yazı elinden tutmuştuk Birazdan geleceksin, bakışacağız Bakışacağız, hem var hem yok gibi Hem var hem yok gibi öpüşeceğiz Aramızda söylenmemiş sözlerin uzaklığı Aramızda yaşanmamış şeylerin uzaklığı Yakın ayrılıkların sezgisi tenimizde Hayat geçiyor biz geçiyorduk Bir denizin üzgün kıyısında Güz bir hastalık gibi ilerliyordu Olgun ışığıyla güz Ve biz yaklaşan ayrılıkların önünde Kış duygularına bürünmüşüz Dışardan ağlayışı geliyor çocuğumuzun.
557
ataol
Çocuk Gibi Tiril Tirilliğinle Çocuk gibi tiril tirilliğinle kucaklardım seni.. Yazlar ve unutuşlar geçerdi. Günlerin güneşini içerdim. Sessizce aşkın teri dolardı kasıklarıma... Fıçılarda damıtılmış şarap renginde şafak... Ayaklarının bastığı kumlara basardı ayaklarım... İnce güzelliğin senin seni kuşatan gökyüzü kadar sadeydi... İnsan güzelliğin senin.. Katıksız merakın.. Katıksız şehvetin ve sevincin.. Dünyaya bir güzelliğin../.. narinliğini anlatmak için gelmiş gibiyim.. Denizin çarptığı kumsal ve bunaltıcı yaz gecesi.. Dünyaya bir yaz gecesinin bunaltısını anlatmaya gelmiş gibiyim. Ey bırakıp gitmek... Yıldızlar ve taptaze bir şey... Bir aşkın pırıl pırıl edişi seni... Boynunun ve omuzlarının narinliği.. Dudaklarının üstündeki ter damlası... Kayar gibi uzanışı kollarımda vücudunun.. Beyaz bir ırmak gibi... Yaşanmış ve yaşanacak bütün aşkların baygınlığını yaşamak seninle... Vücudun üstüne yazdığım bu şiir senin bir zamanki güzelliğinin tanıtı gibi kalmalıdır.. Sevgilim, gövden sinerdi gövdeme.. Çocuk ve günahkâr başın dinlenirdi omzumda... Her şey bitiyor ve yorulduğumu düşünüyorum Akşama yemek hazırlıyor bir kadın.. Kocası, gömleğinin kollarını kıvırmış camdan bakıyor... Terzi kızlar atelyeden çıktılar. Akşam hazırlığı. hüzün. Bir odada beni beklediğini düşünüyorum.. Seninle dolu bir oda.. Seslerimiz tanıdığında birbirini ve gülüşlerimiz.. Ve hüzünlerimizin anlaşıldığında kardeş olduğu.. Boynunu yeniden sevgiyle öperim parmaklarının ucunu... Gençliklerimizin birbirine karıştığı düşüncesiyle çoğalarak.
1,780
ataol
Eski Nisan Canımın yongası, sevdiğim, Bir kaç gün çaldık ilkbahardan Geçtik yıllardır özlediğim Erguvan ışıklı kıyılardan Aşkı sessizlik tanımlar Gençken tersini düşünürdüm Akşamla dönerken geriye dalgalar Yalnızlığı çırılçıplak gördüm Durduktu önünde Ege Denizi'nin Gözleri mayıs bulanığı, Kuytuluğunda eski evlerin Dolaştıktı Ayvalığı Eski nisan, her şey gibi, Kalbim de, rüzgar da eski, Çırpınıp duruyor havada Yitik anıların kelebeği.
452
ataol
Gece Vakti Kimdir Kapıyı çalıp gelen Gece vakti kimdir kapıyı çalıp gelen Yitirdiğim bir mutluluk mu Habercisi mi gelecekteki bir mutluluğun Gece vakti kimdir kapıyı çalıp gelen İçimde bağıran acılar mı Serseri, başıboş bir rüzgar mı Gece vakti kimdir kapıyı çalıp gelen Ansızın çıkıp gelen bahar mı Gece vakti kimdir kapıyı çalıp gelen Yüreğim mi,damarlarimda hışırdayan kan mı Bağırarak bu kansız evlerin suratına Bağırarak bu kansız sokakların suratına Bağırarak bu kansız insanların suratına Bağırarak yüreğimdeki kanı Gece vakti kimdir kapıyı çalıp gelen.
602
ataol
Hüzünlü Pazar Hüzünlü pazar, beyaz meleklerin ilahiler söylediği Aşkın güzelce yıkandığı, sımsıkı kefenlendiği Yaz geçmiş, gelip çatmış bağbozumu vakti Genç kızların mutluluğu bir mevsim daha ertelediği Hüzünlü pazar, geçmiş pazarların anısıyla kavuniçi Çocukların hep kursaklarında kalan sevinci.
310
ataol
Geçmiş Yaz Gövdemden sızan sular gibi Akıp gitti bir yaz daha Sevişmelerle gündüz vakti Ve beyaz öğle uykularıyla Bir yazdı artık geçmiş olan Oysa hala tenimde tuz tadı Aynı ağlardan çıkardığımız Bir akşam güneşiyle balıkları Bir yazdı uzak Gürcistan'da Kıyısında kartal dağların Mavi gözlü bir göl bırakan Düşlerine çocukların Bir yazdı yaşanan her saniyesi Ve şimdi kumsaldan eserken rüzgar Üşür bir deniz kabuğu belki Ve küçük bir kızı anımsar.
461
ataol
Ne Anlatır Yunan Şarkıları Ne anlatır Yunan şarkıları Geceye dair, aşka dair Ne anlatır Yunan şarkıları Hayatımıza dair Ne anlatır Yunan şarkıları İnsanı tepeden tırnağa saran bu hüzünle Sanki hep anlatılmayan bir şey kalmıştır İçimizi ne kadar döksek de Ne anlatır Yunan şarkıları Biten bir aşk mı, başlayan bir aşk mı Bir kız mı, yüzünü hiç görmeyeceğimiz Çayırlarına hiç uzanamayacağımız kırlar mı Ne anlatır Yunan şarkıları Bu sürekli, bu yumuşak ısrarla Ne anlatır Yunan şarkıları Yüreğimize işleyen tempolarla Ne anlatır Yunan şarkıları Sonsuzluğa güzelliğe, sonsuz barışa dair Acılarla dolsak da ne kadar Sımsıcak yaşamaya dair Ne anlatır Yunan şarkıları Bir gün birleşeceğini mi bütün şarkıların Ne anlatır Yunan şarkıları Bu kadar uzak...ve bu kadar yakın.
781
ataol
Parkta Rastladığım Adam Parkta rastladığım adamın Bir kolu kesikti bileğinden Çiftçiymiş Tekirdağ' ın köylüklerinden Bir kızı veremden ölmüş Bu şehri İstanbul' da Karısı tutturmuş: Kızımın mezarı nerde ben orda Satmış savmış ihtiyarcık Varını yoğunu Feriköy' de bir evceğize Sokmuşlar başcağızlarını İkinci kız desen Kibarca: Akıl hastası Anaya babaya Vermez bir rahat yüzü Oğlanlardan büyüğü Dört çocuklu bir şoför Küçük oğlan Bir tamirhanede ömür çürütür Fayda yok anlayacağın Ne oğlanlardan, ne kızlardan Bir fabrikada iş bulmuş Kaçak işçi çalıştıran Kırk yılın köylüsü Ne yapsın işçi olursa Daha yılı dolmadan Kaptırıvermiş elini çarka Gerisi bilinen hikaye Patrondan imdat görmez Evde karı ağlar Deli kız vermez rahat Kendisine rastladığımda Düşünüp duruyordu bir kanepede Ben sordum o anlattı Güzelim Tekirdağ şivesiyle...
928
ataol
Yıkılma Sakın Kötü şey uzakta olmak Dostlarından, sevdiğin kadından Yasaklanmak bütün yaşantılara Seni tamamlayan, arındıran Kapatıldığın dört duvar arasında Sağlıklı, genç bir adam olarak Neler gelmez ki insanın aklına Sevinçli, özgür günlere dair Kalmıştır yüzlerce yıl uzakta Onunla ilk kez öpüştüğün şehir Acı, zehir zemberek bir hüzün Kalbinden gırtlağına doğru yükselir Görüyorsun işte küçük adamları Köhnemiş silahlarıyla saldıran sana Kimi tutsak düşmüş kendi dünyasına Kimisi düpedüz halk düşmanı Diren öyleyse, diren, yılma Yürüt daha bir inatla kavganı Babeuf'u hatırla, Nazım Hikmet'i Bir umut ateşi gibi parlayan zindanlarda Hatırla Danko'nun tutuşan kalbini Karanlıkları yırtmak arzusuyla Ve faşizme karşı, zulme, zorbalığa Düşün acılar içinde vuruşan kardeşleri Elbette vardır bir diyeceği, bir haberi Bir kaçağa çay sunan kurt kadınlarının Dağlar dilsizdir yalçındır Ama gün gelir bir diyeceği olur onların da Ve dağlar, ıssız tarlalar başladı mı konuşmaya Susmazlar bir daha, söz artık onlarındır Kötü şey uzakta olmak Dostlarından, sevdiğin kadından Yasaklanmak bütün yaşantılara Seni tamamlayan, arındıran Ama bir devrimciyi haklı kılan Biraz da acılardır unutma Yıkılma sakın geçerken günler Yaralayarak gençliğini Onurlu, güzel geleceklerin Biziz habercileri düşün ki Ve halkın bağrında bir inci gibi Büyüyüp gelişmektedir zafer.
1,367
ataol
Toprağa Düşen Ona "Haydi Savaşa dediler Başkaca birşey Söylemediler Aldılar köyünden Davulla zurnayla Geride üç çocuk Bir eş ve bir ana Eline bir silah Tutuşturdular Ve karşılaştı Düşman ordular Vurulup düştü İlk çatışmada Göğsünde bir oyuk Üç delik alnında "Ey bu topraklar için Toprağa düşen" Bir karış toprağın Var mıydı yaşarken?
387
ataol
Nicedir Özlemişim Nicedir özlemişim Bu rüzgarı Hani Doğu'da eser Bahar akşamları Nicedir özlemişim Bir elma ağacının Dibine oturmayı Nicedir özlemişim Şoseleri,dağları Nicedir özlemişim Bir dosta sarılıp Ağlamayı.
243
cahit
Abbas Haydi abbas, vakit tamam; Akşam diyordun işte oldu akşam. Kur bakalım çilingir soframızı; Dinsin artık bu kalp ağrısı. Şu ağacın gölgesinde olsun; Tam kenarında havuzun. Aya haber Sal çıksın bu gece; Görünsün söyle gönlümce. Bas kırbacı sihirli seccadeye, Göster hükmettiğini mesafeye Ve zamana. Katıp tozu dumanı, Var git, Böyle ferman etti Cahit, Al getir ilk sevgiliyi Beşiktaş’tan; Yaşamak istiyorum gençliğimi yeni baştan.
459
cahit
Anlamak Yaşım ilerledikçe daha çok anlıyorum Ne büyük nimet olduğunu ah ey güzel gün Boş yere üzülmekte mana yok anlıyorum Kadrini bilmek lazım artık her açan gülün Şükretmek türküsüne daldaki her bülbülün Yanmak da olsa artık aşk ile yaşıyorum.
261
cahit
Avuçlarıma Sığmıyor Yıldızlar Öyle dalmışım ki bu akşamüstü, Komşu arsadır gözümde gökyüzü. Ben dünyadan bihaber bir çocuğum, Kayıp zıpzıplarımı arıyorum. Koşun çocuklar, koşun komşu kızlar, Avuçlarıma sığmıyor yıldızlar.
238
cahit
Bayram Yemeği Korkarım felekte bir gün Bir bayram yemeğinde. Anam, babam gibi kardeşlerim de, En güzel dalgınlığında ömrün. Beni gurbette sanıp Keşke gelseydi bu bayram Diyecekler. Ve birdenbire yürekler, Aynı acıyla yanıp Hepsinin gözleri yaşaracak. Öldüğümü hatırlayarak.
284
cahit
Bir Ölünün Ağzından Kabrime çiçek getirenlere gülerim; Gafil kişilermiş şu insanlar vesselam; Bilmezler ki bu kabirle yoktur alakam; Ben o çiçeklerdeyim, ben o çiçeklerim.
182
cahit
Gençlik Böyledir İşte İçimi titreten bir sestir her gün. Saat her çalışında tekrar eder: "Ne yaptın tarlanı, nerede hasadın? Elin boş mu gireceksin geceye? Bir düşünsen yarıyı buldu ömrün. Gençlik böyledir işte, gelir gider; Ve kırılır sonra kolun kanadın; Koşarsın pencereden pencereye." Ah o kadrini bilmediğim günler, Koklamadan attığım gül demeti, Suyunu sebil ettiğim o çeşme, Eserken yelken açmadığım rüzgâr Gel gör ki, sular batıya meyleder, Ağaçta bülbülün sesi değişti, Gölgeler yerleşiyor pencereme; Çağınız başlıyor ey hâtıralar.
556
cahit
Gerçek Can yoldaşım olmasa olmasın Yanlızım diye hayıflanmasın Eğilmiş üstüne gökyüzü masmavi Bir anne şefkatine müsavi Üç adım ötede deniz Dosttur, ne öfkesi ne durgunluğu sebepsiz Bir derdin varsa açılabilirsin ağaçlara Ağaç yaprak verir sır vermez rüzgara Ve kış yaz Dalda kuş eksik olmaz Dağ başında duman Yanlızlık nedir göreceksin öldüğün zaman.
363
cahit
Gün Eksilmesin Penceremden Ne doğan güne hükmüm geçer, Ne halden anlayan bulunur; Ah aklımdan ölümüm geçer; Sonra bu kuş, bu bahçe, bu nur. Ve gönül Tanrısına der ki: - Pervam yok verdiğin elemden; Her mihnet kabulüm, yeter ki Gün eksilmesin penceremden!
270
cahit
Gün Olur Ki Gün olur ki ne gökyüzü para eder, Ne deniz kenarı, ne bağlar bahçeler. Gün olur ki ne kız ne rakı ne şiir, Hiçbir sey insanı sarmaz, kandıramaz; Her çeşmeden boş döner, elindeki tas. Gün olur ki çıldırmak işten değildir.
247
cahit
Hâtıralar Bilmem ki hâtıralar, Ne istersiniz benden, Gelir gelmez sonbahar? Bu kanad çırpış neden? Cama vuracak ne var Ey eski hâtıralar Sanmayın güller açar, Bülbül değildir öten; Bu rüzgâr başka rüzgâr Ne istersiniz benden, Bilmem ki hâtıralar, Gelir gelmez sonbahar?
284
cahit
İlk Aşk Felek ne kadar kahretse kalbimize, Zaman zaman hatırladığımız olur, Hangi dilber ilk aşkı tattırdı bize; Bir bahtiyarla yaşadığımız olur. Ah o yaz gecesi, o mehtap, o havuz! Balkonundan gül atan cömert sevgili! Aşkınla deli divane olduğumuz, Sarmaşığa tırmandığımızdan belli. Belki bugün bu yaşta tekrar olunmaz, İlk aşk gecesinin masum yeminleri, Fakat nerde ilk öpüşün verdiği haz? Saadet bilmiyorum o hazdan gayri.
438
cahit
Karanlıktaki Hazine Karanlığa sevgiyle baktığım gece gördüm Hala o güven sevinciyle uçmakta gönlüm Süründüğümüz bu çamur deryasından uzak Bu yerlere uğramamış bir bahar içinde Gerçekten cennet misali bir dünya kuracak Gürbüz nesiller büyüyor sağlıklar içinde Çocuklarımız torunlarımız var içinde.
314
cahit
Korktuğum Şey Gün çekildi pencerelerden; Aynalar baştan başa tenha. Ses gelmez oldu bahçelerden; Gök kubbesi döndü siyaha. Sular kesildi çeşmelerden; Nerden dolacak bu taş nerden, Nergislerin açtığı yerden Ey kuş uçurtmıyan ejderha? Ne yardan geçilir, ne serden; Korkuyorum bu gecelerden. Bel bağladığım tepelerden Gün doğmıyabilir bir daha.
354
cahit
Kulak Ver Ki... Kulak ver ki havasında bahçemizin, Gök maviliğinden, dal yeşilliğinden Bir türkü söylenmede kendiliğinden; Nasıl dinlersen öyle, sen veya hazin. Kulak ver, dolaşan ruhumuzu tel tel; Dallardaki tomurcukları ürperten Bir türkü söylenmede kendiliğinden; Dinlenmedikçe ömrün artar, öyle güzel!
321
cahit
Memleket İsterim Memleket isterim Gök mavi, dal yeşil, tarla sarı olsun; Kuşların çiçeklerin diyarı olsun. Memleket isterim Ne başta dert, ne gönülde hasret olsun; Kardeş kavgasına bir nihayet olsun. Memleket isterim Ne zengin fakir, ne sen ben farkı olsun; Kış günü herkesin evi barkı olsun. Memleket isterim Yaşamak, sevmek gibi gönülden olsun; Olursa bir şikayet ölümden olsun.
405
cahit
Mezarlık Ve şehrin şenliğine karşılık Susar servileriyle mezarlık. Susar ve hatırlar: - Bu kırık Aynadaki hazin perişanlık Sizindir, siz gafil, siz bihaber İnsanlar bilseydiniz ne bekler Bir gün açmak için bu çiçekler; Ölülerin sükûnu çiçekler
255
cahit
Otuz Beş Yaş Yaş otuz beş! Yolun yarısı eder. Dante gibi ortasındayız ömrün. Delikanlı çağımızdaki cevher, Yalvarmak, yakarmak nafile bugün, Gözünün yaşına bakmadan gider. Şakaklarıma kar mı yağdı ne? Benim mi Allahım bu çizgili yüz? Ya gözler altındaki mor halkalar? Neden böyle düşman görünüyorsunuz; Yıllar yılı dost bildiğim aynalar? Zamanla nasıl değişiyor insan! Hangi resmime baksam ben değilim: Nerde o günler, o şevk, o heyecan? Bu güler yüzlü adam ben değilim Yalandır kaygısız olduğum yalan. Hayal meyal şeylerden ilk aşkımız; Hatırası bile yabancı gelir. Hayata beraber başladığımız Dostlarla da yollar ayrıldı bir bir; Gittikçe artıyor yalnızlığımız Gökyüzünün başka rengi de varmış! Geç farkettim taşın sert olduğunu. Su insanı boğar, ateş yakarmış! Her doğan günün bir dert olduğunu, İnsan bu yaşa gelince anlarmış. Ayva sarı nar kırmızı sonbahar! Her yıl biraz daha benimsediğim. Ne dönüp duruyor havada kuşlar? Nerden çıktı bu cenaze? Ölen kim? Bu kaçıncı bahçe gördüm tarumar. N'eylesin ölüm herkesin başında. Uyudun uyanamadın olacak Kim bilir nerde, nasıl, kaç yaşında? Bir namazlık saltanatın olacak. Taht misali o musalla taşında.
1,163
cahit
Ölüm I Sözünde durmadı mavi gökler; Gün kararıyor gitgide ölüm. Akşam yeli nedameti söyler; Nedamet yer etti bende ölüm. Ne yapsam, gün doğmuyor gönlümce; Sudur akar kendi bildiğince, Hangi pencereye koşsam gece; Gitmiyor bu can bu tende ölüm. Ne vefasız geçmişten hayır var, Ne gelecekler imdada koşar, Çoktandır tekneyi aldı sular; Çoktandır ümitler sende ölüm.
376
cahit
Ölümden Sonra Öldük, ölümden bir şeyler umarak. Bir büyük boşlukta bozuldu büyü. Nasıl hatırlamazsın o türküyü, Gök parçası, dal demeti, kuş tüyü, Alıştığımız bir şeydi yaşamak. Şimdi o dünyadan hiç bir haber yok; Yok bizi arayan, soran kimsemiz. Öylesine karanlık ki gecemiz Ha olmuş, ha olmamış penceremiz; Akar suda aksimizden eser yok
362
cahit
Sanatkârın Ölümü Gitti gelmez bahar yeli; Şarkılar yarıda kaldı. Bütün bahçeler kilitli; Anahtar Tanrıda kaldı. Geldi çattı en son ölmek. Ne bir yemiş, ne bir çiçek; Yanıyor güneşte petek; Bütün bal arıda kaldı.
223
iozel
Acının Omuzlanışı Kadını bir gürültüye sapladılar. Evler tıkırtıydı, tıkırtıydı, tıkırtı kahkahamın düşürdüğü çiçekleri bulamadılar fırtınalı bir geceydi çünkü bulamadılar bombalar, bö sesleri, savaş alaborası" Yaşamak bir tıkırtıydı aldırmadılar. Çocukların düşlerinde bir Markut bir kurbağa zıplıyor yaşamamızdan hergün zıplıyor, hergün eksiliyor, hergün Markuuuut Torbanı sarkıt. Her doğal güzelliğin bir ucunda aptallık öbür ucunda o kambersiz geçen düğün. Kadın. Kadını bir dilime katık ettiler Markuuuu! Torbanı sarkıt. Siz büyüyün kan kuşları siz büyüyün güzün gelişi bir öğürtüdür korkmayın korkmayın ölüm bir başka ağzıdır yarasaların. Aşınmış eşikler, aşınmış yaygaralar aslan gibi bir kocası var mıydı bu kadının? Gömleğimi zorlayan kuş sesleri.
769
iozel
Akdenizin Ufka Doğru Mora Çalan Mavisi Kim yeni terleyen bıyığına, sakalına sevdalanmışsa Ölünceye kadar bu daireden dışarıya ayak atamaz HAFIZ Yaz günleri beni hatırlamıyor. Salgılı bir hayvanla bitişiyorum yaz yaklaşınca yayılıyorum ortasına sevgili tüylerimin geniş uykulardayım, muazzam uykularda yılların zulmünden haberim yok ne de sürgün taşralı kızlar korosundan geçiyor hazza yatkın dudaklarıyla gece canımın ilmekleri arasından. Beni artık kimseler arayıp da bulmasın beyaz harmanilerin göklere açık sofrasında yıktığım saltanatın dizinde inlediğim aşkın en tabanında yattığım anlaşılmasın çünkü ben çok gizli bir yanlışın dehşetengiz yeteneğini ölçmek için yepyeni bir hata için iniyorum Akdeniz'e Meryemoğlu sanıp ben zavallı ademi çarmıha çaktılar orda çok zaman önce. Çok zaman önceydi ki otobüsler mermer sütunlu şehirlerden sahil çardaklarına nice yılgın havarilerle gidip geldi. Hepimiz, yani taflan çiğnemekle güzelleşen çocuklar havariler karşısında harami gövdesinde hayvan kabarınca mecalsiz kutlu bir tan çıkarmayı denedik kayser makinasından anneler sevecen gözyaşlarıyla korurdular bizi. Bizi sen ey beyhude ve baygın duyguların yırtıcısı sen ey loş çalgıları uykulardan çıkarıp bahçelrin hayatına yerleştiren esrar bizi bırakmıştın acı güller salınırdı kanımın raddelerinde ve ben güneş altında kendini bize öptüren neyse gece onun kimlerle buluştuğunu araştırdım o zaman yalın yürek kaldım şiddetin çölünde aldanışların çölünde korkudan denize dilimi soktum ayaklarımdan önce. Bu kadar, bu kadardı Akdeniz aslı yokmuş dinlediklerimin eski moda güneş sanrılarından bir şair cesedinden hiç farkı yok denizin. Yok ve yaz günleri beni hatırlamıyor boğulmuş hüznü gösteriyor bana memelerinden geçiyorum bir yakıcı maviden derinleştirilmiş mora geçiyorum ayaklarım altında kumları hıçkırtarak Kara yaz! Karanlık yaz! Kararan vücutlardan rıhtıma varmayan ceset elbette hatırlanmaz.
1,985
iozel
Akla Karşı Tezler 1. Gecenin üçüdür en uygun zaman, bahse girerim düşünün: sabah çok yakın oysa ışıltı yok ortalıkta nerdeyse gece bitmiş ama sürmekte karanlık henüz uyanmış bazıları henüz uyumamış bazıları bazıları uyanmış uykusuna doymadan bazıları uykusuna varmadan doymuş görüyorsunuz ilm-i hilaf ü cedel düzeniyle hayat nasıl da sürüklüyor kendini ve ben bunu kanıtlayabiliyorum şu şair halimle böylece size ey saygıdeğer erbab-i cumhuriyet akıllı ve yetenekli olduğumu kanıtlamış oluyorum sizler de bu derin bilgeliği kavrayarak kendi değerinizi ortaya koymuş oluyorsunuz. 2. Ütüsüz bir pantolon kadar tedbirliyim tarihi bir gerçek kadar sıkılgan bilmem ki Tesalya'daki Termofil bir yiğitlik anısı bir hayınlık anıtı mı olsa yine bilmem quantum kuramını öğrenen insan haklı mıdır kendini ardıçkuşu sanmakta- ben yirminci yüzyılın sonlarında en uzak uyanışlar ikliminde yaşadım bir imparatorluk genişliğindeki gençliğim sırasında kadınlardan daha çok birinci şubeye vardım. 3. En mutlu insanlar belki de baca temizleyicileridir öyle dar, öyle kara karanlık bir yerdedirler ki yüreklerini geniş, dayanıklı aydınlık tutmak zorundadırlar buna yükümlü sayarlar kendilerini. Baca temizleyicileri başkalarını sevmekle kalmaz başkalarınca sevilirler aynı zamanda çünkü herkesi düşünmeyecek kadar mutlu herkes tarafından düşünülmeyecek kadar mutludurlar. 4. Köylüleri niçin öldürmeliyiz? Bu sorunun karşılığını bulamıyorum içinden çıkılmaz bi olay, ama önemsiz köylüleri öldürmesek de olur hatta onların kalın suratlarını görmezlikten gelebiliriz yapılacak çok şey var daha sözgelimi ben, kendim hiç hayıt ağacı görmemişim görmeden ölürüm diye korkum da yok değil mi ki albatrosu Baudelaire'den Yves Bonnefoy'dan semenderi öğrendim bir gün bakarsınız şu güzelim bilgiç beynimi kırıp teneşir tahtası olarak kullanabilirim.
1,832
iozel
Amentü İnsan eşref-i mahlûkattır derdi babam bu sözün sözler içinde bir yeri vardı ama bir eylül günü bilek damarlarımı kestiğim zaman bu söz asıl anlamını kavradı geçti çıvgınların, çıbanların, reklamların arasından geçti tarih denilen tamahkâr tüccarı kararmış rakamların yarıklarından sızarak bu söz yüreğime kadar alçaldı damar kesildi, kandır akacak ama kan kesilince damardan sıcak sımsıcak kelimeler boşandı aşk için karnıma ve göğsüme ölüm için yüreğime sürdüğüm ecza uçtu birden aşk ve ölüm bana yeniden su ve ateş ve toprak yeniden yorumlandı. Dilce susup bedence konuşulan bir çağda biliyorum kolay anlaşılmıyacak kanatları kara fücur çiçekleri açmış olan dünyanın yanık yağda boğulan yapıların arasında delirmek hakkını elde bulundurmak rahma çağdaş terimlerle yanaşmak için bana deha değil belgeler gerekli kanıtlar, ifadeler, resmi mühür ve imza gençken peşpeşe kaç gece yıllarca acıyan, yumuşak yerlerime yaslanıp uçardım bilmezdim neden bazı saatler alaturka vakitlere ayarlı neden karpuz sergilerinde lüküs yanar yazgı desem kötü bir şey dokunmuş olurdu sanki dudaklarıma Tokat aklıma bile gelmezdi babam onbeşli olmasa. Meyan kökü kazarmış babam kırlarda ben o yaşta koltuğumda kitaplar işaret parmağımda zincir, cebimde sedef çakı cebimde kırlangıçlar çılgınlık sayfaları kafamda yasak düşünceler, Gide mesela. Kar yağarken kirlenen bir şeydi benim yüzüm her sevinç nöbetinde kusmak sunuldu bana gecenin anlamı tıkansın diye ıslık çalar resimli bir kitaptan çalardım hayatımı oysa hergün merkep kiralayıp da kazılan kökleri Forbes firmasına satan babamdı. Budur işte bir daha korkmamak için korkmaz görünen korku işte şehirleri bayındır gösteren yalan işte mevsimlerin değiştiği yerde buharlaşan kelepçeler, sürgünler, gençlik acılarıyla güçbela kurduğum cümle işte bu; ten kaygusu yüklü ağır bir haç taşımaktan tenimin olanca ağırlığı yok oldu. Solgun evler, ölü bir dağ, iyice solmuş dudak bile bir bir çınlayan ihtilal haberidir ve gecenin gümüş ipliklerden işlenmiş oluşu nisan ayları gelince vücudu hafifletir şahlanan grevler için kahkahalarım küstah bakışlarım beyaz bulutlara karşı obur marşlara ayarlanmak hevesindeki sesim gider şehre ve şaraba yaltaklanarak biraz ağlayabilmek için fotoğraflar çektirir babam seferberlikte mekkâredir. İnsanın gölgesiyle tanımlandığı bir çağda marşlara düşer belki birkaç şey açıklamak belki ruhların gölgesi düşer de marşlara mümkün olur babamı varlık sancısıyla çağırmak: Ezan sesi duyulmuyor Haç dikilmiş minbere Kâfir Yunan bayrak asmış Camilere, her yere Öyle ise gel kardeşim Hep verelim elele Patlatalım bombaları Çanlar sussun her yerde Çanlar sustu ve fakat binlerce yılın yabancısı bir ses değdi minarelere:Tanrı uludur Tanrı uludur polistir babam Cumhuriyetin bir kuludur bense anlamış değilim böyle maceralardan ne Godiva geçer yoldan, ne bir kimse kör olur yalnız coşkunluğu karşısında içlendiğim şadırvan nüfus cüzdanımda tuhaf ekmek damgası durur benim işim bulutlar arşınlamak gün boyu etin ıslak tadına doğru yavaş yavaş uyanmak çocuk kemiklerinden yelkenler yapıp hırsız cenazelerine bine bine temiz döşeklerin ürpertisinden çeşme korkak dualarından cibinlikler kurarak dokunduğum banknotlardan tiksinmeyi itiraz nakışsız yaşamakları silâhlanmak sayarak çıkardım boğaza tıkanan lokmanın hartasını çıkınımda güneşler halka dağıtmak için halkı suvarmak bin saçlarımda bin ırmak ıhtırdım caddeleri meğer ki mezarlarmış hazırmış zaten duvar sıkılmış bir yumruğa fly Pan-Am drink Coca-Cola Tutun ve yüzleştirin hayatları biri kör batakların çırpınışında kutsal biri serkeş ama oldukça da haklı. Ölümler ölümlere ulanmakta ustadır hayatsa bir başka hayata karşı. Orada aşk ve çocuk birbirine katışmaz nasıl katışmıyorsa başaklara ağustos sıcağı kendi tehlikesi peşinden gider insan putların dahi damarından aktığı güne kadar sürdürür yorucu kovalamacayı. Hanidir görklü dünya dünyalar içre doğan? Nerde, hangi yöremizde zihnin tunç surlardan berkitilmiş ülkesi ağzı bayat suyla çalkanmış çocuğa rahim olan parti broşürleri yoksa kafiyeler mi? Hangi cisimdir açıkça bilmek isterim takvim yapraklarının arasını dolduran nedir o katı şey ki gücü gönlün dağdağasını durultacak? Hayat dört şeyle kaimdir, derdi babam su ve ateş ve toprak. Ve rüzgâr. ona kendimi sonradan ben ekledim pişirilmiş çamurun zifiri korkusunu ham yüreğin pütürlerini geçtim gövdemi alemlere zerkederek varoldum kayrasıyla Varedenin eşref-i mahlûkat nedir bildim.
4,521
iozel
Bakır Tenli Yapraklar Bak, ölüm güzü kıskanıyor şimdi ıssızdır onun sevimli kedisi ve herkes onun el değmedik yerleri olduğunu sanıyor. uzuyor defterine uğrayan kan lekesi senin kuşların olurdu mevsimi yolculuklara çağıran içli taşra kızların gizemli eviçleri kapıların olurdu korkudan çok denizlere açılan o denize açılan ellerin nerde şimdi? yine bir güz büyümekte kanında gölgelerin o üzünç orduları tarlalar çiğnemekte bak, ölüm güzü kıskanıyor mevsimi aşka çağıran kuşların nerde senin güze el değdirmeyen ellerin nerde?
538
iozel
Bir Ağrı Yakıldıkça Sevilmeli Gecenin dürüstlüğünden herkes kuşkulanır korkulur o kuş yüklü iniltilerden ve mor ağzını gecenin kumuna batıran ben çağdaş serüvenler adına bütün fotoğraflarını yakan yakan ve bekleyen. Çarpar yüzü bir çocuğun mezarlara yine de ağartamaz tanımını gecenin. Ezgisiz ama esnaf bakışlarıyla soyunan bir kadın ayartılmaya uygun o çok baygın yerlerim ağartamaz çünkü çocuklar yağız bir öpüşle korunur ben yakarım çağımın ellerini. Ben bekliyenim. Gecenin kıyısında benden konuşulur. Kara bir irn akıyor öpünce o yıkılmış gülüşünden çocukların. Kara bir salgıdır çünkü büyük serüvenler ve çocukların soluk alışları da. Ürker herkes üşümüş bir anahtar olagelmekten bir çocuğun şehri çarpar yüzümün varoşlarına.
745
iozel
Celladıma Gülümserken Çektirdiğim Resmin Arkasındaki Satırlar Ben İsmet Özel, şair, kırk yaşında. Her şey ben yaşarken oldu, bunu bilsin insanlar ben yaşarken koptu tufan ben yaşarken yeni baştan yaratıldı kainat her şeyi gördüm içim rahat gök yarıldı, çamura can verildi linç edilmem için artık bütün deliller elde kazandım nefretini fahişelerin lanet ediyor bana bakireler de. Sözlerim var köprüleri geçirmez kimseyi ateşten korumaz kelimelerim kılıçsızım, saygım kalmadı buğday saplarına uçtum ama uçuşum radarlarla izlendi gayret ettim ve sövdüm bu da geçti polis kayıtlarına. Haytanın biriyim ben, bunu bilsin insanlar ruhumun peşindedir zaptiyeler ve maliye kara ruhlu der bana görevini aksatmayan kim varsa laboratuvarda çalışanlara sorarsanız ruhum sahte evi Nepal'de kalmış Slovakyalı salyangozdur ruhum sınıfları doğrudan geçip gerçekleri gören gençlerin gözünde. Acaba kim bilen doğrusunu? Hatta ben kıyı bucak kaçıran ben ruhumu sanki ne anlıyorum? Ola ki şeytana satacak kadar bile bende ondan yok. Telaş içinde kendime bir devlet sırrı beğeniyorum çünkü bu, ruhum olmasa da saklanacak bir şeydir devlet sırrıyla birlikte insanın sinematografik bir hayatı olabilir o kibar çevrelerden gizli batakhanelere yolculuklar, lokantalar, kır gezmeleri ve sonunda estetik bir idam belki! Evet, evet ruhu olmak bütün bunları sağlayamaz insana. Doğruysa bu yargı bu sonuç bu çıkarsama neden peki her şeyi bulandırıyor ertelenen bir konferans geç kalkan bir otobüs? Milli şefin treni niçin beyaz? Ruslar neden yürüyorlar Berlin'e? Ne saçma! Ne budalaca! Dört İncil'den Yuhanna'yı tercih edişim niye? Ben oysa herkes gibi herkesin ortasında burada, bu istasyonda, bu siyah paltolu casusun eşliğinde en okunaklı çehremle bekliyorum oyundan çıkmıyorum korkuyorum sıram geçer biletim yanar diye önümde bir yığın açalya bir sürü çarkıfelek gergin çenekli cesetleriyle önümde binlerce çiçek korkuyorum sıra sende sen de başla ve bitir diyecek. Yo, hayır yapamaz bunu, yapmasın bana dünya söyleyin aynada iskeletini görmeye kadar varan kaç kaç kişi var şunun şurasında? Gelin bir pazarlık yapalım sizinle ey insanlar! Bana kötü bana terkettiğiniz düşünceleri verin o vazgeçtiğiniz günler, eski yanlışlarınız ah, ne aptalmışım dediğiniz zamanlar onları verin, yakınmalarınızı artık gülmeye değer bulmadığınız şakalar ben aştım onları dediğiniz ne varsa bunda üzülecek ne var dediğiniz neyse onlar boşa çıkmış çabalar, bozuk niyetleriniz içinizde kırık dökük, yoksul, yabansı verin bana verin taammüden işlediğiniz suçları da. Bedelinde biliyorum size çek yazmam yakışık almaz bunca kaybolmuş talan parayla ölçülür mü ya? Bakın ben, bir çok tuhaf marifetimin yanısıra ilginç ödeme yolları bulabilen biriyim üstüme yoktur ödeme hususunda sözün gelişi üyesi olduğunuz dernek toplantısında bir söyleve ne dersiniz? Bir söylev: Büyük İnsanlık İdeali hakkında! Yahut adınıza bir çekiliş düzenleyebilirim kazanana vertigolar, nostaljiler karasevdalar çıkar. Yapılsın adil pazarlık yapılsın yapılacaksa işte koydum işlemeyi düşündüğüm suçları sizin geçmiş hatalarınız karşısına. Ne yapsam döl saçan her rüzgarın vebası bende kalacak varsın bende biriksin durgun suyun sayhası yumuşatmayı bilen ateş öğüt sahibi toprak nasıl olsa geri verecek benim kılıcımı.
3,267
iozel
Çözülmüş Bir Sırrın Üzüntüsü Yaşamaktan öte özür bulamayınca aşka sonuçları bir bir gözden geçiriyorum pulluklarla devrilen toprağın ıslaklığındaki can madenlerin buharından elde edilen büyü bazı yasak kitapların verdiği dinç duygular nelerse ki yaşamak sözünü asi kılan nelerse ki lekesiz, umutlu ve budala. Denedim. Soğuk sular dökünüp fırladım sokaklara sorular sordum nice kara sıfatları üstüme alaraktan ipte boynum,ağzım şehvet yalaklarında çapraştım, and içip ayna kırdım doğadan bir vahiy bekledimse boşuna baktım akşam herkesin kabul ettiği kadar akşamdı hiç bir meşru yanı kalmamıştı hayatımın. Sözlerimin anlamı beni ürkütüyor böylesine hazırlıklı değilim daha. Bilmek. Bu da ürkütüyor. Gene de biliyorum: Kapanmaz yağmurun açtığı yaralar çocuklarda.
784
iozel
Bir Devrimcinin Armonikası Bİnlerce, binlerce çocuk koşarak dokumuş benim kumaşımı hançeremde bu şehrin o geçimsiz mushafı vardım dayandım parmaklığına o büyük hesapların. Hazırım ey kalaycı çırakları ve güğümcüler ey rakı sürülmüş yaralarım. Ey rakı sürülmüş yaralarım gövdeleşin kırçıl acılarım benim gök de bir takınsın boynuna benim kağşayan umutlarım gövdeleşin kırçıl acılarım benim gök de bir mendil takınsın boynuna benim kağşayan umutlarım gövdeleşin çünkü ben oraya gidiyorum: boğulmaya. Nasıl birer suç çağrışımıyız dünyada adamlar, kadınlar şehre indirdikleri bakraçları ne kadar uydurma ne kolay öpüşüyorlar yıllar süren intiharla. Oysa insan zemheriyi ve kadının doğurma vaktini bilir her gün kalkıp öpüşülebilir sabahın üniformasıyla yeni şeyler, yeni şeyler yaratmak için tabi. İşte potin bağlıyor çocuk bütün uykularında sürülmüş kurşunlar tütün gibi bakıyor insanlara ve ben sahici kılmak için öpüşlerimi oraya gidiyorum: boğulmaya Ben ki gövdemi bütünüyle ne yapmalıyım tahta bir bavul gibi duruyorum insanın kıyısında makina çok acemi buluyor beni sanırım seyrek bir ölü vurdular alnıma, ekşi 1300 tarihli şehbenderlere dair talimata ve anamın kanserine alıştım ve de bir simsar gibi asfalta ve otobüslere bir vitrin gibi bir bıçak, bir setre. Tutuşan bir bıçak. İçerimde tozuyan bağırtılar vardır. Ondan işte gidiyorum oraya: boğulmaya. Oraya gidiyorum boğulmaya BOĞULMAYA bir partizanın armonikasında. Artık mazgallardan fırlamak büyük kamalar saplamak böğrüne coşarlığın büyük bir çatırdının ayaklarını ovmak armonikamla. Ey çatlayan tohumun hengamesi! İnsan, gülümsemeyi ve ürün kaldırmasını bilir çünkü derbeder bir okul çantasından serin ve sevişli bir ırmağa girilir ve benim o boğulduğum armonika halklarla seğirtir ; coşar o, korkunç bir yekinmedir buralarda Hanoy'da bir uçaksavar.
1,826
iozel
Dişlerimiz Arasındaki Ceset Biz şehir ahalisi, Kara Şemsiyeliler! Kapçıklar! Evraklılar! Örtü severler! Çığlıklardan çadır yapmak şanı bizdedir. Bizimdir yerlere tükürülmeyen yerler Nezaketten haklılardan yanayızdır hepimiz Sevinmemiz çapkıncadır, ağlatır bizi küpeşteler Yaşamak deriz -Oh, dear- ne kadar tekdüze Katliamlar ne kötü be birader Güneş neredeysek orada bulur bizi Ya cünup ve yalancı veya miskin ve ülser. Falımız neyse çıksın diye açarız indeksleri Sayılar bizi bulur, o ayıp işaretler Saframızla kesemizi birleştiren anatomi bilgisi Hadım tarih, kundakçı matematik, geri kafalı gramer Evet bunlar gizlice örgütlenerek alnımıza Verem Olmak Üretimi Düşürür ibaresini çizer Biz şehir ahalisi, üstü çizilmiş kişiler Kalırız orda senetler, ahizeler ve tren tarifesiyle Kimbilir kimden umarız emr-i bi'l-ma'ruf Kimbilir kimden umarız nehy-i ani'l-münker Bize yalnız oğulları asılmış bir kadının Memeleri ve boynu itimat telkin eder.
958
iozel
Evet, İsyan Demirden sağnaklar altında uyur sevdiğim göğsünde hazin ayak izleri eski Şubatların onu yaralar kıpırdatıyor ve o sertelmektedir yaralardan kasıklarına boşalmaktadır nal sesleri. Keserle yontulmuş bir ağzı var sabahın varınca bayrakları, marşları duyuyorum başım çılgınca sarsılan dallarla uğraşıyor durup dineliyorum bütün taframla bütün taframla, bütün yumruklarım, bütün hantal yüreklerin olduğu orda. Kesik kolları var aşkın döl ve inat barındıran. Hırpani bir okşayışla akşam yanaşınca çocuklara ben karakavruk yüzümün arkasında kırbaçlayarak büyüttüğüm ağrıyı bırakıyorum bana ne çerçilerden, çerilerden, kullardan halksa kal'am onu kal'a kılan benim boşanır damarlarıma yılların kahraman gürültüsü çünkü kavganın göbeğidir benim yerim. Ay vurunca çatlatır göğsümdeki mahşeri çünkü kavganın göbeğidir benim yerim canlarım, kollarında Parti pazubentleri dik başlar, erkek haykırışlarla göndere, en yukarlara çekiyorlar en yukarlara çatlıycak kadar aşki yüreklerini. yıllardır çocuk başları akıyor yamacımızdan yıllardır balçıklı bir hayvan çeperlerimizde kentlimiz cebinde cinayet fotoğraflarıyla sofraya oturuyor köylü -biraz sessizlik- ne tuhaf bir kelime? Asfalt yakıyor genzimi asfalt adamlarını topluyor aramızdan yıkılıp omuzdaşlarının seslerine yıkılıp bir boran içinde toplayarak çiçeklerimi. Ben merd-i meydan yani toprağın ve kanın gürzü güllerin bin yıllık mezarı bendedir yukardan bakarım efendilerin pusatlarına insanların bütün sabahlarını merak ederim gök hırpalanmaktadır merakımdan ıtır kokan benim yumruklarımdır benim kavgamdır o, aşk diye tanınan. Alanlara çok bilenmiş yüreğim alanlara vurulsun kösleri şu gavur sevdamızın vursun isyanın bacısı olan kanım karanlığa Zülkf de vursun. Yüzüne ay kırıkları çarpıp uyansın sevdiğim.
1,777
iozel
İçimden Şu Zalim Şüpheyi Kaldır Ya Kendin Gel Ya Beni Oraya Aldır Ağzının bir kıvrımından cesaret bularak ter yürekte susayışlar yaratan yağmurlara açıldım kalmışsa tomurcuklar önünde sendeleyen çocuklar kalmışsa bir kaç ısrar ölümle yarışacak onların yardımıyla dünyamıza acıdım. Dünya. Çıplak omuzlar üzerinde duran. Herkes alışkın dölyatağı bersalarla ağulanmış bir dünyaya Benimse dar çünkü dargın havsalamın gücü yok bazı şeyleri taşımaya. Önce kalbim lanete çarpa çarpa gümrah sonra kalbim gümrah ırmakları tanımaktan kaygulu sakın Styks sularının heyulası sanmayın er gövdesinde dolaşan bulutun simyası bu, biraz üzgün ve Ömer öfkesinde biraz öyle hisab katındayım ki katlim savcılardan sorulmaz ne kireç badanalı evlerde doğmuş olmak ne ellerin hırsla yaban tutuşu ne fabrikalarda biteviye üretilmekte olan kahır dev iştihasıyla bende kabaran aşkı yetmez karşılamaya. İnsanlar hangi dünyaya kulak kesilmişse öbürüne sağır o ferah ve delişmen birçok alınlarda betondan tanrılara kulluğun zırhı vardır çelik teller ve baruttan çatılınca iskeletim şakaklarıma dayanınca güneş can çekişen bir sansar edasıyla uğultudan farkedilmez olunca konuştuğum kadınların sahiden doğurduğuna toprağın da sürüldüğüne inanmıyorum nicedir kavrayamam haller içinde halim demiri bir hecenin sıcağında eriyor iken gördüm bir somunu bölünce silkinen gökyüzünü su içtiğim tas bana merhaba dedi, duydum duydum yağmurların gövdemden ağdığını. Sen ol küçük bir kıvrımdan, bir heceden aşk için bir vaha değil aşka otağ yaratan sen ol zihnimde yüzen dağınık şarkıları bir harfin başlattığı yangın ile söndür beni bir ses sahibi kıl, kefarete hazırım öyle mahzun ki hüzün ciltlerinde adına rastlanmasın.
1,696
iozel
Kalk Düğüne Gidelim Sarardın üzüntüden, üç gün ağladın baktım gözlerine şıçramış halkın gözleri incesin bardakta bir karanfile benzemiyor inceliğin serçeler sekmiyor hayır, dudaklarında ham demirden bir çanakta dövülmüş otlar olur ısınmış taşlar olur yazları geceleyin sazlar kanımda Çiçek Dağı'nı vurur doldurur öylece göz yerlerimi inceliğin Tenimde iz bırakmış kar kokusu terli, muğlak adamların hevesleriyle harman edilmiş tenim sevinçler artırmışım çiçekli ve çiçeksiz bütün dağlardan. Sarhoşken bağrıma akıtılan yıldızlar özümü çekip ayırmış avuntulardan. Şimdi sana bakıyorum, kalabalık gözlerin ağlamasan bizi utandıracak sanki dünya Valentina Tereşkova ve çekik gözlü kadın komandolar çünkü üç gün beslendiler senin gözyaşlarınla. Sen ağlarken azığımız çoğaldı elledik halkın ağrılarını cesurca ağlamasan kök inatla kavramıyor toprağı boş umutlar içinde pervasız büyüyor kir ağlıyorsun ihanete karşı şavkıyor pıçak bir pıçak ki sevgilim, Sürmene işidir. Bir şehrin uzak semtleri gibi gözlerin üzgün, kara, ayaklanmaya hazır ben yaralar kuşanıp katılırım onlara onlara katılırım yedek mermi ve şarkılar alarak seni alırım sonra her bir yanım çağıldar bir oyuna kalkarız sıkılmış yumruklarla yazarız duvarlara fırtınalı yazılar. Bir gün burda, bu kalktığımız yerde kendini yaşamakla taşıran bir güneş kabarcığı zonklayan bir atardamar olduğu anlaşılır el tutuşmuş çocuklar ki o zaman senin gözyaşlarını heyecanla kapışır.
1,448
iozel
Kanla Kirlenmiş Evrak Karanlık sözler yazıyorum hayatım hakkında. Aşklarım, inançlarım işgal altındadır tabutumun üstünde zar atıyorlar cebimdeki adreslerden umut kalmamıştır toprağa sokulduğum zaman çapa vuran adamlar denize yaklaşınca kumlar ve çakıl taşları geçmiş günlerimi aşağılamaktadır. Karanlık sözler yazıyorum hayatım hakkında. Ve rüzgar buruşturuyor polis raporlarını kadınlar fazlasıyla günaha giriyorlar bazı solgun gömleklerin çözük düğmelerinden çelik tırpan gibi silkiniyor çocuklar denizin satırları arasında. Gece arsızca kükrüyor paslı beyninde şehrin küfre yaklaştıkça inancım artıyor. Karanlık sözler yazıyorum hayatım hakkında öyle yoruldum ki yoruldum dünyayı tanımaktan saçlarım çok yoruldu gençlik uykularımda acılar çekebilecek yaşa geldiğim zaman acıyla uğraşacak yerlerimi yok ettim. Ve şimdi birçok sayfasını atlayarak bitirdiğim kitabın başından başlayabilirim.
909
iozel
Partizan Gırtlağımda bir harf büyüyor buna dayanacağım dişlerim kamaşıyor yıldızlardan buna da. Kabaran bir çarpıntı oluyor şehir. Artık yırtarak açtığımız zarflarda ne kargış, ne infilak yalnız koynunda çaresiz, çıplak isyan işaterleri taşıyan bir ergen cesedi. Kabaran bir çarpıntı oluyor şehir uyusam bir dağın benimle uyuduğu oluyor her gün şehrin ortasında bir ergen ölüyor domuzuna ölüyor bankerlere durarak noterden onaylı kağıtlara durarak mevlit ilanlarına durarak. Yunmadık saçlarını okşuyoruz, yavrum. - Yüzümüzde dolanan bir mayhoş kahkaha - Gırtlağımda bir harf büyüyor gırtlağımızda. Sarp bir güvercin düşüyor yüreğimden buna dayanmalıyım ölünce bir partizan gibi ölmeliyim sabahın kuşluk vaktine savrulan savrulan savrulan ergen ölüleri gibi. Şehrin şarkısını söylediğim zaman yağız bir kımıltı oluyor sesim korku ve cüzam korku ve cüzam korku… Ne beklenebilir artık namlulardan. Harçlar karılmış duruyordur hem de kara bir gerdek olarak yaşıyoruzdur kendimizi ne beklenebilir. Yırtarak açtığımız zarflarda büyük tecimevlerinde, büyük çarşılarda pokerde-sinemada-genelevlerde ne bir suçlu çağrışımı, ne karabasan yalnız o herkesler o herkesler kendine akarak boğulan ve sürdüren bir güleç kocamışlığı. Bereketli kuşlar serpeceğim ayaklarıma genzimi yakarak bir cinayet türküsü söyleyeceğim ben de ölürsem bir partizan gibi öleceğim azgın bir gebelik halinde. Beni dinmeyen bir mavilik kanırtıyor buna dayanamam bir çeteci dişleriyle söküyor kanımdaki çiviyi buna da. Radyodan silah sesleri geliyor ter kokusu geliyor, ayak aksayan bir şey örtüyor yüreğimin kabzasını olmadık sesler geliyor radyodan beynimde korkunç bir vida olarak ergen ölüleri artık ellerimi bu rahlelerden ayırsam boyunbağımın ve gülüşümün o kirli rahatlığından, yırtık uğultusundan şehrin. Umudunun ayak seslerini okşuyoruz, yavrum. Kuşandığımız bu alkol kokusu bize ne getirdi ki! ÇIKSAM gök şarlayarak devrilse ardımdan - ölürsek bir partizan gibi ölmeliydik - yürüsem parçalanmış bir ceset tazeliğinde yürüsem beynimde kıpkızıl bir serinlik sonra denizler devirebilirim dudaklarımdan sonra aşk, sonra dirlik: partizan.
2,119
iozel
Sevgilim Hayat Yüzüme bak ve yüzümü hırpala yüzümü değiştir, dağlı bir anlatım bırak sen her hafta oğlunu leğende yıkayan hayat yaban, diri memelerinden ısırmak dudaklarındaki tuzu dudaklarıma almak için çok oldu tepelere vurdum kendimi bulutlara karıştım ve karanlık kahvelerde tıraşı uzamış adamlardan huylarını öğrendim senin. Mahmur bir tohumdan delikanlı bağrıma. Ve hatırlıyorum lokavt vardı bezgin fabrika düdüklerinin dizlerine yatırılmış olan sabah senin kalbini kakışlardı Tomarla muştuyu omuzlayarak genç adamlar polisin sevmediği genç adamlar sokaklarda patronları kudurtan gazeteler satarlardı. Ey şehre başaklar: militan ruhlar ekleyen hayat! Gün turuncu bir hayalet gibi yükseliyorken izmarit toplayan çocukların üstüne çekleri imzalanıyorken devlet katlarında faşizmin bacımı koyvermiyorken şizofreni, yüzüme bak ve rahmini bana doğru tekrarla ben öyle bilirim ki yaşamak berrak bir gökte çocuklar aşkına savaşmaktır çünkü biz savaşmasak anamın giydiği pazen sofrada böldüğümüz somun yani ıscacık benekleri çocukluğumun cılk yaralar halinde; yayılırlar toprağa etlerimiz kokar gökyüzünü kokutur çünkü biz savaşmasak Uzak Asya'dan çekik gözlerimiz Küba'dan kıvırcık sakallarımızla savaşmasak güm güm vurur mu kömürün kalbi Kozlu'da Ke san'da, Kandehar'da ümüğüne basılır mı vahşetin ve sen boynunu öperken beni sarhoş bir okyanusla titreten hayat sevgilim olur musun. Ben savaşarak senin bulanık saçlarından tutp kibirli güzelliğini çıkartıyorum ortaya dünya kirletilmez bir inatla dönüyor altımıza yıldızlar seriliyor yüzüm suya davranıyor koşaraktan. ve inzal.
1,590
iozel
Waterloo' da Bir Dişi Kedi O silik aynalarda şaşırdığım pis yüzüm daha çok insanlara benzeyen ve onlara hırçın çalgılar yansıtan yüzüm. Uykularım upuzun bir geçmişi yaktıkça ve o külle yıkandıkça ben durmadan utançla oğuşturduğum yüzüm. Zengin dul dişi bir kedi seviyor ya kucağında belki bu insanlara güvenimi doğuruyor durmadan ellerim bağlı da ondan bu belki yaşlı adamlar artıyor haykırışımdan kanatlarını bembeyaz çırpıyor kuşlar bir kadın vuruyor kuşlara kendini vuruyor vuruyor kanatıyor belki sonra da güneşin gövdesine yorgunluktan. o silik, eski, yalnız aynalarda kısaca insanlarda yani kuşları eskiten kan kurusun. Gürültülü bir intihar başlasın akşamla dinsin sen soyundukça geceye karışan hüzün dinsin dinsin benim çağdaş olmayan iğrenç yüzüm. Ayın parçalanışını bir dişi kedi gördü Waterloo'yu gördü bir asker, bir kahraman ama bizim için ne Waterloo, ne yağmur öncesi hüznü bir aptalca büyü uğraştırıyor bizi durmadan çünkü umulmadık bir şey oluyor artık insan bir şey, bir kahkaha sabahın karşısında ve yüzüm, o deşilmiş, o iğrenç yara artık kendine yürüyor kalkıp onlardan.
1,104
iozel
Tahrik Bırakın ince kavak seslerini şehrin içinde paralar yaşlı kızların koynunda yatarken bırakın köprülerin üstüne yağmur ve basma perdelerden lânet bize. Şaşılacak bir dünyada yaşamaktı; öğrendik şimdi külçeler yüklüyüz şaşılacak bir biçimde külçeler yüklüyüz ve çıkmak istiyoruz yokuşu Sokaklar gittikçe katı bizim adımlarımıza peşimizde bütün bahçeleri boşaltan ter kokusu yankımız soyunup sevap rahatlığı alınan yataklarda yürek elbet acıyor esvap değiştirirken bizden artık akması beklenilen kan da aktı kovulduk ölümün geniş resimlerinden. Efsanelerden kovulduk kan ve demir kelimeleri söyleyince elbiseler içindeyiz, şehrin içinde önümüz iliklenmiş, ayakkaplarımız bağlı kimsenin uykusunun fesleğen koktuğu yok altıkırkbeşte vapur ve sancı geç saatlerde eski savaşçılar vesair geçmiyor bulutlardan çiçek alıp eve götürüyoruz bunun bir delilik olduğunu bile bile en ıssız duyguların ucunda karakollar asmaların altı tuzak ve tuzak caddelerde külçeler yüklüyüz, çıkmak istiyoruz yokuşu gözler kısılıp bakılıyor bize. Biliniyor bizim mahsustan yaşadığımız biliniyor şarkıların sırası bizde biliniyor hayat bizden razıdır biliniyor otların sarardığı yerlerde güneş kurşunun değdiği tende heves kalmıştır.
1,221
iozel
Yıkılma Sakın Sana durulanmış kelimeler getireceğim pörsümüş bir dünyayı kahreden kelimeler kelimeler, bazıları tüyden bazısı demir seni çünkü dik tutacak bilirim kabzenin, çekicin ve divitin tutulduğu yerden parlayan şiir. Zorlu bir kış geçirdim, seninki gibi nefti acıktım, bitlendim, bir yerlerim sancıdı sökmedi ama hoyrat kuralları faşizmin çünkü kalbim aşktan çatlayıp yarılırdı. Her sabah çarpışarak çekilirdi karanlık alnacımdan acılar bile duymadım kof yürekler önünde beynim her sabah devrimcinin beyniydi ayaklarım donukladı gelgelelim sağlığın yerinde mi? Yaraların kabuğu kolayca kaldırılıyor halkın doğurgan dünyasına dalmakla onların güneşe çarpan sesini anlamayan dört duvarın, tel örgünün, meşhur yasakların sahipleri seyir bile edemezken içimizdeki şenliği yılgı yanımıza yanaşamazken bizi kıvıl kıvıl bekliyorken hayat yıkılmak elinde mi? Boşuna mı sokuldu bankalara petrol borularına kundak kurşun işçinin böğrünü boşuna mı örseledi varsın zindanların uğultusu vursun kulaklarımıza yaşamak bizimçün dokunaklı bir şarkı değil ki. Bu yürek gökle barışkın yaşamaya alışmış bir kere ve inatla çevrilmiş toprağın çılgarına yazık ki uzaktır kuşları, sokaklarıyla bizim olan şehir ama ancak laneti hırsla tırpanlayamamak koyuyor insana öpüşler, yatağa birden yuvarlanışlar sevgiyle hatırlansa bile hatta. Köpüren, köpürtücü bir hayatın nadasıdır kardeşim bütün devrimcilerin çektikleri biliriz dünyadaki yorgunluk habire mızraklanır dağlarda gürbüz bir ölümdür bizim arkadaşlarınki pusmuş bir şahanız şimdilik, ne kadar şahan olsak ama budandıkça, fışkıran da bizleriz ölüyoruz, demek ki yaşanılacak.
1,629
iozel
Propaganda Köleler gördüm, karavaşlar hayaları burulmuş bir adamın ayaklarını yıkamaktalardı artık kelimeleri kalmamış fiyatları sormaktan saçları taranılmaktan usanmışlar sinemalarda saklanıyor kışın yaz olunca denizin yalayışlarına kaldırımlarda demokrat otobüslerde dindar geceyi saatlerine bakarak anlıyorlar ve sabah gökyüzünün karnını gerdiği zaman dağların kokusundan fabrikalar acıkınca Köleler! gözleri camekânlarda. Silâhlar gördüm namlusu akla çevrilmiş sahra topları mürekkebin utandığını gördüm basılı kâğıtlarda tetiğe basan parmaklarda çare yok, gördüm mürekkebi: Çare yok, radyoları kapatsam çare yok, secde etsem anılarıma bu bozulmuş yeminlerin bayrakları altında olacak şeymi duymak portakal bahçelerini mermiler araya girmeden anlayabilir miyiz artık hangi kızlar hangi serin yerlerimize değdi: Sanırdık saçlarımız kumrularla kaplanır bir çocuk, İşte ırmak! diyerek haykırınca o zaman belki çocuklar zabıtalardan daha çoktu belki biz daha çok ağlardık bir aşk pıhtılanınca: Gördüm gözlerinde zındanlarla bana baktıklarını düşündüm yaslanarak şehrin kasıklarına düşündüm kafa kemiklerimi eritinceye kadar nedir bu kölelerin olanca silâhları silahların köleleri olmaktan başka. Bıkmadım koyu renkler kullanıyorum hayatımda koyu mavi, acıyı anlatırken sessizce öperken, koyu beyaz ve saçlarım hakaretlerle okşanırken koyu bir itiraf sarıyor beni. susmak elbette zehirlidir ve rahatlık getirir yazıklanmak da. Ey tenimde uzak yolculukların lekeleri! Ey çocuklarda uyuyan intizamsız güneşler! gelin ve boğdurun bu köleleri.
1,549
nazim
1 Ekim 1945 Dağın üstünde: akşam güneşiyle yüklü olan bir bulut var dağın üstünde. Bugün de: sensiz, yani yarı yarıya dünyasız geçti bugün de. Birazdan açar kırmızı kırmızı: gecesefaları birazdan açar kırmızı kırmızı. Taşır havamızda sessiz, cesur kanatlar vatandan ayrılığa benzeyen ayrılığımızı..
325
nazim
1 Mayıs da Yaşım yirmi Lenin sağ Kızıl Meydan'da Yüzellibin insan Otuzbeşyıl geçti aradan Yaşım yine yirmi Lenin yine sağ Kızılmeydanlar'da Bir milyon insan
176
nazim
19 yaşım Benim ilk çocuğum, ilk hocam, ilk yoldaşım 19 yaşım Sana anam gibi hürmet ediyorum edeceğim Senin ilk arşınladığın yoldan gidiyorum gideceğim Benim ilk çocuğum, ilk hocam, ilk yoldaşım 19 yaşım * Çok uzaklarda yuvarlanıyor başım Oturuyor 19 yaşım yatağımın başucunda ellerimin avucunda bana diyor ki; -- kafamızda getirelim geri o delikanlı günleri cancazım, o dehşetli güzel günleri... * Köpüklü şahlanışların dönüm yeri.. Dünyanın altıda biri; kan içinde doğuran ana.. İstasyondan istasyona yalınayak tankları kovalayarak açlıkla yarış... Şarkıların boyu kilometre ölümün boyu bir karış... * Kafkas; güneş Sibirya; kar Seslenebildiğiniz kadar ses- -lenin 24 saatte 24 saat Lenin 24 saat Marks 24 saat Engels Yüz dirhem kara ekmek, 20 ton kitap ve 20 dakika şey! .. * Ne günlerdi heheheeey onlar ne günlerdi ahbap! ! .. Çok uzaklarda yuvarlanıyor başım Duruyor karanlıkta 19 yaşım Lambayı yakıyorum ona hayretle muhabbetle hürmetle ve daha bilmem neyle bakıyorum bakışıyoruz * Yılların arkasında çırptı kanadını 'Strasroy Ploşaat' ın saat kulesi Yaşıyor herhangi bir 24 saatini Vatandaş kavgasının darülfünun talebesi; Balık çorbası, tüfek talimi, tiyatro, balet KİTAP.. Patetes kamyonu başında süngü tak bekle nöbet KİTAP... KİTAP... Madde, şuur, istismar, fazla kıymet KİTAP... KİTAP... KİTAP... Manikür; hayır, Diş fırçası; evet. KİTAP... KİTAP... KİTAP... Bu ne 24 saat bu ne 24 saattir ahbap! ! * Aşk; yoldaş, Profesör; yoldaş, Zenci; coni, Alman; Telman, Çinli; Li Ve 19 yaşım yoldaş da yoldaş, yoldaş da yoldaş, yoldaşım... Yılların arkasında yuvarlanıyor başım başım yuvarlanıyor Uzun saçlarından tutuştu yıllar yıllar yanıyor yanıyor da yanıyor... * Oku Yaz Boz Bağır Çağır! Bütün kuvvetinle nefes al... KaFanda, kalbinde etinde iskeletinde ihtilal... İhtilal; gündüz-gece Gece ormanda çam dalları yakarak, bembeyaz yusyuvarlak aya bakarak, hep bir ağızdan şarkılar söyleniyor.. Ve bu anda kuvvetli dinç bir ağrıdan gelen deli bir sevinç sıçrar atlar köpüklenir çatlar kafanda... * Haaayydaa, beyaz orduları dumanlı ufuklar gibi önüne katan bir kızıl süvarisin, bir kızıl süvariyim, bir kızıl süvariyiz, bir kızıl, , , , , Geçti üç yıl Ey benim 19 yaşım, Ormanda çam dalları yaktığımız hep bir ağızdan şarkılar söyleyerek aya baktığımız gecelerin üstünden........ Ben yine söylüyorum aynı şarkıları Döndürmedi rüzgar beni havada yaprağa, ben kattım önüme rüzgarı... Ve sen ki en yıkılmazları yıkabilirsin, gözüme bakabilir elimi sıkabilirsin... Ve sen ki... Sen, BENİM İLK ÇOCUĞUM, İLK HOCAM, İLK YOLDAŞIM 19 YAŞIM
2,675
nazim
1945 Yılı Aralık Ayının Dördü İlk göz göze geldiğimiz günkü elbiseni çıkar sandıktan, giyin,kuşan, benze bahar ağaçlarına... Hapisten mektubun içinde yolladığım karanfili tak saçlarına, kaldır,öpülesi çizgilerle kırışık, beyaz alnını, böyle bir günde yılgın ve kederli değil, ne münasebet, böyle bir günde bir isyan bayrağı gibi güzel olmalı Nazım Hikmet'in kadını!...
397
nazim
Açların Gözbebekleri Değil birkaç değil beş on otuz milyon aç bizim! Onlar bizim! Biz onların! Dalgalar denizin! Deniz dalgaların! Değil birkaç değil be on 30.000.000 30.000.000! Açlar dizilmiş açlar! Ne erkek, ne kadın, ne oğlan, ne kız sıska cılız eğri büğrü dallarıyla eğri büğrü ağaçlar! Ne erkek, ne kadın, ne oğlan, ne kız açlar dizilmiş açlar! Bunlar! Yürüyen parçaları o kurak toprakların! Kimi kemik dizlerine vurarak yuvarlak bir karın taşıyor! Kimi deri... deri! Yalnız yaşıyor gözleri! Uzaktan simsiyah sivriliği nokta nokta uzayıp damara batan kocaman balı bir nalın çivisi gibi deli gözbebekleri, gözbebekleri! Hele bunlar hele bunlarda öyle bir ağrı var ki, bunlar öyle bakarlar ki!... Ağrımız büyük! büyük! büyük! Fakat artık imanımıza inemez tokat! Demirleşti bağrımız, çünkü ağrımız 30.000.000 deli gözbebekleri! Gözbebekleri! Ey beni ağzı açık dinleyen adam! Belki arkamdan bana bu kalbini haykırana “kaçık” diyen adam! Sen de eğer ötekiler gibi kazsan, bir mana koyamazsan sözlerime bak bari gözlerime; bunlar: Deli gözbebekleri! Gözbebekleri!
1,160
nazim
Ağa Camii Ağa Camii; Havsalam almıyordu bu hazin hali önce Ah, ey zavallı cami, seni böyle görünce Dertli bir çocuk gibi imanıma bağlandım; Allahımın ismini daha çok candan andım. Ne kadar yabancısın böyle sokaklarda sen! Böyle sokaklarda ki, anası can verirken, Işıklı kahvelerde kendi öz evladı var... Böyle sokaklarda ki, çamurlu kaldırımlar, En kirlenmiş bayrağın taşıyor gölgesini, Üstünde orospular yükseltiyor sesini. Burda bütün gözleri bir siyah el bağlıyor, Yalnız senin göğsünde büyük ruhun ağlıyor. Kendi elemim gibi anlıyorum ben bunu, Anlıyorum bu yerde azap çeken ruhunu Bu imansız muhitte öyle yalnızsın ki sen Bir teselli bulurdun ruhumu görebilsen! Ey bu caminin ruhu: Bize mucize göster Mukaddes huzurunda el bağlamayan bu yer Bir gün harap olmazsa Türkün kılıç kınıyla, Baştan başa tutuşsun göklerin yangınıyla!'
864
nazim
Ağlamak Meselesi Nasıl etmeli de ağlayabilmeli farkına bile varmadan? Nasıl etmeli de ağlayabilmeli ayıpsız, aşikare, yağmur misali? Neylersin alışkanlık için kan ağlarken yüzün güler dikilitaş gibi dinelirsin yine. Yavrum, erişmek ne müşkülmüş meğer, anneler gibi ağlamanın yiğitliğine?
313
nazim
Anlayamadılar Biz ince bel, ela göz, sütun bacak için sevmedik güzelim Gümbür gümbür bir yürek diledik kavgamızda... Ateşin yanında barut, barutun yanında ateş olasın diye! .. Rakı sofralarında söylenip, acı tütün çiğnercesine sevdik ANLAYAMADILAR...
266
nazim
Arhaveli İsmail'in Hikayesi Ateşi ve ihaneti gördük. Düşman ordusu yine başladı yürümeğe. Akhisar, Karacabey, Bursa ve Bursa'nın doğusunda Aksu, çarpışarak çekildik... 920'nin 29 Ağustos'u: Uşak düştü. Yaralı ve dehşetli kızgın fakat toprağımızdan emin, Dumlupınar sırtlarındayız. Nazilli düştü. Ateşi ve ihaneti gördük. Dayandık dayanmaktayız. 1920 Şubat, Nisan, Mayıs, Bolu, Düzce, Geyve, Adapazarı: İçimizde Hilâfet Ordusu, Anzavur isyanları. Ve aynı sıradan, 3 Ekim Konya. Sabah. 500 asker kaçağı ve yeşil bayrağıyla Delibaş girdi şehre. Alaeddin tepesinde üç gün üç gece hüküm sürdüler. Ve Manavgat istikametlerinde kaçıp ölümlerine giderken terkilerinde kesilmiş kafalar götürdüler. Ve 29 Aralık Kütahya: 4 top ve 1800 atlı bir ihanet yani Çerkez Ethem, bir gece vakti kilim ve halı yüklü katırları, koyun ve sığır sürülerini önüne katıp düşmana geçti. Yürekleri karanlık, kemerleri ve kamçıları gümüşlüydü, atları ve kendileri semizdiler... Ateşi ve ihaneti gördük. Ruhumuz fırtınalı, etimiz mütehammil. Sevgisiz ve ihtirassız çıplak devler değil, inanılmaz zaafları, korkunç kuvvetleriyle, silâhları ve beygirleriyle insanlardı dayanan. Beygirler çirkindiler, bakımsızdılar, hasta bir fundalıktan yüksek değillerdi. Fakat bozkırda kişneyip köpürmeden sabırlı ve doludizgin koşmasını biliyorlardı. İnsanlar uzun asker kaputluydu, yalnayaktı insanlar. İnsanların başında kalpak, yüreklerinde keder, yüreklerinde müthiş bir ümit vardı. İnsanlar devrilmişti, kedersiz ve ümitsizdiler. İnsanlar, etlerinde kurşun yaralarıyla köy odalarında unutulmuştular. Ve orda sargı, deri ve asker postalları halinde yan yana, sırtüstü yatıyorlardı. Koparılmış gibiydi parmakları saplandığı yerden eğrilip bükülmüştü ve avuçlarında toprak ve kan vardı. Ve asker kaçakları, korkuları, mavzerleri, çıplak, ölü ayaklarıyla karanlıkta köylerin içinden geçiyorlardı. Acıkmıştılar, merhametsizdiler, bedbahttılar. Şosenin ıssız beyazlığına inip nal sesleri ve yıldızlarla gelen atlıyı çeviriyor ve Bolu dağında ekmek bulamadıkları için deviriyorlardı uçurumlara: şayak, cıgara kâadı, tuz ve sabun yüklü yaylıları. Ve çok uzak, çok uzaklardaki İstanbul limanında, gecenin bu geç vakitlerinde, kaçak silâh ve asker ceketi yükleyen laz takaları: hürriyet ve ümit, su ve rüzgârdılar. Onlar, suda ve rüzgârda ilk deniz yolculuğundan beri vardılar. Tekneleri kestane ağacındandı, üç tondan on tona kadardılar ve lâkin yelkenlerinin altında fındık ve tütün getirip şeker ve zeytinyağı götürürlerdi. Şimdi, büyük sırlarını götürüyorlardı. Şimdi, denizde bir insan sesinin ve demirli şileplerin kederlerini ve Kabataş açıklarında sallanan saman kayıklarının fenerlerini peşlerinde bırakıp ve karanlık suda Amerikan taretlerinin önünden akıp küçük, kurnaz ve mağrur gidiyorlardı Karadeniz'e. Dümende ve başaltlarında insanları vardı ki bunlar uzun eğri burunlu ve konuşmayı şehvetle seven insanlardı ki sırtı lâcivert hamsilerin ve mısır ekmeğinin zaferi için hiç kimseden hiçbir şey beklemeksizin bir şarkı söyler gibi ölebilirdiler... Karanlıkta kurşunîi derisi kırmızıya boyanan baltabaş gemi İngiliz torpitosudur. Ve dalgaların üstünde sallanarak alev alev yanan: Şaban Reisin beş tonluk takası. Kerempe Fenerinin yirmi mil açığında, gecenin karanlığında, dalgalar minare boyundaydılar ve başları bembeyaz parçalanıp dağılıyordu. Rüzgar: yıldız - poyraz. Esirlerini bordasına alıp kayboldu İngiliz torpitosu. Şaban Reisin teknesi ateşten diregiyle gömüldü suya. Arheveli İsmail bu ölen teknedendi. Ve şimdi Kerempe Fenerinin açığında, batan teknenin kayığında emanetiyle tek başınadır, fakat yalnız değil: rüzgârın, bulutların ve dalgaların kalabalığı, İsmail'in etrafında hep bir ağızdan konuşuyordu. Arheveli İsmail kendi kendine sordu: «Emanetimizle varabilecek miyiz? » Kendine cevap verdi: «Varmamış olmaz.» Gece, Tophane rıhtımında Kamacı ustası Bekir Usta ona: «Evlâdım İsmail, » dedi, «hiç kimseye değil, » dedi, «bu, sana emanettir.» Ve Kerempe Fenerinde düşman projektörü dolaşınca takanın yelkenlerinde, İsmail, reisinden izin isteyip, «Şaban Reis, » deyip, «emaneti yerine götürmeliyiz, » deyip atladı takanın patalyasına, açıldı. «Allah büyük ama kayık küçük» demiş Yahudi. İsmail bodoslamadan bir sağnak yedi, bir sağnak daha, peşinden üç-kardeşler. Ve denizi bıçak atmak kadar iyi bilmeseydi eğer alabora olacaktı. Rüzgâr tam kerte yıldıza dönüyor. Ta karşıda bir kırmızı damla ışık görünüyor: Sıvastopol'a giden bir geminin sancak feneri. Elleri kanayarak çekiyor İsmail kürekleri. İsmail rahattır. Kavgadan ve emanetinden başka her şeyin haricinde, İsmail unsurunun içinde. Emanet: bir ağır makinalı tüfektir. Ve İsmail'in gözü tutmazsa liman reislerini ta Ankara'ya kadar gidip onu kendi eliyle teslim edecektir. Rüzgâr bocalıyor. Belki karayel gösterecek. En azdan on beş mil uzaktır en yakın sahil. Fakat İsmail ellerine güvenir. O eller ekmeği, küreklerin sapını, dümenin yekesini ve Kemeraltı'nda Fotika'nın memesini aynı emniyetle tutarlar. Rüzgâr karayel göstermedi. Yüz kerte birden atlayıp rüzgâr bir anda bütün ipleri bıçakla kesilmiş gibi düştü. İsmail beklemiyordu bunu. Dalgalar bir müddet daha yuvarlandılar teknenin altında sonra deniz dümdüz ve simsiyah durdu. İsmail şaşırıp bıraktı kürekleri. Ne korkunçtur düşmek kavganın haricine. Bir ürperme geldi İsmail'in içine. Ve bir balık gibi ürkerek, bir sandal bir çift kürek ve durgun ölü bir deniz şeklinde gördü yalnızlığı. Ve birdenbire öyle kahrolup duydu ki insansızlığı yıldı elleri, yüklendi küreklere, kırıldı kürekler. Sular tekneyi açığa sürüklüyor. Artık hiçbir şey mümkün değil. Kaldı ölü bir denizin ortasında kanayan elleri ve emanetiyle İsmail. İlkönce küfretti. Sonra, «elham» okumak geldi içinden. Sonra, güldü, eğilip okşadı mübarek emaneti. Sonra... Sonra, malûm olmadı insanlara Arhaveli İsmail'in âkıbeti...
6,037
nazim
Aşk Mönüsü Sen sabahlar ve şafaklar kadar güzelsin sen ülkemin yaz geceleri gibisin saadetten haber getiren atlı kapını çaldığında beni unutma ah! saklı gülüm sen hem zor hem güzelsin şiirlerimin ılıklığında açılmalısın sana burada veriyorum hayata ayrılan buseyi sen memleketim kadar güzelsin ve güzel kal
329
nazim
Ayağa Kalkın Efendiler Behey! kaburgalarında ateş bir yürek yerine idare lambası yanan adam! Behey armut satar gibi san'atı okkayla satan san'atkar! Ettiğin kâr kalmayacak yanına! soksan da kafanı dükkanına, dükkanına yedi kat yerin dibine soksan; yine ateşimiz seni yağlı saçlarından tutuşturarak bir türbe mumu gibi damla damla eritecek! çek elini sanatın yakasından çek! Çekiniz! Bıyıkları Pomatlı ahenginiz süzüyor gözlerini hala karşı! Fakat bugün ağzımızdaki ateş borularla çalınıyor yeni sanatın marşı! Yeter artık Yenicimi tıraşı, yeter! Ayağa kalkın efendiler...
608
nazim
Bayramoğlu... Mahpusanedeyim. Mahpusanede kalbimin kanayan çıplak ayakları ne zaman çok uzun bulsa yolunu, hatırlarım bilmem neden Azeri yoldaşım Bayram Oğlunu: Baki. Gece saat iki sularında.. Karaşehrin kara damlarında yatanlar görüyor kanlı renklerin nescini uykularında.. Yıldızların altında kara neft burguları hışırdıyor servilikler gibi derinden yüreğinden. Bakıyor uykulu sarı gözler kara topraktaki yağlı neft birikintilerinden. Gök kara, yıldızlar sarı. Tek katlı, düz damlı dört köşe tas dükkanların kapalı kara kapıları. Karaşehrin kara damlarında yatanlar görüyor kanlı renklerin nescini uykularında. Baki. Gece saat iki sularında Taşlarda yuvarlanan nal ve tekerlek sesleri. Seslerde seslenen sesler.. İşte bir fayton geçiyor geçmede geçti: son evlerin yakınından uzağından ırağından.. Kara bir lanettir ki bu, kopmuş geliyor gecenin dudağından... Bu faytonun fenerinde dehşeti var: hançerle oyulmuş kor ve derin gözlerin.. Taşlarda yuvarlanan nal ve tekerlek sesleri Gittikçe uzaklaşan, gittikçe alçalan sesler... Ortada demiryolu, sağ yanda Karaşehir; solda fabrikaların duvarları yükselir. Karşıdan fayton gelir. içinde Bayram Oğlu. Bağlanmış kolu Bayram Oğlunun.. Karşıdan fayton gelir içinde Bayram Oğlu. Jandarma sağı, Jandarma solu Bayram Oğlunun... Kolunu bağlamışlar kanadı kırık değil.. Gözünde toplanan hıçkırık değil... Gözleri ışık dolu Bayram Oğlunun. Karşıdan fayton gelir, içinde Bayram Oğlu. Ölümdür yolu Bayram Oğlunun Bayram Oğlunun...' KALBİMİ BUNALTAN BU DÖRT DUVAR MI? ÖLÜMDEN ÖTEYE KÖY VAR MI? ? ?
1,623
nazim
Beş Satırla... Annelerin ninnilerinden spikerin okuduğu habere kadar, yürekte, kitapta ve sokakta yenebilmek yalanı, anlamak, sevgilim, o, bir müthiş bahtiyarlık, anlamak gideni ve gelmekte olanı.
214
nazim
Bir Ayrılış Hikayesi... Erkek kadına dedi ki: -Seni seviyorum, ama nasıl, avuçlarımda camdan bir şey gibi kalbimi sıkıp parmaklarımı kanatarak kırasıya çıldırasıya... Erkek kadına dedi ki: -Seni seviyorum, ama nasıl, kilometrelerle derin, kilometrelerle dümdüz, yüzde yüz, yüzde bin beş yüz, yüzde hudutsuz kere yüz... Kadın erkeğe dedi ki: -Baktım dudağımla, yüreğimle, kafamla; severek, korkarak, eğilerek, dudağına, yüreğine, kafana. Şimdi ne söylüyorsam karanlıkta bir fısıltı gibi sen öğrettin bana.. Ve ben artık biliyorum: Toprağın - yüzü güneşli bir ana gibi - en son en güzel çocuğunu emzirdiğini.. Fakat neyleyim saçlarım dolanmış ölmekte olan parmaklarına başımı kurtarmam kabil değil! Sen yürümelisin, yeni doğan çocuğun gözlerine bakarak.. Sen yürümelisin, beni bırakarak... Kadın sustu. SARILDILAR Bir kitap düştü yere... Kapandı bir pencere... AYRILDILAR...
925
nazim
Bir Dakika Deniz durgun göl gibi, gitgide genişliyor Sular kayalıklarda nurdan izler işliyor, Engine sarkan gökler baştan başa yıldızlı.. Şimdi göğsümde kalbim çarpıyor hızlı hızlı. Göklerden bir yıldızın gölgesi düşmüş suya Dalmış suyun koynunda bir gecelik uykuya Bazan uzunlaşıyor, bazan da kıvranıyor Durgun suyun altında bir mum gibi yanıyor Yakın olayım diye bu gökten gelen ize Öyle eğilmişim ki kayalardan denize Alnımdan düşen saçlar yorulmuş suya değdi Baktım geniş ufuklar başımın üstündeydi Bilemem nasıl oldu geldi ki öyle bir an Yenilmez bir haz duyup denize atılmaktan Kurtulmak ne kolaymış faniliğimden dedim Doğruldum atılırken bir dakika titredim Bir dakika sonsuzluk doldu taştı gönlümden Bir dakika bir ömrü kurtarmıştı ölümden.
781
nazim
Bir Fikir Ne güzel denilen bir yüze değil, Sevdaya vurgundur benim bu gönlüm. Geceye, mehtaba, gündüze değil, Hayata bağlıdır kalbdeki düğüm. Göğsüme hangi renk saçlar yayılsa, Kalbimi saracak gölge aynıdır, O ruh, Kabe'de de secdeyi kılsa, Dua'nın gittiği ülke aynıdır.
289
nazim
Bir Gemici Türküsü... Rüzgâr, yıldızlar ve su. Bir Afrika rüyasının uykusu düşmüş dalgalara. Işıltılı, kara bir yelken gibi ince direğinde geminin. Geçmekteyiz içinden bir sayısız bir uçsuz bucaksız yıldızlar âleminin. Yıldızlar rüzgâr ve su. Başüstünde bir gemici korosu su gibi, rüzgâr gibi, yıldızlar gibi bir türkü söylüyor, yıldızlar gibi rüzgâr gibi su gibi bir türkü. Bu türkü diyor ki, «Korkumuz yok! İnmedi bir gün bile gözlerimize bir kış akşamı gibi karanlığı korkunun.» Bu türkü diyor ki, «Bir gülüşün ateşiyle yakmasını biliriz ölümün önünde sigaramızı.» Bu türkü diyor ki, «Çizmişiz rotamızı dostların alkışlarıyla değil gıcırtısıyla düşmanın dişlerinin.» Bu türkü diyor ki, «Dövüşmek..» Bu türkü diyor ki, «Işıklı büyük ışıklı geniş ve sınırsız bir limana dümen suyumuzda sürüklemek denizi..» Bu türkü diyor ki, «Yıldızlar rüzgâr ve su...» Başüstünde bir gemici korosu bir türkü söylüyor; yıldızlar gibi rüzgâr gibi, su gibi bir türkü..
1,008
nazim
Bir Komik Adem Gözleri, kulakları, elleri, ayaklarıyla, han hamam, apartıman ve konaklarıyla, çatal, bıçak, tabak ve bardaklarıyla, 16 sayfaları, baskı makinaları-tanklarıyla, yamak ve yardaklarıyla hücuma kalktılar! .. hele içlerinde öyle bir tanesi var, öyle bir tanesi var ki: İnsanın yüzüne öyle bakar, Öyle melûl bakar ki: toka edersin eline papelini. Ve sıkar sıkmaz onun belini sivri dilli, zilli bir bebek gibi çırpar elini.. O komik bir âdemdir. Portakal oğlu zâdemdir. * Han, hamam, apartıman ve konaklarınızla, çatal, bıçak, tabak ve bardaklarınızla, yamak ve yardaklarınızla hücuma kalktınız! Hak varsa eğer, hücuma kalkmak hakkınız.. Efendiler, ikinizle teker teker paylaştık kozumuzu! şimdi sıra onun, gelsin o! ! Gel. Sen: İtlerini öne itip karanlıkta yol kesen hatip! ! ! Sen: Beşinci Mehmedin saltanatını, Halifenin altın nallı kır atını, papellerin kat katını ve teneke suratını, doldurup torbana sıska sırtında taşıyorsun.. Torbanı doldurmak için yaşıyorsun. Bana gelince ben: geniş omuzlarımda dimdik bir kelle taşıyorum. Ve yaşıyorum: kellemin içindeki için.. Farkındayım niçin: kan fışkırıyor bana bakan 'ateş feşan? ! ' gözlerinden... Ve niçin: cümleler ezberlemişsin Fehim Paşanın sözlerinden... Fehim Paşanın hayrülhalefi, bize sökmez afi.. Çıkmak istediğim yaldızlı merdiven yok. Kalbimin elinde ipekli eldiven yok.. Çıplak bir yumruk gibi kalbimi soymuşum. Kellemin içindeki için, kellemi koymuşum.. Sen... Hayır... Seninle böyle konuşmak istemem.. Hem, ben ki yegâne asaleti dişli düşmanla boğuşmakta bulanım, seninle boğuşmak istemem.. Sen bir komik âdemsin. Portakal Oğlu zâdemsin. toka ederler papelini, sıkarlar senin belini, sivri dilli, zilli bir bebek gibi çırparsın elini. Sen bir komik âdemsin! .. Sen... Fehim Paşanın hayrülhalefi......................... Bu kadarı kafi.......
1,916
nazim
Biz kulede bir başına bir adam oturur önünde milyonlarca düğme var düğmenin birine bastı mıydı bizlerden biri ya kolunu kaldırır ya adam öldürür ya çişini eder tereci tere satar biz vatan satarız biz kurşuna dizeriz düşünceyi hiçbir şey düşünmiyeceksin hatta hiçbir şey düşünmediğini bile bir ilacımız var bizim şırınga ettik mi insana istediğimizi söyletiriz biz insan eti yeriz pek güzel oluyor nohutlu yahnisi ucu kurşunlu kırbaca pek meraklıyız kapıya şapkanı as gir içeriye yat karımızla biz görünce şapkayı döner gideriz rahatsız olmayın diye çocuklarımız kıçlarına etiket yapıştırılır piçhanelerde yetiştirilir yatağa yatmadan yastığın altına bak oraya girmiş olabilir bizlerden biri geçenlerde güneş tutuldu ya bu fesatlığı da biz yaptık propaganda kuvvetiyle en iyisi bizi asmak bizi kesmek hapislere atmak bizi bizi atomlamaktır
894
nazim
Bulut mu Olsam Denizin üstünde ala bulut yüzünde gümüş gemi içinde sarı balık dibinde mavi yosun kıyıda bir çıplak adam durmuş düşünür. Bulut mu olsam, gemi mi yoksa? Balık mı olsam, yosun mu yoksa? .. Ne o, ne o, ne o. Deniz olunmalı, oğlum, bulutuyla, gemisiyle, balığıyla, yosunuyla.
314
README.md exists but content is empty. Use the Edit dataset card button to edit it.
Downloads last month
26
Edit dataset card