page_content
stringlengths
1
4.1k
metadata
dict
Memleket bu hal ve şerait alhnda iken, gel zaman git za­ man, Slovakçada bir kitabım yayınlandı. Tarihin o döneminde Slovaklarla Çekler aynı devletti ve ikisi de bir üçüncü devletin vesayeti alhnda bulunmakta idiler. Bir gün velayetçinin seksen vilayete bölüneceği, bunların da birbirlerinden uzaklaşıp kanlı bıçaklı olacakları kimin aklına gelirdi? Ama, dedik ya, her işte bir hayır. Kitabımın Bratislava dedikleri yerde yayınlanmasından bir süre sonra, oradan bir mektup aldım. Buranın Yazarlar Birliği beni kentlerinde üç beş gün konuk etmek istiyordu. Eskiden hiç ihtiyaç duymadıkları imza günleri düzenliyorlarmış, arhk okutamadıkları kitapları böyle okutmaya çalışıyorlarmış. Oysa bunlar velayet altındayken yüzbinlerle kitap basarlar, insanlara neredeyse bedava dağıtırlardı. · Çağrıyı alınca hemen hayallere kapıldım. Bu mektup bendeki küllenmiş korlan alevlendirdi. Bir kere, Bratislava'nın ardından Prag' a doğru da uzanabilirdim. O kadar zaman birlikte yaşamış insanlardan bir kısmını ziyaret edip ötekini etmemek taraf tutmak olurdu. Sonra, ne olsa Prag, Prag' dı. Ama, hiç eveleyip geveleme­ ye neden yok; beni asıl alevlendiren, buralara giderken Viya­ na' dan geçme fırsahnın doğması. Üstünden basıp geçmek yet­ mezdi. Dönüşte ne yapıp yapıp Viyana' da birkaç gün kalacakhm. Demek, 'Barok', diye başlayan takınh benden çıkıp gitme­ miş! Geri çekilmiş. Barok bir kente geniş soluklu hikayeler uy­ durma hıtkusu. Beni buna dürten şeyin ne olduğunu hiç anla­ yabilmiş değilim. İstek içimde kabardıkça adımlarımı bile şaşı­ rıyordum. Niye? Buna hiçbir yanıtım yok. Prag'ın o zamanlar bile çok, çok eski olan kilise alanı, Ba­ ruthanenin çizgileri, Voltova üstündeki köprüler, özellikle Şarl Köprüsü -bilmem hala duruyor mu, yoksa Mostar gibi o da top ateşi altında yokolup gitti mi?-yukarı kentin, sarayların ırmak suyuna düşen hayalleri, burçlar, sessizlik, tıpkı Bratislava'nın eski dar sokakları, kalesi, kulesi, çokuluslu otellerin şımarık ışıltılarının da silemediği kederi gibi, sancılarımı körüklüyor, beni sırtımdan Viyana'ya itiyordu. Elbette, bu artık, ondan yıllar yıllar önce Münih'ten gece trenine binerek kırk saatliğine indiğim Viyana değil. 19
{ "page": 19, "source": "/content/downs/Adalet Aaolu_Romantik Bir Viyana Yaz.pdf" }
Yaş yirmi iki. Ah tutku, coşkular ahhh! Tarihte o zamanlar böyle şeylerin kırıntılarına rastlanırdı. Gardan çıkmışım, upuzun bir cadde boyunca yürümüşüm. Serin bir güz sabahı. Gün yeni yükseliyor. Gece uyumadım, ama bu kentin bir günde altım üstüne getirebilirim. Rüyaları­ mın kenti. Dünyalar benim. Hayat ise sanki, gençlik hayallerimin burnunu sürtmek için var. İki yanımda yıkılmış yapılar görüyordum. Bir başka cadde boyunca daha yürümüş, hiçbir yanda ne Strauss'un, ne Schu­ bert'in izine rastlamıştım. Kendimi ansızın Habsburglar'ın yazlık saray kapısı önün- de buldum. Divan kapısı! Dolmabahçe mi demiştim, Beylerbeyi mi, Yıldız mı? Hiçbiri değil. Viyana Kapısı. Schönbrunn, karşımda enlemesine uzun, sabah ışıltıları al­ tında mahmur yatıp duruyor. Saray, önünü çakıllı bir düzlüğe, arkasını ormana vermiş, bir gece önce Gluck'un nağmeleriyle öpülüp okşanmış duvarları esneyerek uyanıyor. İki yam mer­ mer merdivenli büyük kapı açılıyor, İmparatoriçe Mari-Terez ve on altı çocuğu cıvıltılarla parka dökülüşüyor; Neptünlü ha­ vuzun yanına koşuluyor; zaten güzel sesiyle iyi şarkı söyleyen İmparatoriçe, buyruğundal<ilere, bahçevanlara çiçek tarhları, ağaçlarla ilgili isteklerini bildirirken kuşlar gibi cıvıldıyor; eski­ den av avlanan koruluklarda Viyanalılar sabah gezintilerini ya­ pıyorlar; ben de ortadaki geniş divanyolunu geçip, sarayın neo­ gotik ön girişine ulaşmak üzere merdivenleri tırmanıyorum; büyük kapının iki yanında iki saray muhafızı, beni içeri buyur etmek için beklemekte ... Hiçbiri değil. Sarayın bütün kapıları kapalıydı. Sokaklar­ dan savaş yıkıntılarını kaldırmak için bütün Viyanalıların gece gündüz gönüllü çalışmış olmalarına karşın, hala yıkık duvarlar, molozlar, onanma alınmış kubbeler, seralar, tramvay, tank-top yolları için bir ucundan dilinmiş yorgun bir park görünüyordu. Bütün her şey, zamanın o parçasında, ağır bir ameliyattan sonra yaralarını sarıyordu. 20
{ "page": 20, "source": "/content/downs/Adalet Aaolu_Romantik Bir Viyana Yaz.pdf" }
Geniş yollukların iki yanındaki ateş çiçeklerine dahi sinmiş yorgunluk bana da bulaşmış gibiydi. Dönüp yeniden divan ka­ pısı önüne geldim. Buralarda bir tramvay durağı olmalıydı. Vardı. İstanbul tramvaylarına benzeyen bir tramvay? Bekledim. Geldi. Bindim. Gece yatacağım yeri peylerneden Viyana'yı fethe, şey, keşfe çıkmıştım. -Yoksa genlerimde çapaçul fetih tohumları mı giz­ li?- Öyleyse bile, fetih başlamadan bitiyordu. Daha iki durak gitmeden tramvay durdurulmuş, kazılmış toprak rengi üniformalarıyla askerler beni: "Vize? İzin?" diye sorguya çekmişler, kent içi bir tramvayda vize hiç aklıma gel­ mediğinden de geri çevirmişlerdi. İçlerinden biri, cıvıltısı büs­ bütün solmuş bakışlarımdan etkilendi herhalde. Yarımyamalak Fransızcası -ki o çağda yaygın bir dildir,-ağzında bol votka kokusuyla -bu da tarihin o sayfasında albenisi yüksek bir içki diye geçmekted ir,-bana 'Birleşmiş Cumhuriyetler Ülkesi'ne girmekte olduğumu, fakat bunu vizesiz, izinsiz yapamayacağı­ mı söylemişti. Dehşet içindeydim. Bir caddeden ötekine, ben bu izni nere­ den, kimden alabilirdim? Hele 'Birleşmiş Cumhuriyetler Ülke­ si' sözkonusu iken? Eski Ankara' da, oturduğumuz ilk Ankara evinde, bizim ta­ raftan olduğu gibi 'ötekilerin' tarafından da mutfağa açılması gereken, ama hep çakılı tutulan bir kapı vardı. Bizler, bu yan­ dan 'onların' yanını hiç göremeyelim diye, kapının anahtar de­ liğine kağıt yapıştırmış lar. Bir seferinde merakımı yenemeyip, kapıya değmeden-dokunmadan anahtar deliğinin 'öte yatn'nı görmek istemiştim. Fakat, deliği örten o lanet kağıt yüzünden hevesim kursağımda, kursağını da aklımda kaldı. Dernek, bendeki bu anahtar deliği merakı, böyle, çocuklu­ ğumun o döneminden!. Gel zaman, git zaman, Büyük Ata(M)nın öldüğü günün ge­ cesi, bizler sel gibi gözyaşı dökerken, kapının 'öte yaka'sından müzik sesleri, gülüşmeler işittik. Ben buna çok içerlemiş, ileri 21
{ "page": 21, "source": "/content/downs/Adalet Aaolu_Romantik Bir Viyana Yaz.pdf" }
atılmış, ancak, kendim biryana, kapının 'öte yaka'sına yine ba­ kışımı bile geçiremeyip, anahtar deliğinden geçire geçire bir sü­ pürge çöpü geçirebilmiştim. Ama bende, bunu yapmakla da övünebileceğim bir değişiklik olmadı; boyum atmadı, büyüme­ dim. Tam karşıtı, galiba biraz çektim, büzüldüm, küçüldüm. Anahtar deliğini örten kağıttan öte yakaya süpürge çöpü geçir­ diğimi öğrenen büyükler, korkutucu ünlemlerle kapının o ya­ nında 'Öteki Tür' den insanların yaşadığını söylediler de ... Yanmış yıkılmış bir Avrupa ortasında, savaş sonrası, artık öte tarafa geçen tek şey herhalde süpürge çöpü olmayacaktı. Kırk saatliğine bunun için, bu özgürlük duygusuyla oralarda değil miydim? Tarihin onca sayfası yeniden boşuna o kadar kanlanmış, oluk oluk gözyaşlarıyla ıslanmamıştı ya? Bu akılla adımımı tam Viyana Kapısı'ndan içeri atmıştım, geri çevrildim. Öyle bir geri püskürtülüş ki, Kahlenberg tepe­ sinde çadırlarını, erzaklarını, kahve ve sancaklarını bırakarak kaçan Osmanlı Ordusu herhalde benden iyi durumda idi! O dehşet geri püskürtülüşün hızıyla baktım, yeniden az önce bulunduğum tramvay durağındayım. Elbette şimdi gidiş­ te değil, dönüşte; inişte ... Viyana'yı sadece iki uzun cadde, bir yazlık saray ve parkı, üç de toprak rengi işgal, affedersiniz, 'müttefik' askeri; ben, onlar ve ötekiler sanarak ... Başka hiçbir durakta bekleyemeden, hiçbir tramvaya binemeden, kırk saat hep aynı çember içinde dönüp durarak, Üçüncü Adam'ın esra­ rengiz Viyana kanalizasyon labirentlerine nereden daldığını bi­ lemeyerek. Oysa, bütün Amerika, filmin coğrafyasını soluma­ ya, kimi kendini Graham Greene, kimi de Orsan Welles sanma­ ya koşuyormuş! Bense, süpürge çöpünün açtığı topluiğne başı delikten hayal meyal kara erkek iskarpinlerini koklayan bir ke­ di seçebilmiştim, o kadar. O çağlarda, birinci Viyana kuşatmamdan elimde kalan bunlar ve daha eşikteyken geri püskürtülüş! Ama işte, yıllar sonra Viyana'ya ikinci sefer. Teçhizatım, bi­ lenmiş tutkum. Daha ne olsun? Üstelik bu defa kente Münih treninden inmedim. Kuzeyden geldim, Bratislava' dan. Franz-Josefs Garı'ndayım. Güzel sesli Maria-Theresia'yı hatırladım. Beli kırık prensesi de. Tutkum baskınlaştı. Bir tak- 22
{ "page": 22, "source": "/content/downs/Adalet Aaolu_Romantik Bir Viyana Yaz.pdf" }
siye bindim. Solumda Tuna kanalı. Kanaldan öteleri, bu güz gününün akşamında, alçak gri yapılarıyla dilsiz. Franz-Josefs Kai boyunca gittik. Bir aralık Stephansdom'un, Aziz Stefan Katedrali'nin alemini gördüm, günbatımı renklerini yırta yır­ ta göğe saplanıyordu. Aşağı, güneye kıvrıldık. Onlar o za­ manlar yüzük demişlerse de, bilezik bilezik bölgelere ayrıl­ mış kentin içteki en dar halkasının, Opernring'in bir ucunda taksiden indim. Opera ve çevresi gölgeliydi. Ama batı ucundan yumuşak bir ışık vuruyor, gölgeli alanları, önünde uzanan caddenin giri­ şini yaldızlan dırıyordu. Opera'nın arkasından, ışıltılı yanından yürüdüm. Az sonra sırtımı Albertina'ya vermiştim. Ulusal Kitaplığın açılmasını beklemekteyim. Sözde sabahın çok erken saatiymiş de, kitaplık memurları henüz yeraltı trenlerinden inmemişler. Ben, onu orada bulaca­ ğımdan eminmişim. Tam bugün, bu saatte. Londra' daki ilk kar­ şılaşmamızda değil ama, ikincisinde, hamburgerci kapısında karşılaşınca sözleşmiştik. Öyle ya, yeğenlerim, "Acıktık, acık­ tık. .. " diye acele ediyorlardı. Self servis tepsileri de çok güçlük çıkarıyordu, insanlar kuyrukta, arkadan itiyorlardı. Yine de iş­ te, zihnim gün gibi aydınlık, rüyamda görmüş değilim. Biraz telaşla da olsa, üçüncü kere, rahat rahat Viyana Ulusal Kitaplı­ ğı'nda buluşmak üzere sözleşmiştik biz. �aten, Bratislava çağ­ rısını neden kabul etmiş, o güzelim Pılag kentinde neden daha fazla kalmadan buraya koşmuştum ki? O henüz ortalarda görünmü yor. Ben erken gelmişim. Sabır­ sızım. Ya göremezsem, kaçırırsam? Yok ama, o da zaten bu aynı barok kapıdan girmeyecek mi? Tam o an, Hyde-Park'ın oralarda dilime takılan tümce bir yeniden dirilişe uğramaz mı? Üstelik Müzayede Sarayı'nın bu­ lunduğu sokaktan gelip buyana kıvrılan Mustafa Kemal, Sofya Ataşemiliteri haliyle aynı cümleyi söylev tonunda yankılamaya başlamaz mı? Daha doğrusu o öyle, vurgulayarak söylüyor ama, sözcükler az aşağımdaki kilisenin duvarlarına çarparak yankılanıyor. Vurgulu çalgılar hamam kubbesi altında nasıl yankılanırsa öyle: 23
{ "page": 23, "source": "/content/downs/Adalet Aaolu_Romantik Bir Viyana Yaz.pdf" }
Irkçılık, milliyetçilik kavramlarına yabancı olan, sınırsızlık, son­ suzluk, giderek belirsizliği amaçlayan barok, Ortaçağ'ın koyu karanlık gecesini tarihin sayfaları arasına gömüp, Rönesans'ın akılla, düzenle, cetvelle geniş geniş yollarını açtığı büyük keşifler zaferini karnavallar, taklar, atlar, arabalar, meşaleler, apoletler, arşidük bıyıkları, kadriller, polkalarla görkemli bir geçit töreni halinde kutlamaktır. Bütün tannan yankılanışlarına karşın bu, yarı at nah, yarı kazaska takırtılı uzun tümcede, haketmeyle hazıra konma arası gidip gelen, aranağmelerinde zeybekten valse, valsten zeybeğe geçen bir şeyler vardı; esrar, tütün ve gülsuyu kokuyordu. So­ kağın ucunda, köşebaşında da, baktım, Mustafa Kemal'in ken­ disi değil, yüzünde hiç bilmediğim bir anlamla yeni bir büstü, kırık bir kolon parçası üstünde duruyordu. Tutku ve boyuneğiş. Zafer ve yenilgi. Gül ve kan. Aşk ve cinayet. Ben, büstün yüzüne, duruşuna böyle anlamlar yakıştırır­ ken o da şekilden şekile girmiş, derken, beyazperdede yanıp eriyen pelikül parçası gibi akışkan, ağır ağır silinip gitmişti. Ancak pelikül eriyip bittikten sonra anlıyordum: Bu Mustafa Kemal değildi. Burada buluşmak üzere Londra' da sözleştiğim kimseydi. Yanılgım yüzünden, işte bir kere daha elimden kaçır­ dım! Kendisine orada olduğumu, kitaplığın duvarı dibinde ka­ pının açılmasını beklediğimi gösteremedim. Onu, eriyip git­ mekten, yine silinip yokolmaktan alakoyamadım. Üçüncü kez! -Hani Allah hakkı üçtü? Zaten ona hiç inanmadım. Bari dör­ düncü şansı aramalıyım.- Ama, acaba, kruvaze ceketli, çekinik bir beyefendiye ben bu tarihte, burada randevu vermiş miydim? Vermiştim, vermiş­ tim de belki Ulusal Kitaphk'ta değil, belki... Viyana' da geçirdiğim o birkaç gün içinde, kentin yürüme­ diğim caddesi, sokağı, geçmediğim alanı, oturmadığım kahvesi kalmadı. Fakat, gözümü hangi anahtar deliğine dayasam, öte yakayı göremiyor, aradığımı bulamıyordum. Aslında alanları, sokakları, kahveleri, özellikle de Katedral'in çevresini dolduran herkes oydu ve heyhaaat, hiçbiri o değil! Bukadar çoklukta net­ leşmesi, görünür olması büsbütün güç. 24
{ "page": 24, "source": "/content/downs/Adalet Aaolu_Romantik Bir Viyana Yaz.pdf" }
Bir keresinde, bir U çıkışında apaçık gördüğümü sandım, değildi. Çok benziyordu da, yuvarlak burunlu ayakkabıları bo­ yasızdı, gömleği de çiçekli. Hele çiçekli gömlekle o olması mümkün mü? Üstelik de kolunu, oksijen yanığı saçları olan bir kadının boynuna atmış, o saçları kokluyor. Mümkün değil! Kendisini Katedral'in çevresinde bulacağımı çok umdum. Hatta, birkaç defa, efendiliği üstüne yanıldığımı yüzüme hay­ kıracak kadar netlikle gördüğümü de sandım. İçlerinden biri. o olsaydı, bana el sallaması, merhaba, demesi, utangaç utangaç gülümsemesi gerekmez miydi? Sahi, onun böyle bir gülümsemesi olduğunu nereden bili­ yorum? Hani netlikle hiç görünmemişti? Hani hep belirip beli­ rip siliniyordu? Ayakkabılarının yuvarlak burunlu olduğunu biliyorsam, nereden biliyorum? Buna da yanılım yok. Artık umutsuzdum. Oturduğum kahvelerde durmadan ya­ zıyordum, ama ne yazdığımı da bilmiyordum. Kastamonu, Kü­ tahya, Konya hızla geride kalıyor. Tarih, bozuk para gibi eriyip gidiyor, defter sayfalarım da ... Artık dönmeliydim. Şu son tümceyi de yazayım hele: Viya­ na'ya yağmur yaraşır. Günler geçiyor, aylar. Bütün bir kışboyu Ba-rok. .. diye baş­ layan tümceye uydurulmuş adımlarım eşliğinde odadan odaya geçiyor, oradan buraya gidip geliyordum. Hep, oltamın ucuna vurup vurup kaçan balığı düşleyerek. Yalnız onu. Hayatım bu­ na bağlı. Yine gelir mi? Ya da ben yine gidebilir miyim? Ya hayalet benim peşimi bırakmalı, ya ben onun. Bazı zamanlar tedirginliklerim tutkumu aşıyordu. İçimde, deşilememiş bir yaranın ufunetini taşıyorum ... Bu arada Avrupa çatlamışhr. Mısır patlağı gibi, patırtılarla eleği doldurmakta. Ama ateş söndüğünde, eleğin dibinde ka­ lanlar ne olacak? Şimdiden birçok ceset. Birliğin, sınırsızlığın her yanda terennüm edildiği, çokyön­ lü, değişik renkli kültür etkinliklerinin kapalı salonlardan da ta­ şıp alanlara yayıldığı, ışık-ses-görüntü alaşımındaki müzikten tank ve toplarla Duvaı'ın bir kere daha ve yeniden yeniden gör- 25
{ "page": 25, "source": "/content/downs/Adalet Aaolu_Romantik Bir Viyana Yaz.pdf" }
kemli bir şekilde yıkıldığı, endüstrileşmenin açlığı yolda tarihin modern-sonrası zaferini gururla kutladığı yaz aylarında, kendi­ mi uzun süredir saplantıyla durmak istediğim, deliğine göz uy­ durmak için yanıp tutuştuğum barok kapı önünde buldum. Acelesiz, rahat, önü açık. Arkamdan itilmiyordum, önümden kimse kaçmıyordu. Az önce Venedik'teydim. Neden Venedik, ortalamayı dürt­ menin, aradığımı bulmanın kenti olmadı da, ille Viyana? Anı­ lar? Günlükler? Hayaller? Bilmiyorum. Bu soruların yanıtını hiçbir zaman bulamadım. Bir yazarın neden yazdığının yanıtını tam bulamaması gibi ... Şimdi buradayım. Venedik'ten, oradaki Ölüm'den kaçhm. Canlıyım. Uzunca bir süre için Viyana'dayım. Kentin biraz dı­ şında, ormanın eteklerindeki bir evde, yıllardır gereksindiğim büyük sessizlikteyim. Rüzgarın fısılhsını dinliyorum. Sanırım benimle konuşma­ sını bekliyorum. Ormandan gelen esintilerin, hışırtıların kulak­ larımda uğuldayışı bana hala fazla bir şey söylemiyor. Ortada bir giz var, SEZİYORUM, ta Londra' daki o gündenberi bir şey beni dürtüyor. Fakat aynı zamanda her şey onu benden sürekli kaçırıyor. Tutamıyorum. O zamanlar öyleydi. Hiçbir şey durduğu yerde durmaz, bugün var dediğin, bir anda yokolurdu. Bundan bir süre önce, başka bir yaz, o günlerin haritalarına göre olan Avusturya' da da, bütün Avrupa' da olduğu gibi, bir 'Açıklık Haftası' düzenlenmişti. Artık ortada giz, hayalet, kapı­ nın öteki yanı-buyanı ya da ötekiler-bunlar diye bir şey kalma­ yacaktı. Rathaus'un önünde sarışın kızlar, ulusal (ortodoks) giysileriyle -nedense Kazak değil-dansetmişler, gece inerken Sergey Rijenko elektrogitarıyla bir Amerikalı caz şarkıcısının çok kullanılmış, kullanıla kullanıla tüketilmiş havasını estirmiş­ tir. Oradan geçen eski bir Fransız komünisti ise kendi kendine: "Ölenler niçin öldüler?" diye sormuş. Herkesin tarihboyu sora sora yalama ettiği bu soruyu son defa bir kere daha soran Robert Lafont'dur. Vilayet Parkı'nın bir köşesinde, kestane ağaçlarının alhnda durup, Belediye Sara- 26
{ "page": 26, "source": "/content/downs/Adalet Aaolu_Romantik Bir Viyana Yaz.pdf" }
yı'nın neo-gotik önyüzü alhnda çınlayan 'açıklık rock'uyla tanı­ şanlardan biri de odur. Geçmişin cinayetleri lanetlenmekte, Ser­ gey Rijenko, gitarını çalarken sürekli gülümsemekte, sayıları o tarihte üç yüz bini bulmuş Macar mülteciler, bir o kadar Romen ve Yugoslav kaçak, Mariahillfer' de boydanboya sıralanan dük­ kanların ucuzluk satışlarından edindikleri ganimetlerine sarıla­ rak parkın kanapelerinde soluklanmaktad ırlar. Ganimetler mi? İşte, tencere, tava, elektrikli meyve sıkacağı, kirpik kıvırma aleti falan ... Zamanın araştırmacıları, onların böyle, büyük bir ruh­ sal doygunluğa erdiklerini söylemektedirler. Egzotik meyvele­ rin tadına bakmaları, nice aşklara, tutkulara, öpüşüp sevişmele­ re şimdi bin bedel dondurmayı kıtır külahların içinde yalayıp durmaları da bunun birer kanıtı sayılmaktaymış. Hepsi ganimetlerini birbirine gösteriyormuş. İnsanlardan hiçbir şeyi kaçırmayın. Bırakın ilkin ruhları, yani gözleri doysun. Bırakın onda olan bunda da olsun. Bırakın gariplere, dokunmayın! Ruhlar eskiden tanrının gölgesiyle doyarmış. Nekadar az. Sözünü ettiğim zamanlarda artık başka tanrılar vardı. Bankta oturanlar birbirleriyle elektrikli masaörtüsü süpürgesinin, saç jölesinin, koltukalh spreyinin etiketlerini karşılaşhrıyorlar, Ser­ gey de elektrogitarını daha bir şevkle çalıyormuş: Ye ye ye ye! .. Ben oraya vardığımda hala sürmekte: Ye ye ye ye ... İşte o zaman, kendimden başka hiçbir yere ait olmadığımı, bir anayurdum varsa onun da sadece yazdığım dil olduğunu müthiş bir eziklik, büyük bir gururla algıladım. Bu bende Ser­ gey'in henüz bilmediği bir özgürlük duygusu uyandırdı. An­ cak, bu özgürlüğü ne yapacağımı bilmiyordum. Bu öyle yeni bir sorundu ki, tutkuyla peşinden kovaladığım şeyi, kimseyi o curcunada yakalamam büsbütün güçleşiyordu. Saçmalık nere­ deyse ruhumu ezmiş, aklım ununu eleyip eleğini duvara as­ mak için canahyor, ama tuhaf işte, her zamandan daha canlı­ yım, iştahım yerinde, geride kalan tek yurda, yazdığım dile aşı­ ğım, onda her gün yeni yetenekler, tarif edilmemiş güzellikler buluyorum. Bütün bunlar da ruhumla bedenimi amansız bir kavganın içine sürüyor. 27
{ "page": 27, "source": "/content/downs/Adalet Aaolu_Romantik Bir Viyana Yaz.pdf" }
Gecelerim rüyasız, fakat gündüzlerim düşlerle, karabasan­ larla doluydu. Kafka gözüme minicik görünmekte. Kendini kendi olarak gördüğü böcekten daha küçük: Seninki de Dava mı, Milena'yı sömüren bencil herif? Böyle diyordum, çünkü çaresizlikten, hiçkimsenin dönüp de bakmadığı kitaplar okuyor, onlardan böyle böyle tuhaf şey­ ler öğreniyordum: Bu kitaplardan birinde neredeyse açık açık Kafka denen sinsinin Milena'yı işleri, yazıları, şusu busu için kullanıp kullanıp sonra başından savdığı iddia ediliyordu. Bazan ıhlamur ağaçlarının alhnda Schubert, kuşlarla bir olup şakıyarak geziniyor, sonra da, ben aman demeye kalma­ dan, bu kuşları bestecinin ağzı tel kafesli köpekleri parçalayıp yutuyordu. Strauss, hiç kılı kıpırdamadan, nefesinde vals nota­ ları uçuşarak geçiyor ... Aynı anda barok yapı işçilerinden biri, kireç ocağına düşüyor. Bu yapıya hayranlıkla bakan turistlerin hiç aklına gelir mi, nerdee? Adamcağız, içine düştüğü kireç oca­ ğında yanarken, Graben'la Katedral arasında, uçları yağlı bez topuzdan meşaleleriyle karnaval kuklaları geçmeye başlıyor. Kuklalardan birinin al al şişman yanağında yerküre tarzı iri bir et beni bulunuyor. Katedral'in kapısında dilenciler kraliçesinin kızı Lotta, bacaklarını ayırmış, hazinesini bu iri et benine açıyor. Bazan da ortalığı ölüme benzer bir sessizlik kaplar. Perde­ leri inik bir ath araba, içinde tarihin Yahudi Celladı diye adlan­ dırdığı Hitler, başında Napolyon şapkası, boynunda sırıma ta­ kılı lastik bebek memesiyle, hırsız gibi, casus gibi, teker sesleri hiç işitilmeden geçer. Arabanın içi, Molotof kokteyli derler, çeşit çeşit içkiler, tepsi tepsi yiyeceklerle doludur. Heldenplatz' da araba yavaşlar, dünyanın dörtbir yanından gelip günün o saa­ tinde öbek öbek oralara toplanmış insanlara yaklaşır ve Napol­ yon şapkalı Hitler ağzına lastik memesini alıp bir yandan emer­ ken bir yandan da içki şişelerinden birini ortalığa fırlahr ve alanda, aile başına ortalama üç kişinin kafası gövdesinden ayrı­ larak etrafa saçılır. Ardından ansızın yüksek tonda Mavi Tuna başlayacak, sağ kalanlar birbirlerine sarılıp, ''Ne oldu?" deme­ ye kalmadan dönmeye başlayacaklardır. Alanda, geriye artma­ nın sevinciyle bir neşe, bir kıyamet; uçan kelleler, bacaklar ise ayaklar altında sigara izmaritinden farksız. 28
{ "page": 28, "source": "/content/downs/Adalet Aaolu_Romantik Bir Viyana Yaz.pdf" }
Tabii insan şaşırıyor. Hiç beklemezken öyle ... Birilerine sor­ mak, bi şeyler danışmak istiyor. Kime danışırsın? Ungarn Caddesi'ni, o upuzun yolu, İngeborg Bachmann adındaki tanışı bari görür müyüm ki, diye üç kere gidip gel­ dim. Yokuş-aşağı, yokuş-yukarı. Hem de aynı günde. Bach­ mann' dan bir ize rastlamaksızın. Sadece Malina'yı film yapa­ caklarını öğrenerek. Herhalde, iki aşığın ikisini de aldatan 'fet­ tan kadın'ı çeviriyorlardır. Evet, kime soracaksın? Heldenplatz'da sinsice kurulmuş komployu GÖREN birkaç kişi varsa, onlar da Mavi Tuna' da sü­ rüklenip gitmemek için kendini Mariazell dağlarına atmış, içle­ rinden biri de İnce Memed takma adıyla yıllar sonra Toros­ lar' da görülmüş. Buralarda böyle bir söylence vardı, nekadar doğru, bilmi­ yorum. Sık sık kendi kendime bir hayalet zamanda, bir hayal kent­ te yaşayıp yaşamadığımı soruyordum. Arada sırada Prens Balt­ hasar'a rastlıyordum. Her zaman çok telaşlıydı. Freyung üstün­ deki konağını elinden mi alıyorlarmış neymiş, Belediye İmar İş­ leriyle Tapu Dairesi arasında mekik dokuyor, peruğunun altın­ dan şakaklarına incecik dereler gibi terler süzülüyordu. Linke Veinzeille'yi dolduran Macar, Türk, Çek, Polonyalı ve Nijeryalı -o zamanlar Nigeria İmparatorluğu diye bir İmparatorluk yok­ tu, bunlar küçük bir kabileydi- pazarcıların yine kendilerine benzeyen, kendilerinden olan alıcılarına karşın ya önümde sa­ dece geçmiş hortluyor, ya ortalıkta in cin top oynuyordu. Kim­ di, rüzgar mıydı, kulağıma şöyle bir şey fısıldanmıştı: Boşuna koklamayın, tarihin kokusu yoktur. Ufala ez de bak bakalım, taşın bile kokusu çıkar, değil tari­ hin. (Bizim de şairlerimiz vardır.) Kime söyleyeceksin? Arabalar korna çalar, kaldırımlarda ayak atacak yer yok İstanbul' da, ortalığı çöp götürüyor, tarih pis pis kokuyor. Viyana' da hava nemli sıcaktı. Boğucu, hatta, yorucu. Her şeyden de yakınıp durma, hele güneş çekildikten sonra, kent 29
{ "page": 29, "source": "/content/downs/Adalet Aaolu_Romantik Bir Viyana Yaz.pdf" }
merkezinin bütün alan ve sokaklarından müzik taşıyor; bir kö­ şeden ötekine, bir havuzbaşından berikine akordeonu keman, kemanı gitar, onu da flüt ve klarnet karşılıyor. Nısfiyyenin klar­ net hali Bavyeralı'ya tanıdık gelmektedir. Sonra, ansızın Meksi­ kalı'nın harpı, İspanyol'un tek telli sazı kahır dolu inlemekte­ dir. Rembetiko buzukiyle ağlaşarak kucaklaşmakta ... Bazan da Freud'ün dev böcek duyargaları, duyargaların ucundaki iri patlak gözleriyle üstüme üstüme geliyor, bilinçal­ tıma yürüyordu. Böyle zamanlarda gidip ormanın eteklerinde, sessizlikteki eve sığınıyordum. Bir şeyler yazıyor, rüzgarı, ağaçların hışırtısı­ nı dinliyor, uykularımın arasında ise soruyordum: Freud, açık­ gözlülüğü, kurnazlığıyla sahiden Otto Plötzl'ün buluşları üstü­ ne mi oturmuştu? Bunu o sessizlikte bulduğum başka tuhaf bir kitapta oku­ muştum. Tam böyle değilse de, bir dokundurma. Doğru mu acaba? Soru kafamda belirir belirmez, kısa beyaz sakal bıyığı, ince koyu renk yuvarlak çerçeveli gözlüğü, kalın şeritli fötrüyle Freud, gözüme sahtekar bakışlı biri olarak görünmesin mi? Utanıyordum. Aklım karışıyordu. Marketin serin, soğuk ve normal bölgelerinde çok fazla peynir çeşidi var; hangisini ala­ cağımı şaşırıyordum. Deterjanların herbiri en temiz kendisinin yıkadığını söylemekteydi. Kent merkezine inmeyegör, Kartneı'le Graben'ın kesiştiği yerde buzuki hala inlemektedir: Kurtar beni, kurtar beni! Yanı­ başında Ugandalı küpe satıcısı, delik kulaklara küpe satmakta. O tarihlerde insanlar, ataları gibi, kulaklarını deldirir, kağıttan geçen süpürge çöpü benzeri, bu deliklerden geçirdikleri küpe­ leri sallandırırlardı. 'Delik kulak', 'Kulağına küpe olsun', 'Ku­ lak yırtmak', 'Kulak dikmek' gibi sözler buradan kalmıştır. Bir aralık erkekler kulak deldirmiyor, hiçbir şeyi de kulaklarına kü­ pe etmiyorlardı, ama benim anlattığım zamanlarda yeniden hem kadınlar, hem erkekler kulağı delik hale gelmişlerdi. Bu­ nun sebebi bilinemiyorsa da, kimi incelemeciler: 'Deli deli tepe­ li / Kulakları küpeli' diye bildiğimiz, o gün bugündür günlük hayatta çok yaygınlaşmış bir selamlaşma biçiminin bu dönem­ den kaldığına işaret etmektedirler. 30
{ "page": 30, "source": "/content/downs/Adalet Aaolu_Romantik Bir Viyana Yaz.pdf" }
Küpeler önceleri değerli madenlerden, taşlardan yapılırdı, sonraları sadece taş ve tahtadan yapılmaya başlanmıştır ki, bunlara pet şişelerinden kesme boyama olanlarını da ekleyebi­ liriz. Ugandalı küpe sah cısının veba heykelinin oralarda gelene geçene satmaya çalıştığı takıların böyle şeyler olduğu söylene­ bilir. Bu küçük hususu da burada kaydetmeden geçmeyelim. Dönüp dolaştığım bu yerlerde çok uzun saçlılarla hiç yok saçlılar vardı. Çok soyunuklar kadar fazla giyinikler de vardı. Sözüm meclisten dışarı, kendini peygamber ilan etmişler de ... İşte şu, örnekse: Artık hangi zamanın, hangi dinin peygam­ beri ise -her durakta bir tarikat kurulduğu iddia edilmekteydi­ bakıyordunuz, sabahlan ulemanın toplaştığı Schottenring'de, öğleye doğru, eskiden bildiğimiz yazlık sarayın halka en açık parkı ucunda, Hietzing' de, öğlenleri mutlaka Linke' de, öğleden sonraları Herrengasse'nin gölgeli tarafında, Cafe Central dedik­ leri Merkez Kıraathanesi önünde, akşamları Aziz Stefan Kilise­ si'nin -sizlere Katedral de dediğim- dörtbir yanında, geceyarı­ sından sonra da kente girip çıkanların bol olduğu Terminal'de görünüyor, o saatte oraya ulaşan uçak, otobüs yolcularını geniş selamlarla karşılıyordu: Gelin, gelin, vebadan korkmayın. Sizi kurtaracağım! Sizi kurtaracağım! Arada sırada yüzü bana tanıdık gelmiyor değildi. Ama çı­ karamıyordum. Af buyurun, bu çılgın, bu güzelim, bu cafcaflı ve aynı zamanda da son kerte simetrik post-barok (Ne dedim?) hayatın ortasında insanlara vebadan sözetmesi çok saçmaydı tabii. Durup dururken ortalığa tedirginlik salıyordu. Buna hiç gerek yoktu, çünkü sakallı sakallı adamlar, buldukları her alan­ da binlerle Veba cildi yakıp duruyorlardı. Ayrıca Linke deyi­ yecek dolup taşıyordu. Sacher'den, Aida'dan soprano sesler gi­ bi nefis pasta kokuları yayılıyordu ortalığa. Şu yanda deniz mahsulleri, bu yanda şampanya ve vals, orada sihirli flüt, bura­ da Hindistan cevizi ve papaya ... Bu bolluk, bu fetret dönemin­ de buzuki de saçmalıyordu tabii ki: Kurtar beni, kurtar beni!. Demek, tarihin hangi zamanında olursa olsun, bir "Beni kurtar!" diye inleyenler, bir de "Sizi kurtaracağ ım!" diye haykı­ ranlar vardı. "Sizi kurtaracağım!" diyenlerin olması için ilkin "Beni kurtar ... " diyenlerin olması şarttı. 31
{ "page": 31, "source": "/content/downs/Adalet Aaolu_Romantik Bir Viyana Yaz.pdf" }
Bizimkisi ise, gün atarken artık Lugeck' dedir. Fırından bir ekmek çaldığı için asılan adamların idam sehpasında sallanışla­ rına bakıp, dili dışarda güler gibi duruşları, korkudan ödü bo­ kuna karışmanın örtülmesi sayacak: "Korkma, kurtulacaksın. Seni kurtaracağım ... " diye haykıracaktır. Son defa onu orada gördüm. Gerçi o gün ve saatte Lu­ geck'in bilmem kaç asırlık darağacında asılmış kimse görün­ müyordu, ama herhalde, ne olur ne olmaz, diye, Peygamber, görevi başında bulunmaktaydı. Bir an bana, yine ötekiymiş gibi geldi. Sakın, artık hayaleti yakalamış mıydım? Gerçekten de, bu sefer silinip gitmiyor . Gitmiyor ya, ben kesinlikle oyum, diyen bir yanı da yok. Zaten onu o, bunu bu sanmam çok saçma. Şurada burada üstlerine 'Hiçkimse' lev­ hası asılı tonla insan var; bukadar 'Hiçkimse' arasında bana hayal meyal görünüp duran o kimseyi nasıl bulacaksınız ki? İsterseniz artık karşınızda duvar da olmasın, önünüzde kapalı kapı. Bir kente özel bir hikaye uydurulamayacak tarih parçasın­ da yaşıyordum. Hava hep ağır. Günlerdir yağmur yağmıyor. 'Heurigen'lerde fıçı fıçı taze mevsim şarabı tüketiliyordu. Kiliselerin ayin-konserleri her zaman dolup taşıyordu. Kilise iç­ leri serin oluyordu. Pazar dualarının her yaş, her konumdaki müdavimleri, yorgun yüzlü küçük orospular dahil, rahiplerin önünde sıraya dizilip ağızlarına kutsanmış ekmek içi konması­ nı bekliyorlar ... Ama sanki, hepsi tarihsiz. Her şey tarihsiz. Ezsen de, ezmesen de, hangi kokunun peşine takılacaksın? Onu nasıl bulacaksın, hayır canım yani, Viyana'yı nasıl kuşata­ cak, dil yurdunun bayrağını kalelerde, kulelerde nasıl dalgalan­ dıracaksın? Dönüp bakıyordum: Güzel eğimli tepelerin yamaçlarında üzüm bağları mavimsi yaz sisinin altında bana belli belirsiz Uyuyan Güzel şatosunun kulesini sunmaktadır. Tepelerin ince uğultulu rüzgarı ise kulaklara sürekli şu soruyu fısıldamakta: N erdesin, nerdesin, nerdesin? 32
{ "page": 32, "source": "/content/downs/Adalet Aaolu_Romantik Bir Viyana Yaz.pdf" }
Rüzgar böyle fısıldarken Ahmet Kudsi Tecer, bir an yattı­ ğım yerin alacakaranlığında belirmekte, "Hayır, bu değil," de­ memle de silinip gitmektedir. Ama ses, uykumu böler durur: Nerdesin, nerdesin, nerdesin? Ulusal Kitaplığa bu üçüncü ve uzun Viyana ziyaretimde de gidip geliyordum. Benimle orada buluşma sözü veren hayalin çıkıp gelebileceğini gizli gizli hala umarak, burnumu eski kent haritaları, gravürleri arasından çıkarmıyordum. Kitaplarda: Bu­ rada rüzgar bile Viyanalılara fazladan bir ruh dinginliği sağlamak için eser benzeri bilgilere rastlayınca umudum kırılır, büyük tut­ kumun gizi çözmeye, varlığını sezdiğim yüzü görmeye asla yetmeyeceğini düşünürdüm. Tarihçiler tarihi yazmış, yaşayan­ la yazanı kesin bir kılıç darbesiyle ayırmışlardır, ama kulağı de­ likler gibi, tarihin yinelendiği zamanlar da var, yok mu? Haftalar haftalar geçti. Hala da bir otobüs durağında bekliyor oluyordum. Bekli­ yorum. Semt otobüsünün birkaç dakika içinde şu köşeden beli­ receğini biliyorum, nitekim tam zamanında geliyor. Biniyorum. Bu bende, ortalıkta gizli, gizemli bir şeyler döndüğü duygusu­ nu baskınlaşhrıyordu. Oturduğum tepeciğin eteklerindeki emekliler yurdu, arada bir tarihin hayattan ayrılmadığını sanki bana somutlukla kanıtlıyor, bu da çarçabuk siliniyordu. Emek­ liler yurdundan takma ayakları, bacakları, bastonları, tekerlekli alışveriş çantalarıyla asırlık insanlar çıkıyor. Bazıları derisini kemiğini sürükleyerek maden suyu, çocuklarına, torunlarına doğum günü armağanı almaya, kaçamak çukulatalı pasta ye­ meye gidiyorlar. Oysa torunlar-çocuklar, hiçbiri, Noel'e kadar hiçbirini görmeye gelmeyecek. Çocuklarının onları neden bukadar unuttukları gibi bir so­ rum yoktu. Ama torunları bu insanlardan kimbilir kaçının orta­ lama altı Yahudinin ölümünden sorumlu bulunduğunu keşfet­ tiklerinde ne yaptılar, diye soruyordum kendi kendime. Şimdi artık kendileri de yaşlanmış bu çocuklar, bu yüzden mi başka insanlarla gözgöze gelmekten kaçmaktadırlar acaba, diye? Tam bu noktada, ırçılık-milliyetçilik kavramlarından uzak olduğu söylenen barok zamanı kendi zamanıma davet ediyor, onun be­ nimle konuşmasını istiyordum. 33
{ "page": 33, "source": "/content/downs/Adalet Aaolu_Romantik Bir Viyana Yaz.pdf" }
Tarihin ceket-etek ucundan bukadar çekip durursanız, bel­ ki size bir süpürge çöpü işlevi görecek bazı kırıntılar bulursu­ nuz. Ben de buldum ve bir akşamüstü, deliğin kağıdını yırttım. Günbatımı. Kaldığım evin az yukarsındaki kır lokantasın­ dayım. Ağır tahta masalardan birine oturmuşum, yazdıklarım ve yazacaklarımın içinde bana ne tam belli olan, ne bırakıp gi­ den hayali arıyor, bir yandan da taze şarabımı yudumluyorum. Ohh. Güzel bir akşam bu. Mavi sis yine var, ama hafif pembe karışığı. Servisi yapan Anita: "Defteri kapadınız mı?" diye soruyor bana gülerek. Kederli kederli başımı sallıyorum: "Yaz bitiyor. Gideceğim. Kapamam gerekiyor, ama henüz değil." "Her akşamüstü yazdınız. Ne yazıyorsunuz?" ''Bilmem." Boşalan bardağımı alıp gidiyor. İlerde, çimlerin üstünde çocuklar oynaşıyor. Cıvıldaşıyor­ lar. Başımı kaldırdım, karşımda o. Kruvaze ceketi, ucu yuvarlak siyah pabuçları, utangaç gülümsemesi, ceketinin düğmeleri ilikli mi değil mi, diye yoklayan parmaklarıyla ... Telaşla, dilimin ucuna gelen ilk soruyu sordum: "Siz ne arıyorsunuz buralarda?" "Alma Mahler'i arıyordum," diyor efendi efendi. Bozuluyorum: "Ama bunun barokla bir ilgisi yok?" Başını biraz bana yaklaştırıyor, fısıldıyor. Sanki rüzgarın uğultusu: ''Niye olsun ki? Ben bir romantik'im. Fakat, bunu öğrendi­ ğim yer burası işte, bu barok kent." İliklerime kadar ürperdim. Tam şu an nasılsam, öyle. Günlerim sayılı. Umudum kırık. Fakat güneş henüz batma­ dı. Akşamın en dürtükleyen saati. Önümde, pembeliği gittikçe baskınlaşan mavimsi sis. Sisin içinde eriyen asmalar. Asma 34
{ "page": 34, "source": "/content/downs/Adalet Aaolu_Romantik Bir Viyana Yaz.pdf" }
yapraklarının yarı yarıya gizlediği koruk salkımları. Neredeyse olgunlaşmış salkımlar. Jülide, Kınalı Yapıncak. Akşam Güneşi. Maarif Müfettişi. Anadolu Yolları. Küçük kentler, şair öğret­ menler ... Ani ta' dan bir bardak şarap daha istemeliyim. Yazdıkları­ ma, yazamadıklarıma bakmalıyım. Ta yanıma gelen, benimle konuşan hayaleti bu sefer tutmalıyım. Onun sisler içinde eriyip gitmesine izin vermemeliyim. Anita, şarabımı getirdi. Ben, kapadığım defteri açtım. O da ne? Nereden çıktı lise tarih dersleri(m) şimdi? 35
{ "page": 35, "source": "/content/downs/Adalet Aaolu_Romantik Bir Viyana Yaz.pdf" }
III. Tarih Ders leri (Kastamonu) "Günaydın sevgili çocuklar. Oturun. Oturun. Ooo, sıraları­ nız da nekadar gıcırdıyormuş canım! Hep böyle midir bunlar? Neyse, oturunuz bakalım. Fakat, sizler öyle durmadan kıpırda­ nırsanız ben, dişetlerim sızlaya sızlaya nasıl ders anlahrım? "Pekalaaaa, işte karşınızda bu seneki tarih öğretmeniniz. Tahta gıcırhsından tüyleri diken diken olan mızmız bir herif. Yaş yirmi beş. Yolun başı. Tarihi anlatmayı sever, şiiri yazmayı. En birinci dostu edebiyattır. Yani, bazılarına göre, 'hayali şey­ ler'. "Arkamdan başka söyleyecekleriniz varsa -ki daima olur­ bunları bugün bir bir, şöyle gözlerimin önünde ortaya dökelim, bu iş bitsin. Biz de dersimize bakalim. Dırılh ve dedikodu ha­ nemizden uzak dursun. Baksanıza efendim, kız-erkek karışık müstesna liselerimizden biri burası. "Evet, ilk tayin, ilk lise, ilk ders. "İnanın sizlerden heyecanlıyım yavrularım. Benim güzel kızlarım, efendi oğullarım. "Demincek mızmızlığımdan, hayakiliğimden dem vur­ dum, güldünüz, amennaaa ... Peki şimdi niye güldünüz? 'Yav­ nilanm' dedim diye mi? Doğrudur, bellidir. Aramızda gelinlik 36
{ "page": 36, "source": "/content/downs/Adalet Aaolu_Romantik Bir Viyana Yaz.pdf" }
kızlarımız, kazık kadar oğlanlarımız da var. Belki içinizde yaşı benden büyük olanlar bile vardır. Fakat, ne yaparsınız, beni de buraya, tarih öğretmeniniz diye gönderdiler. Bekarım. Çöpsüz üzüm. Pislik sevmem, biraz fazla titizim. "Yaaa, dernek bunları zaten biliyordunuz? Adım sayın ba­ yanlar, baylar ... Kim söyledi? Yusuf kim? Kimseniz kalkınız ba­ kalım ayağa Bay Yusuf. Aaa, nasıl da sarışın, pembe beyaz bir şey ayol! Peki, peki, söyleyin, neymiş adım? Güzeeel, tastamam böyle. Kamil Kaya. Doğru öğrenmişsiniz, bravo! Kızmayın ca­ nım, alay etmiyorum ki. Milli Eğitim Müdürlüğü'nde bana hep 'Kemal Bey ... ' deyip durdular da ... Bir türlü Kamil, dedirteme­ dim. Ben düzeltirim, onlar yine, Kemal Bey ... Yaaa, dernek dayı­ nız bu okulda muhasip de ordan ... Memnun oldum. Ancaaak, dersimde anlattıklarımı da bekarlığını, titizliğim vesairem gibi aynen aklınızda tutacaksınız. Bunu yaparsanız, beni daha memnun edersiniz. Teşekkürler ve oturun. "Evet hanımefendile r, beyefendiler, tarih, lise iki. Türklerin İslamiyete geçişlerinden başlıyoruz. Osmanlı devletinin kuru­ luş yıllarına kadar da geleceğiz. Cumhuriyetimizin otuzuncu yılını kutlamaya hazırlandığımız bu günlerde tarihimize şöyle bir gözatrnak daha bir manalı, yani anlamlı olacaktır. Ama tabii o sıralarda Avrupa'nın, hatta dünyanın hali pür melali ne idi, bunu da gözden geçirmeyi ihmal etmeyeceğiz kÜçük beylerim, genç hanımlarım ... "Durun bakalım, hali pür melal ne dernek, içinizde bilen var mı? Yok mu? Aman edebiyat öğretmeniniz işitmesin, ara­ mızda kalsın olur mu? Çünkü neticede sizlere öğretilen çağdaş edebiyat değil yazık ki, hep en eskiler, en eskiler, eh onu da böyle kulak ardı ederseniz ... Efendiler, sayın bayanlar, beyefen­ diler, hali pür melal, tam da şimdi içinde bulunduğunuz du­ rum dernektir. Sıkıntı, usanç dolu bir durum. "Güldüğüme bakmayın. Daha başlarken, inanın ben sizler­ den çok daha sıkıntılıyım. Sıraların gıcırtısı, sizlerin şimdiden bıkkın haliniz, Yusufun peşin bilgileri, fısıltılar ... Hepsi birer dert tabii. Fakat dostlarım, lisemize bugüne kadar merkezden birer geniş dünya ve ülke haritasının gönderilmemiş bulunması, tarihini anlatacağım yerleri şöyle her daim gözümüzün önünde 37
{ "page": 37, "source": "/content/downs/Adalet Aaolu_Romantik Bir Viyana Yaz.pdf" }
bulunduramamamız ... Benim kederimin asıl sebebi budur genç dostlarım. Maalesef şimdilik tarihi coğrafyasız öğreneceğiz, çünkü, coğrafya dersinde kullandığınız el kadar atlaslar da bi­ zim fazlaca işimize yaramayacaktır. Yine de umudumuz kesil­ mesin. Belki, ilerde beklediğimiz duvar haritalarına kavuşuruz. Gelecek, gelecektir. Durun, bunu not alayım. Tam da yeni şiirim için aradığım söz. "Yalnız harita mı kardeşler, elimizin altında şöyle bol bol gravürle r, resimler, fotoğraflar falan olmalı. Mısır, dedik mi, Al­ lahım, ben sizlere Firavun mezarlarını, Bizans dedik mi Ayasof­ ya'yı her bir yanıyla göster�bilmeliyim. Selçuklu deyince köp­ rüleri, kervansarayları ... Bakın işte, tarih kitabınızda Selçuklu İmparatorluğu diye bir şey çizilmişt ir, ancak koskoca impara­ torluk neyle çevrili, bu yok. Bir iki nehir, bir iki göl resmedil­ miş, o kadar. Bunlar dışında ne yaylalardan, ne dağlardan ha­ ber var. Bilhassa komşular, hiç. Ne yazıyor şurda, okunamıyor bile. İmparatorluk diye gözümüzde canlanan, mücerret, yani soyut kocaman bir boşluk. Bu İmparatorluğun hiç mi bölgeleri, şehirleri yoktur? İsfahan nerede biter, Hamedan nerede başlar, değil mi ya? "Ben bunları zaman zaman tahtaya elle çizeceğim. Artık hayal edebildiğim kadar. Elimden de doğru dürüst resim, çi­ zim gelmez Allah kahretsin! Kimbilir boyutlarda ne yanlışlar yapacağım. Hazer Denizi, diyeceğim, gözünüzde göl, Aral Gölü, diyeceğim umman canlanacak. Öfff, ne yapsak? Artık biraz da kafayı çalıştırırız, çizdiklerimizin içini düşlerimizle doldururuz. Yine niye güldünüz? Kalkın bakayım ayağa, siz­ den çıktı bu kikirdeme. Siz, karakafa arkadaş, kalkın diyorum, söyleyin, gülüş sebebiniz? Haaa Türkçemiz bazan bir alem, herkes her sözü kendine göre bir yana çekebiliyor . Ama sizler de yok musunuz, ah sizleeer, aklınız fikriniz hep ... İlkin söyle­ yin hele, adınız? Aykut. Güzel, Aykut, aklınıza gelen şey bi­ zim de burnumuza kötü kokular getirdi. Hele kız arkadaşları­ nızın. Şimdi bunu temizlemelisiniz, ortalığı mis gibi bir şiirle kokutmalısınız. Hadi, dinliyoruz, bize bir şiir okuyun baka­ lım. Hadi ama, bekliyoruz. Benim cezalarım böyle, buna alış­ malısınız. Hadi Aykut! 38
{ "page": 38, "source": "/content/downs/Adalet Aaolu_Romantik Bir Viyana Yaz.pdf" }
"Oğlum, bu mu şiir? Şiir bu mu? Marş bu yahu, marş! Üs­ telik kan revan içinde bir şey. "Şişşt, arkadaşlarınızla alay etmek yok. Aykut kardeşimiz bize gayet tumturaklı bir şey okudular; gerçi sesi sedası tamam, ölçüsü uyağı yerinde de, şiir, nasıl desem ... En iyisi biz ona bir başkasını okumalıyız ki, aradaki farkı görebilelim. Aykut' a ilk kim güldü, kim alay ettiyse, o okuyacak. Yusuf, siz. Gördüm. Hadi bakalım, okuyunuz bir şiir. Okuyunuz da bir de sizin zev­ kinizi görelim. Ne çektim böyle gülünceye dek Eh işte şeniz hep bu düğünde "E, hadi yaaa ... "Peki bir başkası: Akıyordu su Gösterip aynasında söğüt ağaçlarını! ''Yok mu? Böyle bir şiir de mi bilmiyorsunuz? Peki, ne bili­ yorsunuz? Ne biliyorsanız onu ... "Kimden bu? Benden mi? Yok yahu, sahi mi? Yalla utan­ dım. Evet çocuklar , Yusuf arkadaşımızın okuduğu bu şiir, ma­ alesef ve tastamam benim bir şiirim. Nasıl olur? Mümkün de­ ğil. Acaba Yusuf kardeşimiz, tarih öğretmenlerinin kıyıda kö­ şede kalmış bir şiirini nereden biliyorlar? Merak ettim doğru­ su. Nereden, Yusuf? Yaa, halanızdan demek? Sizin aile de, maşallah ... Halanız ne iş yapmaktalar, yani nerden böyle? .. . Dilim dolanıyor, hoşgörün çocuklar, heyecanlandım ne olsa .. . Okunmayan, bilinmeyen genç şairler, işte böyle, hiç umulma­ dık yerden ses verdiler mi, kendilerini artık bütün dünya tanı­ makta sanırlar ... Onları anlayışla karşılayacaksınız. Ya demek 39
{ "page": 39, "source": "/content/downs/Adalet Aaolu_Romantik Bir Viyana Yaz.pdf" }
halanız radyodan? .. Yurtta ayın dergileri, diye okunurken ... Ev kadını olduğu için, devamlı radyo başında, akşam bulaşık­ ları yıkarken falan? .. Demek sana, "Bu seneki tarih öğretmeni­ niz hayalcinin teki, bilmiş ol Yusuf," dedi? Başka? "Hayalci Hoca," dedi. Eh, Kastamonu lakabımız belli oldu. Artık ömür­ boyu da böyle sürer bu. "Dersimize dönelim. Tarihe ve hayale. Çünkü hanımlar, beyler, hayalsiz tarih olmaz. "Şimdi, İslamiyete gelmeden önce, benim sizlere birkaç so­ rum daha var. Söyleyin bakalım, içinizde kaçınız Kastamonu doğumlusunuz? Yani, kaçınız buranın yerlisi? Hımmm, otuz üç. Ya geri kalan beşiniz? "Sen? İnegöl. "Sen? Erzurum. "Ya sen? Ne? Arhavi. Ah şimdi teferruatlı bir haritamız ol­ mamalı mı? Arhavi nerde, kim biliyor? Siz kızım, siz nerden? İstanbul. İçinizde başka İstanbul doğumlu olan var mı? Yok mu? Nasıl yok? Ben varım ya? .. "Geçelim. Şimdi mademki hepimiz Kastamonu' da yaşıyo­ ruz, topumuz Kastamonulu sayılırız. Hanım kızımız dahil. Ni­ ye mi? Niye olacak, insan doğduğu yerli değil, doyduğu yerli­ dir, demişler de ondan. İstanbul'a tatil için gitmek bile birçok aile için yıkımdır, yıkım ... "Eveeet, Kastamonulu kardeşler, acaba, buranın kimler ta­ rafından, ne zaman kurulduğunu içinizde kaçınız biliyor? Bek­ liyorum. Cevap yok. "Ayıp ayıp. İnsan doğduğu, hem de doyduğu yerin tarihi­ ni bilmezse, ne memleketin, ne dünyanın tarihini bilebilir. Bu­ nu kafalarınıza böylece yazın, kuzucuklarım. Bir tarihi ezberle­ mek başkadır, orada kendi yerinizi ete kemiğe bürünmüş ola­ rak bulmak başka ... "İşte, ilk ev ödeviniz: Gelecek dersimde sizlere, şimdi anla­ tacağım yerleri soracağım. Gidin, bakın, öğrenin, sonra gelin, bana anlatın. Kalesini, Kitaplık'ını, Atabey Camisi'ni ... Yaaa, demek 'Hayalci Hoca!' Aman canım, adımı ne koyarsanız ko­ yun, lakin ayağınızı bastığınız yeri tanıyın. Eyyy bu topraklar için toprağa düşmüş asker / Gökten ecdad inerek öpse o pak alnı de- 40
{ "page": 40, "source": "/content/downs/Adalet Aaolu_Romantik Bir Viyana Yaz.pdf" }
ğer! diye gümbürdemek kolaydı ... Bilmediğin bir vatan toprağı için nasıl öleceksin, ille ölünecekse? "Efendiiiim, Kastamonu, On İkinci Yüzyıl'ın sonlarında Bi­ zanslılar tarafından kurulmuş. O zamanlar adı Kastamon imiş. On Üçüncü Yüzyıl'ın başlarında Çobanoğlu Türklerinin eline geçiyor. Ondan sonra da adı Kastamonu oluyor. "Çobanoğulları bir Selçuklu uç beyliği idi. On Üçüncü Yüzyıl sonlarına kadar da Selçuklulara bağlı kalmışlar. Ta On Beşinci Yüzyıl yarısına kadar ise Kastamonu, Candaroğu lla­ rı'nın başkenti olmuş. Osmanlı Devleti'ne İstanbul'un fethin­ den sonra, Fatih Sultan Mehmet tarafından kahlriuş. O sıralar­ da Kütahya' da bir Anadolu Eyaleti vardır. "Pekiii, Kütahya nerede? Canım artık bunu bilirsiniz. Orası da coğrafya-tarih kitaplarınızda gösterilmiyor değil ki? Hiç memleket haritası görmediniz mi? En uyduruk haritalarda bile görünür Kütahya. Ne? Küçücükmüş! Yazısı okunamıyormuş! Yazısı küçükse küçük, baskısı kötüyse kötü; var ya! Gelmişsiniz lise ikiye, koskoca insanlarsınız, şimdiye kadar coğrafya öğret­ menine kim sordu, 'örtmenim şurda ne yazıyor, bura nere?' di­ ye?. Sizi siziii ... Bilmiyorsan soracaksın. Memleketini sevmek kellesini kılıca, göğsünü kurşuna bağışlamakla olsaaa ... Bir şeyi bilmeden o şey sevilir mi kardeşler? "Peki, içinizde Avrupa görmüş olan var mı? Bak bak, Kas­ tamonu gibi bir yerin lisesinde bile üç parmak birden kalktı� İyi valla. Ben hala görmedim. Hiçbir yerini. Bu gidişle kimbilir ne zaman artık. Nerelerini gördünüz? Girit. Selanik. Ne? Kıbrıs mı? Oraları da mı Avrupa' dan sayılıyor güzel kızım? "Siz söyleyin delikanlı, siz, Selanik'i bilen. Kastamonu, Kü­ tahya' daki Anadolu eyaletinin nesiydi? Nesi olabilir? Sancak merkezi. Ne zaman? Osmanlı zamanında. Hatta süzgün gözlü güzel çocuk Sultan Cem, burada tam on altı yıl boyunca sancak beyliği yapmıştır. Kaçtı sonra. Öldürülecekti, kaçh ya, o mah­ zun bakışlı oğlancık öyle, el ellerine, ahh içler acısı, zehirlenmiş deniyor, bana felaket bi şey geliyor, saray entrikaları öyle, kar­ deş kardeşi şeydiyor ... Zaten, tayin Kastamonu'ya, dediler de­ mediler, aklıma derhal Sultan Cem düşmüştür. 41
{ "page": 41, "source": "/content/downs/Adalet Aaolu_Romantik Bir Viyana Yaz.pdf" }
Gülerdi taht-ı zerrin üzre Cem gülşende güllerle Sebil endam sakiler elinden bade geldikçe, diye buyurmuşlar Yahya Kemal üstadımız: Cem, altın tahtında gül bahçelerini dolaşırken, yakışıklı, güzel oğlanların, yani sa­ kilerin, yani içki sunucuların elinden şarap içtikçe yüzünde güller açılır, güllerle birlikte gülermiş. Fakat, dikkat buyrula, bu Cem, bizim Sultan Cem değildir. Buradaki Cem, şarap tanrısına telmihtir, o denmeye getirilmektedir. Yanılmıyalım. "Ay boğazım kurudu çocuklar. Son zamanlar hep böyle oluyor. Dilim damağım çarçabuk kuruyor. Hava değişikliğin­ den herhal. "Pekala işte, yine döndük geldik Kastamo nu'yaaaa ... Şehir, yani kent, evet, kent, Tanzimat'tan sonra eyalet merkezi olmuş­ tur. Düşman saldırısı görmemiş yerlerimizdendir. Böyle talihli ilimiz azdır ha ... Kastamonu'nun ne zaman il olduğunu bileni­ niz var mı? Hah, aferin size. Adınız? Banu. Evet, öyle Banu'cu­ ğum, Cumhuriyet' ten sonra tabii. Başka ne zaman olacak? Peki, Cumhuriyet deyince, Kastamonu'nun bu tarihimizdeki önemi nedir? E arlık bunu da bilemezseniz çocuklar, ders yılı sonunda ağzınızla kuş tutsanız, İslamiyet nerelerden nerelere nasıl yayıl­ dı, tıkır lıkır sayıp dökseniz nafile, derim. Bitti, çaktınız. Yahu, içinizden biriniz bile cevap vermeyecek mi? Bekliyorum. Ümit­ siz vak'a. "Atatürk şapka devrimini ilk defa burada, Kastamonu' da ilan etmemiş midir, hay benim tın lın kafalılarım hay! Iyyyy, bi­ liyorduk, unuttuuuk !.. Aklınızı başınıza toplayın bayanlar, bay­ lar. Sizler şapka devriminin ilan edildiği bir şehrin, pardon ken­ tin, bir kentin lisesinde okumaktasınız. Hem de ülkenin en uy­ gar, en iyi liselerinden birinde. Türklerin İslamiyete geçişini öğ­ renmekte gecikmiş olabiliriz, ama bunu bilmeden geçemeyiz ki. Peki, kaç yılında ilan edilmiş bu şapka devrimi? Değil kü­ çükbey, değil. 1926' da değil. 24 Ağustos 1925'te. Bunu da böyle­ ce bir tarafa yazın. Bir daha da unutmayın haaa. Sonra müna­ zaralarda kaybedersiniz. Kız Meslek Lisesi'nden küçükhanım­ lar bilir, siz delikanlılar bilemezseniz, o kızlar sizi beğenmez, selam bile vermezler. Yarın içlerinden biriyle evlenmek istese- 42
{ "page": 42, "source": "/content/downs/Adalet Aaolu_Romantik Bir Viyana Yaz.pdf" }
niz, onlar sizi istemez. Bu da aklınızda bulunsun. Sonra 'Hayal­ ci Hoca' dediydi dersiniz. "Peki, burada, o tarihte kim ilan etmiş şapka devrimini? Gülecek ne var kınalıkafa? Ya siz Yusuf, yüz buruştur maktası­ nız öyle, niye? Hep bir ağızdan, 'Atatürk örtmeniim!' diye ba­ ğırsanız olmaz mı? Anlaşılan, onu bilmeyecek ne var, demeye getiriyorsunuz; yanıtlamaya tenezzül buyurmuyorsunuz, böyle kolay sorular sormam gururunuza dokunuyor ... lncinir düz cad­ dede /Dağda gezen ayaklar, Yusuf beyefendi, acaba halanız hanı­ mefendi Faruk Nafiz Çamlıbel diye bir şair de işitmişler mi, bir dahaki derse öğrenip gelir misiniz lütfen? "Aaaa zil! Ne çabuk? Daha İslamiyetin İ'sine bile gelmedik. "Aman koşun, koşun hadi, şehrin hiç bilmediğiniz kitaplığı, içine girmediğiniz müzesi, yanından bakmadan geçtiğiniz bü­ tün tarihi yerleri sizi bekliyor. Sizi gidi oyuncular sizii... Sizi çapkınlar. Kastamonu'nun neresinde ne var, neyin önünden, ya­ nından geçip gitmektesiniz, bilmeden fırlayın gidin bakalım! .. "Neyse, bakarsınız haritalarımız, yerküremiz haftaya gelir. Ya da belki merkezden bir :razı gelir baylar: Haritalarınız çok yakında gönderilecektir, bekleyiniz. "Bekleriz. "Bugünlük bukadar. Tanıştığımıza sevindim efendim." Üç Yıl Sonr a (Kastamonu) "Sayın bayanlar , baylar, derse biraz geciktim, sizleri beklet­ tim, özürler dilerim. Ceketimin düğmelerinden biri kopmuş da, Hayriye Hanım'a iğne iplik bulduruncaya kadar işte ... Rengi pek tutmadı, ama eve gidene kadar idare eder artık. Efendim? Düğmelerimi kendim mi dikiyorum? Tabii kendim dikiyorum, kızcağızım kim dikecek? Pantalonumu, gömleğimi? Onları da kendim ütülüyorum baylar. Şikayetim yok. Zeytinyağlı dolma da doldurabilirim, ama sarma saramam. Zaman ayırsam onu da yapabilirim, fakat o vakti kitap okumaya, yazı yazmaya ayırmak daha hoşuma gidiyor. 43
{ "page": 43, "source": "/content/downs/Adalet Aaolu_Romantik Bir Viyana Yaz.pdf" }
"Kim diyormuş? Aman, desinler bakalım. 'Hayalci Ho­ ca'ya bir de cinsiyet eklemeleri zaten şarttı: Hayalci Hanım Ho­ ca. Üçü de H ile başlıyor, hoşuma gitti. Yine de dersimize dön­ mek gerek arkadaşlar. "Kastamonu Lisesi'nde üç yıldır sizler gibi birçok gençle dostluklar kurduk, çarpışmalar geçirdik; birlikte memleketler işgal ettik, kaleler yıktık, burçlara bayraklar diktik, arada punduna getirip getirip şiirler bile okuduk. Birinci Leo­ pold'ün Margarit-Terez'le, ki İspanyol prensesiydi kendileri, Viyana' daki görkemli düğünlerinin neredeyse baş konukları bizler olduk. Aman efendim, o ne debde beydi öyle, değil mi? Bir yanda veba insanları kırıp geçirmekte, bir yanda düğün dernek, karnaval ! Bu Avusturya-Macaristan İmparatorluğu da bir alem imiş. "Aramızdan okulu bitirerek ayrılanlar oldu. Babaları başka yere tayin edildikleri için ayrılanlar oldu. Evlenip çoluk çocuğa karışanlar bile oldu. Sahi söylüyorum, benim bu yıl torunum oldu. Bir Aykut arkadaşımız vardı, liseyi bitirir bitirmez on se­ kizinde evlendi, on dokuzunda, tıpkı kendisi gibi kara kaşlı, kara gözlü, neredeyse de bıyıklı bir oğlu oldu. "Bu arada İznik'i alan Haçlılar, dostlarım, Anadolu içlerine doğru ilerledi. Onlar böyle ilerlerken, Kılıç Aslan da, Kayseri Emiri Hasan Bey' den yardım aldı. Eskişehir Ovası'nda kıran kı­ rana bir savaş başladı. "Küçük hanımlar, küçük beyler, bu din savaşları, bütün la­ net savaşların en kötüsü. Hoş, savaşın iyisi mi olurmuş? Oğ­ lum, niye burnunu karıştırıyorsun, mendilin yok mu senin? Neydi adın? Ömer. Ömer, kardeşim, af buyur, af buyurunuz, benim miğdem bulanıve riyor, lütfen yapmayın öyle, dersi şaşı­ rıyorum. Kız arkadaşlarınızdan utanıyor insan. "Geçen derslerimizde Onuncu, On Birinci ve On İkinci Yüzyıl'ları, hatta On Üçüncü Yüzyıl'ın yarısını da boydan boya saran Haçlı Seferleri'nin nasıl başladığını anlatmış bulunuyor­ dum. Özetlersek: Yavrucuğum, sen söyle bakayım, siz söyleyin yani, kaç haçlı seferi olmuştur tarihte? Altı. Daha çok, daha çok. Fakat, bunlardan ilk dördü çok önemli olduğu için, bizim okul­ ların tarih kitapları bu dört sefer üstünde durmaktadır. Müfre- 44
{ "page": 44, "source": "/content/downs/Adalet Aaolu_Romantik Bir Viyana Yaz.pdf" }
dat icabı, ders programı gereği, biz de öyle yapmaktayız. Şimdi bakalım, Birinci Haçlı Seferi, nasıl baş!amıştı? "Evet, papaların güçlerini ve Avrupa' da nüfuzlarını arttır­ mak istemeleri sonucu. Müslümanlık hızla yay ılmıştı. Fran­ sa' da ortaya çıkan Katolik bir tarikat da Hıristiyanları Müslü­ manlara karşı toptan ayaklandırmak istiyordu. Sonra efendim, Kudüs'ü ele geçirme inatları da var, daha işte, ticari micari bir yığın başka sebep yüzünden de tam üç yüz yıl Avrupa ve Bal­ kanlar'la Anadolu, ta aşağılara kadar kana bulanmış bulunuyor idi. ''Yazık ki çocuklar , sınıfımızın duvarında şöyle geniş boy bir Avrupa, Balkanlar, Akdeniz haritası yok. Görüyorsunuz, memleket haritamız bile el kadarcık. Duvar büyüklüğü nde ya­ pılanları galiba bazı büyük devlet dairelerine veriliyormuş, li­ selerimize maalesef ancak bunlar gönderiliyor. Bu sene lise üç­ lere de ders veriyorum. Onların tarih kitabından şuncağız bir haritayı kendi ellerimle büyüttüm, işte bu Orta Avrupa-Balkan­ lar-Türkiye haritası. O zamanın sınırları, kim nerelere yayıl­ mış ... Tahtaya parça parça büyüterek de çizeceğim, bu sınırlar sahiden o zamanın sınırları mı, ondan da emin değiliz. Geçen sene kent kitaplığında rastladığım, sonra İstanbul' dan da bir arkadaşıma sahaflardan buldurup getirttiğim haritaları karşı­ laştıra karşılaştıra ortaya şöyle bir şey çıkarttım. Onu da buraya asıyorum. Ne olsa insan görmediği yerleri gözünde tam teces­ süm ettiremiy or, canlandıramıyor. Bunu çizerken, ben belki bir ölçüde de kendi hayallerimin esiri olmuşumdur. "Haa sahi, içinizde hiç Avrupa görmüş olanınız var mı? Sen ·mi Fikret? Tatilde mi gittiniz? Neresine? İtalya'ya? İtal­ ya'nın neresine, neyle yani? Vapur'la? Liman liman ... Olmadı. Müzeleri hiç gezmediniz mi? Bak, Venedik'e de uğramışsınız işte. Büyük imkan. Burada Bizans İmparatorluğu'nun kurulu­ şunu da öğrenmeye çalışıyoruz, hele şu Dükalar Sarayı'nı bir görseydin bakalım, bakalım o kilise ve alanı, şu çok ünlü San Marko .. Ha, orayı gördünüz demek? Alışveriş ettiler? Ne aldı­ lar? Kristal vazo. Sana da top ve kep aldınız demek? Haklısın, ahh şu büyükler, onlar her zaman plastik çanak tabak, tuzluk­ biberlik peşindeler. Muhakkak Babaya da bir Borsalino şapka 45
{ "page": 45, "source": "/content/downs/Adalet Aaolu_Romantik Bir Viyana Yaz.pdf" }
alınmıştır. Dükalar Sarayı'nı, Bizans İmparatorluğu'nu kim dü­ şünür desene? Tam yüz yirmi düka, oradan adına Serrenisme denen, nasıl anlatsam, gürlük-bolluk döneminin yöneticileri ol­ muşlar. "Bazı geceler yatağıma girince arkadaşlarım, şu bizim ha­ yatlarımızı düşünüyorum. Güleyim mi, ağlayayım mı, bileme­ yince, ruhumu şiirlerime döküyorum. Venedik, ah Venedik! Sizlere ora tarihini de anlata anlata neredeyse kendimi Rialto köprüsünden geçerken, iççekme köprüsü üstünde gözyaşı dö­ kerken buluyorum, silkelenip bakıyorum, kentin tek taşını tanı­ dığım yok. "Geçelim. Evet, Haçlı Seferleri, varan iki: Bu seferki bin yüz kırk yedilerde başlıyor. Eskişehir Ovası'ndaki savaştan sonra haçlılar Anadolu' dan adım adım çekilmeye, silinmeye başlamışlardı ama, bu hep böyle sürmedi. Musul'da bir devlet kurmuş bulunan İmadeddin Zengi, sınırlarını Halep' e kadar genişletmişti. Bu durum Kudüs Krallığı ile Antakya, Trablus Kontluklarını tehlikeye düşürmekteydi. Ya da tarihler böyle di­ yor. Tabii, Haçlı Ordusu, Anadolu' da zaten büyük kayıplara uğramış, Kudüs de tehlike altında. Bu durum karşısında Avru­ pa hop oturup hop kalkıyor; Hıristiyanlığın büyük tehlike al­ tında olduğunu düşünüyor ve yeni bir Haçlı Seferi yapılmasına karar veriliyor. Bu İkinci Haçlı Seferi' ne canlarım, Alman İmpa­ ratoru Üçüncü Konrad ile Fransa Kralı Yedinci Lui yönetimin­ deki haçlı orduları katı lmış. Bunlar bu sefer öyle kalabalık gel­ mişler ki, efsane edildiğine göre, atları içe içe Anadolu'nun bü­ tün nehirleri kurumuş. Her savaşın böyle masalları, destanları olur. Biz kendimiz bunları aklın terazisinden geçirmezsek şu soruyu sorabilir miyiz? Peki, nehirler kurudu da, bunlar Men­ deres'i içip bitirdikten sonra ta aşağılara, Antalya'ya kadar na­ sıl indiler? Bu arada Selçuklular nasıl sağ kalıp Kral Lui asker­ lerini yendiler? Yine mesel edildiğine göre dostlarım, Selçuklu­ lar onları öyle dövmüşler ki, sonunda attıkları dayaktan üzü­ lüp yardım etmişler. Buna göre Selçuklu, düşmanına yardım et­ tiği için yenilmiş oluyor. Düpedüz, hakedemedik, yenildik, de­ mek ayıp mıdır arkadaşlar? Demek ayıp. Bu 'ayıp' hatta bugü­ ne kadar sürüp geliyor. Herkes, 'bilmiyorum', 'başaramadım' 46
{ "page": 46, "source": "/content/downs/Adalet Aaolu_Romantik Bir Viyana Yaz.pdf" }
demeyi zul sayıyor, nerde bir terslik, olmazlık, nerde bir yenil­ gi; suç hemen karşı tarafta aranıyor. "Zil! Ne çabuk? Bu zil, çenemi tutayım diye zırladı galiba ... "Perşembeye arkadaşlar , Haçlılar bahsini, herbirinizin ken­ di yorumunuzla istiyorum. Güzel günler. "Ömer, sınıftan çıkmadan ceketin düğmesini açma dostum. Sözüm hepinizedir. Aramızda hanımlar var. Hepimiz birbirimi­ ze karşı saygılı olmalıyız. "Çıkabilirsini z." Altı Yıl Sonra (Kütahya) " ... Çocuklar , bilenler biliyor ya, bilmeyenlere bildirmek is­ terim ki, Kütahya Lisesi'nde bu alhncı yılım. Alh yıl önce, kız­ erkek karışık bir okuldan Kastamonu' dan buraya, Selçuklu Türklerinin Haçlı askerine karşı şefkatinden şüphe ettiğim için, sürgünen gönderilmiş bulunmakta idim. Bugün ise, lise son, siz değerli arkadaşlarıma elveda dersimi vermekte yim. Sürgün edildiğim kent açısından şanslı idim. Kütahya' da sizler arasın­ da pekala iyi idim. Hepinizi, sizden öncekiler gibi, sizi de sev­ dim. "Ne o, gidiyorum diye sevindiniz mi? Efendim? Yoksa ora­ dan duyduğum bir hıçkırık sesi midir? "Haaa, Asafın sesiymiş! Ne var Asaf arkadaşım? Yoksa, bugün yine hassas günümdür deyip, damarıma basacak, bana bir şiir mi okutacaksın? Nerde? Nedir o? Sahi? Bakıym. Getir hele. Allahım ne güzel şey bu, ne harika! Gördünüz mü dost­ lar, Asafın bizler, şey, sizler için, hepiniz için elleriyle yaptığı şu yerküreye bakın! Su kabağı üstüne işlemiş. Nereden buldun bu tostoparlak kabağı Asaf? Bravo, yaşa! Biz ömrümüzü duvar haritası, merkezden yerküre, diye inlemekle geçirirken bak he­ le sen, böyle bir şeyi yapıp çıkmışsın. Ay nolur şu, dersyılı ba­ şında elimizde olsaydı! Kaçıncı yüzyıl dünyası bu, kürenin üs­ tündeki? Bugünün. Bakın çocuklar, biz daha dün, Osmanlı'nın Kafkasları nasıl fethettiğini okuduk, Kanuni'nin bir yandan 47
{ "page": 47, "source": "/content/downs/Adalet Aaolu_Romantik Bir Viyana Yaz.pdf" }
Moskof Kralı'na, öte yandan Portekiz Kralı'na, hem de Porta­ kal Kralı, diye çektiği notaları. .. Rusya nere, Portekiz nere, ki­ min nerede denizleri, toprakları var, işte Asafın armağanı yer­ küremizde somut biçimde görünüy or, böyle daha iyi hayal edebiliyoruz, değil mi? Venedik nerede? Çevirin çevirin, hah, na işte orda, tam yerinde, içerlere doğru giren Adriyatik Deni­ zi'nin tam şu üst köşeciğind e. Viyana? Viyana da işte. Ahhh Viyana. İçinizde Viyana'yı gören biri var mı? Geçen yıl üçüncü sınıflara Birinci Viyana kuşatmasını anlatırken, o yerleri gör­ müş olmayı öyle istemiştim ki, pek canım çekti. Sizler bana 'Hayalci Hoca', 'Hayalci Hanım Hoca' falan dersiniz, hiç go­ cunmam. Yıllardır, Kastamonu' da olsun, burada olsun, ne za­ man Birinci ve İkinci Viyana kuşatmalarını anlattıysam, o ka­ dar da Viyana şehrini, pardon, kentini hayal etmişimd ir, doğ­ ru. Yani arkadaşl ar, düşünebiliyor musunuz, halk vebadan kı­ rılıyor, İmparator da avenesini toplamış, şehri terkediyor. Ka­ çıyor. Viyana kuşatmasında da aynı şeyi yapmış saray. Çapul­ cular da surlardan içeri girip bunların saraylarına bir güzel yerleşmemişler mi? Saray parklarına, bahçelerine yayılmışlar . Fakat eminim yazlık sarayın bahçesinde ki Neptünlü havuzda­ ki Neptün heykelinin burnunu kırmışlar dır. Kısmet olur da gi­ dersem, bakacağ ım bakalım. Onu kırmadılarsa bile, Hof­ burg' daki avizelerin, halıların canına okumuşlardı r. Çingene kralı Otto Kar'ın oralarda bir yerlerde duran kemanını param­ parça etmişlerdir. Ayol oraları daha ne debdebeler gördü, ben gidene kadar hepsi onarılmıştır. Yine de, Neptün heykelinin burnuna bakacağım, ekleme mi, değil mi? "Geçelim. Nerde kalmıştık? Ha, Osmanlıl ar, bir taraftan Kafkaslara, öteki taraftan Avrupa'nın ortalarına, beri yanda Akdeniz' de ilerlerken Avusturya-Macaristan İmparatoru Ferdi­ nand da artık Kanuni ordularıyla savaşmaktan yorulmuş, Avusturya'yı Cizvitlerle doldurmuş, ayrıca da imparatorluğu üç varisi arasında taksim etmiştir. İkinci Maksimilyen' e Avus­ turya, Rudolf a Çek bölgesi, Matiyas' a da Macaristan tarafı düşmüş, ammaaa, gelin görün ki dostlarım, bunlar da kendi aralarında geçinemiyorlar. Çünkü Maksimilyen koyu protes­ tan, berikiler sıkı Katolik. Al sana bu sefer de Otuz Yıl Savaşla- 48
{ "page": 48, "source": "/content/downs/Adalet Aaolu_Romantik Bir Viyana Yaz.pdf" }
rı ... Bunlar, katolikler egemen olacak, yok protestanlara da hak, derken, fırsat bu fırsat, sıra tabii Osmanlı'nın ikinci defa Viyana kapılarına dayanmasına geliyor. Kardeşleriyle bir türlü geçine­ meyen Maksimilyen'in paçaları tutuşmuş vaziyette, babası Fer­ dinand, imparator yani ... "Ne o Celal, gözüne bir şey mi kaçtı? Maksimilyen'e mi üzülüyorsun yoksa? Kalk bakayım ayağa. Söyle. Yoksa ben mi geleyim oraya? Yaklaş yaklaş ... Ne? Bunun son dersim olması­ na mı üzüldün? Yapma. Bak ben de ağlarım şimdi. Zaten ken­ dimi güç tutuyorum. Hayat uzun. Bakarsın bir gün yine karşı­ laşırız. Birlikte Viyana'yı nasıl hayal ettiğimizi falan konuşuruz. "Viyana, deyince yine, barok dönem Viyana'ya geç gelmiş. Gelince de pir gelmiş ama. Otuz Yıl Savaşlarından yirmi, otuz yıl sonra, birden ortada bir görkemlilik merakı, bir tannanlık, mimaride, resimde, müzikte ... Giyim, kuşam, hayat. Gösteriş egemen. Tüketim, hep tüketim. Tam bir sefahat. Yarını düşün­ mek yok. Tutkular, aşklar, cinayetler, balolar, gözyaşı ve kahka­ ha. Hepsi bol. Bu yaşama biçimi halk arasında da yayılmış. Bu nedenle, bakın ne demiş büyük Alman şairi Schiller? Tuna kıyı­ sında, mağribf dahi Viyanalı kesilir. Yani, baroku bile Viyanalılaş­ tırmış Tuna. Mağribi nedir, biliyor sizler? Yok bilmek? Efendim, Mısır hariç, Afrika'nın kuzeyindeki her yere Avrupalılar Mağ­ rip derlerdi, hurda oturanlara da Mağribi. Onlar için en aşağı tabaka, en hödük, en kalas, en pis. Yani düşünün, Tuna'nın bü­ yüsüne koca Alman şairi bile nasıl kapılmış! Celal, geç yerine dostum. Dersi dağıttık yine. Fakat, bu bizim birlikte son dersi­ miz olduğuna göre, tarihin nehir kıyılarında kolkola dolaşma­ ya biraz hakkımız vardır a canım. "Ne var yine? Ne diyorsun? Kütahya mı? Öyle ya, evet. Elin kuşatması, Kafkaslar mafkaslar derken, hele Tuna' sıydı, Barok'uydu ... yaşadığımız yeri unuttuk gitti. Haklısınız dos­ tum, benim öyle bir alışkanlığım var idi. Bu yıla kadar sürdü, bu yıl bıraktım. Her ilk dersimi içinde yaşadığımız kentin tari­ hi, coğrafyası üstüne verirdim. Madem ki istek boygösterdi, gi­ derayak biraz değinelim, Kütahya tarihine bir göz atalım. "Asaf bize bir yerküre armağan ettiyse sayın baylar, bakın işte, ben de sizlere koccaman bir Kütahya şehir, pardon kent, 49
{ "page": 49, "source": "/content/downs/Adalet Aaolu_Romantik Bir Viyana Yaz.pdf" }
kent haritası armağan etmektey im. Ders bitiminde, anlatmaya­ cak, kendi ellerimle boyadığım bu planı sizlere armağan edip gidecektim. ''Nasıl buldunuz? Güzel olmuş değil mi? Bakın, Aslanbey Camisi'ni de kondurdum. Belki bunu yeşile boyamalı idim, ben tuttum maviye boyadım. Masmavi bir cami. Bu da Kitaplık. Kütahya da ilk Kitaplık Bin Sekiz Yüz On İki yıllarında Ulu Ca­ mi'nin son cemaat yerindeki bir odada Kilisli Vahit Paşa tara­ fından açılmışmış. Bin Dokuz Yüz Otuz Üç'te İmaret Mesci­ di'ndeki bu yerine taşınmış. İçinizden kim gitti? Yok. Bendeniz küçükbeyl er, hayli sık gittim. Bakhm: gördüm ki kent kitaplığı­ nızda, hem de hepsi birbirinden değerli tam yirmi beş bin kitap var, yirmi beş kişi bile gelip kapağını kaldırmıyor. Ol nedenle ben kitaplığınızı griye, keder ve yalnızlık rengine boyamış bu­ lunuyorum . "Burası da Yahya Kalesi malumunuz. Bizanslılar tarafın­ dan yapılmış. Hani geçen yıl, Asaf falan, beşimiz Yalçın Tepe'ye tırmanmışhk, gidip bakmıştık? Etekleri gelincikli . Ama ben sa­ rıya boyadım, çünkü ... duvar dipleri, af buyurun, pislik içinde. Bu yüzden kirli sarıya boyadım. "Bütün bu gördüklerinizi ben böyle, Kütahya çinilerine benzesin diye, çini mavisi bir renk üstüne çizip boyadım. Kas­ tamonu' daki eğri büğrü haritalarımdan, resimlerimden sonra burada gösterdiğim bu gelişmeden heyecan duydum. "Efendim, Kütahya tam yüz elli yıl boyunca Germiyano­ ğulları'na merkezlik etmiş. Selçuklular zamanından beri de çi­ nileri ile ün salmış. Ama asıl kimler tarafından, ne zaman ku­ rulmuş, bileniniz var mı? Peki, anlat kardeş. Ne zaman? Hayır. Daha önce. Milattan önce bin beş yüzde. Kimler kurmuş? Evet, Frigyalılar. Adı önceleri Kotiyon imiş. Yine Milattan önce atmış yıllarında Sezaı'ın damadı Pompe tarafından Romalıların eline geçmiş. İkinci Yüzyıl' da Roma hıristiyanları için önemli bir pis­ koposluk merkezi olmuş, Dördüncü Yüzyılla On Dördüncü Yüzyıl arasında Bizans, On Bir ile On Üçüncü Yüzyıllarda ise Selçuklu ların yönetiminde kalmı ştır. Nereden nereye ha? Bü­ tün Anadolu toprağı gibi hemen hemen, neler görmüş geçir­ miş. On Dördüncü Yüzyılın sonlarına doğru Germiyanoğlu Sü- 50
{ "page": 50, "source": "/content/downs/Adalet Aaolu_Romantik Bir Viyana Yaz.pdf" }
leyman Beyin kızı Devlet Hatun için Kütahya toprakları çehiz olarak verilmiş. Kime? Evet, Yıldırım Beyazıd' a Celalciğim. Düşünün, Devlet Hatun, Kütahya'yı dağı tepesi, bağları bahçe­ leriyle çehiz sandığına koymuş, Yıldırım Beyazıd'a gelin gidi­ yor. Bohçasında neler yok daha, neler! Bizans Kalesi, Roma Ha­ mamı, Takyeciler Çarşısı, Camisi... "Kütahya, On Altıncı Yüzy ıl'da Kanuni'nin oğulları Beya­ zıd ile İkinci Selim'e sancakbeyliği etmiş; On Altıncı Yüzyılın hemen başlarında Celali İsyanlarına sahne olmuş. On Doku­ zuncu Yüzyılın başinda Mısırlı İbrahim Paşa tarafından alın­ mış, bir anlaşmayla tekrar Osmanlılar' a bırakılmış, hatta Bin Sekiz Yüz Ellilerde Macar Cumhurbaşkanı altmış kadar Macar mülteci ile buraya sığınmış. Neler, neler ... "Ey tarih, ey tarih!. Seni kentlerin hayatından sorsunlar. Kütahya'yı buraya ilk defa Bin Sekiz Yüz Doksan Dörtte düü­ düt diye gelen trenden sorsunlar ve telgrafhaneden. "Ey tarih, ey tarih, seni tarih kitaplarından, tarih öğretmen­ lerinden çok, o tarihi yaşıyanların taşa, kağıda, kile, tuğlaya, boyaya, çizgiye döktüklerinden sorsunlar. Konakladıkları han­ lardan, içinde yıkandıkları ırmaklardan ve hamaml ardan, ye­ dikleri kaplardan, içtikleri kaselerden, giyip çıkardıklarından sorsunlar. Ar�ç ve gereçlerinden, onları ne biçimde kullandıkla­ rından ve kadınların elişlerinden sdrsunlar; yaktıkları kandil­ lerden, baş koydukları yastıklardan, döktükleri gözyaşlarından sorsunlar ... "Boşverin siz arkadaşlarım, Viyana Kapısı, dedik mi, yeni­ çerinin tak tak vuran şah damarı da, Viyana kalesi içinde serse­ fil yatan gariplerin küt küt atan yürecikleri de aklınızda olsun. Genç kızların yarım kalmış çehiz kanaviçeleri, bağbozumların­ da damağa vuran şıranın tadı, savaş tarlalarında açan kiraz ağaçlarının çiçekleri aklınızda olsun. " ... Ah, nerden çıktı bu yeni göç, kış kıyamet, şimdi de hadi bakalım Konya'ya ... "Gidelim dostlar, bakalım Mevlana'mız ne buyurmakta ? "Elveda ... 51
{ "page": 51, "source": "/content/downs/Adalet Aaolu_Romantik Bir Viyana Yaz.pdf" }
"Ten ehli ilmin yükünü taşır Gönül ehli ilme binip ulaşır. Kalbe giden bilgi faydalı mutlak Tende kalan bilgi bir yüktür ancak. "Ahh ah, kitapların yazdığına göre anlathğırnız bütün o yerler, o tarihler ... Onları salt tenin yükü olmaktan nasıl çıkar­ malı, kalbe giden yolu, nasıl bilgi yolu kılmalı? "Bu tatilde şöyle bir Konya'ya uzanın arkadaşlar. Gelebilen gelsin, beni orda bulsun. İş güç tutmadan, çoluk çocuğa karış­ madan, gelin dostlarım, gelin, yeniden buluşalım. Kalbin yo­ lunda birlik olalım. "Hoşçakalın. Gidebilirsiniz. Buyrun çıkın. Hayır, siz önden çıkın, lütfen." Bir Yıl Sonr a (Konya) "Dostlarım, lise üç, iki, hatta birlere, yeni tarih öğretmeni­ niz bendeniz: Kamil Kaya. Namı diğer, 'Hayalci Hoca', Kon­ ya' ya hoşgelrniştir. Hepinizi sevgilerimle selamlarım. "Bugün siz üçüncü sınıf gençlerimizle birlikteyi z. Bakalım kimler var sınıfımızda. Burada kırk sekiz öğrenci olmanız gere­ kiyormuş. Tamam mıyız? Okula deyip sinemaya, kız peşine gi­ den, tuvaletlerde sigara içmeye kalan kaç kişi, bir görelim hele. "Aa, Asaf, ne oldu dostum, Kütahya' da çaktın mı? Dernek sen de Konyalı oldun? Herhalde bendenizden ayrılamayıp pe­ şirnsıra geldin? Ne yaphn öyle, saçlarını mı uzattın, yoksa bo­ yattın mı? Saç sakal, kıllarında bir gürlük var maşallah. Bize ye­ ni bir küre yapacak mısın? Kabağı benden, boyaması senden, olur mu? "Sen. Ne gülüyorsun horozibiği? Adın ne bakayım? Hüs­ nü. Kütahya tamam da, Konya' da da böyle çilli suratlı güzeller olacağını hiç sanmazdım doğrusu. "Sahi Asaf cığım, merak ettim, belge falan almadın ya? Ca­ nım işte, nakil zorunda bırakılmak ... Ha tabi, babanın tayini. 52
{ "page": 52, "source": "/content/downs/Adalet Aaolu_Romantik Bir Viyana Yaz.pdf" }
Zaten senin ikmale kalabileceğini dahi düşünmezdim. Burda da arkadaşlarını seveceksin, onlara kendini sevdirece ksin, emi­ nim. Oo, Kütahya lisesinden bir dostumuz daha var. Celal, kal­ dırınız başınızı efendim. Beni tanımadınız mı? Yoksa siz de mi burada bitirmek zorunda bırakıldınız? Hangi öğretmeninle ta­ kıştın bakayım? Aritmetikçiyle? Niye yahu, Ayten Hanım loga­ ritmayı öğren dediyse, öğreneceksin. Üç de çarpım toplam. Hem iyi bir kadındı aritmetikçini z. Herhalde onun saçıyla alay ettin? Belki çantasını beğenmedin? Zaten bir kadın öğretmen görmeyin, ya körkütük aşık olursunuz, ya onunla alay edersi­ niz, yüz bulamayınca da düşman kesilirsiniz. Bir türlü öteki öğ­ retmenlerinize baktığınız gibi şöyle normal, tam kendisi olarak bakamazsınız onlara. Bu erkek cinsinin bir hastalığıdır ve asıl bu cinsin sorunud ur, unutmayın . "Durun bakalım a canım, belki Celal arkadaşımızın böyle bir sorunu yok. Ne dedin Celal? "O kadın da o haliyle bana ter­ biye dersi vermeye kalkmasaydı," gibi bir şey homurdandın, işittim. Ee bak, ben dersi bıraktım, dakikalardır terbiye dersi verip duruyorum, niye hiç sesin çıkmıyor? Ben başkaymışım ! İşittiniz mi genç dostlanm? Ben niye başka oluyorum aziz efen­ dim? Anlaşılan bu konulara yeniden dönmemiz gerekecek. Şimdilik burada kesiyorum bunu. "Dersimiz tarih. ,, !ki Gün Sonra "Efendiiim, tarih kitaplanmız alındı mı? İçlerine şöyle bir bakıldı mı acep? "Sizleri üzmek istemem, fakat bu ders yılı neler öğrenece­ ğimizi hiç mi hiç merak buyurmamanızdan ötürü derin üzün­ tülerimi bildiririm baylar. "Peki, bari içinde doğduğunuz ve yetişmekte olduğunuz bu şehri, pardon kenti, bu kenti tanıyor musunuz? Hüsnü? Pe­ kala, söyleyiniz Bay Hüsnü, neler biliyorsunuz Konya, Kon­ ya'nın tarihi üstüne? 53
{ "page": 53, "source": "/content/downs/Adalet Aaolu_Romantik Bir Viyana Yaz.pdf" }
"Hı, hı.. Hm. Evet, Selçuklu eseri boldur. Başka? Meram Bağları vardır. Hı, hı.. Sonra? Her yıl Mevlana törenleri yapı­ lır, Mevleviler döner, yabancı turistler gelir. Başka? Yok. Peki. Otur. "Siz söyleyin bakalım, oradaki. Siz siz .. Ayağa kalkmanız gerekmez, oturduğunuz yerden söyleyebi lirsiniz. Hadi Kon­ ya'mızın altın çocuğu, Göksel saçlı yıldızımız, anlat. Canım, ne var kızacak? Baksana bana yıllardır gittiğim her okulda 'Hayal­ ci Hoca', o kadarla kalsa iyi, hatta 'Hayalci Hanım Hoca' deyip duruyorlar. Ne olur ki, dostlar arasında? İncilerim dökülecek değil ya? Böyle deyimleri, dil cambazlıklarını yeni edebiyat öğ­ retmeniniz Nesrin Hanıma sormanızı bilhassa rica ediyorum. Kendisi sizler için büyük şans. Genç olmasına rağmen olgun, bilgili, dost, sıcak. Onun ağzının içine bakın. Mesela, hayal­ d üş-rüya-ütopya üstüne sorun, aralarında ne fark var, sorun, bakın nasıl güzel anlatacak sizlere. Hem de edebiyattan örnek­ ler vererek, yetmedi resimden örnekler vererek. Hayattan da ... ''Yok mu? Lisesinde son sınıfa geldiğiniz bu şehir üstüne diyeceğiniz hiçbir şey bulunmuyor mu? Ne? Ha evet, Alaattin Camisi. Halili Türbesi ... Peki ne zaman yapılmış o cami? Bakın ne zaman. On İkinci Yüzyıl Başlarında, Selçuklular tarafından. Söylendiğine göre de, yapımı tam altmış yılda tamamlanmış. En son on yıl kadar önce onarıldığını işitmiştim. Eski Arap üs­ lubunun en süslü camilerinden. Anadolu' daki en eski örneği olduğunu da bir yerlerde okumuştum arkadaşlar . İçinizde Ka­ ratay Medresesi'ni gören var mı? Şimdi Çini Eserleri Müzesi imiş de, ondan merak ettim. Henüz gidip göremedim. Sizler buralısınız, içinizde gidip o çinileri gören yok mu allahaşkına? "Sayın baylar, öyle burun karışhrarak, lök gibi oturup ayak parmaklarınızla oynayarak ömür geçmez. Geçer de yaşam, in­ san yaşamına benzemez. Dikkat, yaşam, yaşanh, hayat, bu söz­ cükler de yanlış kullanılmaktadır. Radyo yayınları buna büyük katkıda bulunmakta. Nesrin Hanım öğretmen iniz bunu da siz­ lere öğretecektir, eminim. "Ne diyordum? Mevlana demeyle, oturak alemi turizmiyl e iş biter mi? Bakın işte, Mevlana Celaleddin dediğimiz bu kişi kalkıp taa Acem diyarından buralara gelmese, hayat üstüne ka- 54
{ "page": 54, "source": "/content/downs/Adalet Aaolu_Romantik Bir Viyana Yaz.pdf" }
fa yorup beyitler, mesneviler döktürmese, Konya'nın namı Av­ rupalara kadar yayılır mıydı? Yabancı turistlermiş ... Ayol canla­ rım, onlar sizin yüzünüzü görmeye gelmiyor ki, Mevlana adına geliyor. Üstelik bir düşünsenize, burası il olarak ülkenin en ge­ niş ili yahu! Tarihi İsa' dan önce iki bin beş yüzlere, altı yüzlere kadar uzanmakta. Daha sonra gelmiş buraya Bakır Çağı, sonra­ cığıma Hitit Çağı, sonra efendim sırayla Frigler, Lidyalılar, Persler ... Ardından dostlarım, Büyük İsken der, yedi asır boyun­ ca ise Bizanslılar. Vaaay vay, neler görmüş geçirmiş bu toprak­ lar. Şimdi bizim Cumhuriyet Çağı'ndan da gelip görmeye, ba­ kılmaya değer bir şeyler bırakmamız iyi olmaz mı? En küçük sarsınhda yıkılıverecek, çatısı nere, bacası nere belirsiz şu uy­ duruk aparhmanlarla yarına nasıl iz bırakırız efendiler? Meram Bağları da bitmiş, insaf! "Kim o parmak kaldıran? Söyle. Ne? Konya, özbeöz Türk bir vatan köşesidir, öyle mi? Sadece Türk olur mu canım? Bak­ sanıza, buralardan Romalılar geçmiş, Bizanslılar geçmiş, Kim söylemiş senin söylediğin o lafı? Kim? Atatürk? Yok yahu, val­ laha bilmiyordum. Hiç duymadım, bir yerde de okumadım doğrusu. Nerde demiş bunu? Kim biliyorsa söylesin, aklım ta­ kıldı canım. "Araşhrın, gelin. Ben de araşhracağım. Ama durun, belki demiştir. Ulus olmayı ille Türk olmaya bağlamak gibi bir .. bir şeyi de vardı ya onun?. Neyse. Ben yine de böyle büyük bir ta­ rihi bilgi yanlışına düşebileceğini sanmıyorum. "Kentin adı Romalılara göre İkon yum' dan geliyormuş. İkon, ikona nedir, biliyor siz? Yok bilmek ikona? Canlarım, iko­ na diye, kiliselerdeki boyalı süslere deniyor, hani canım şu dini tasviri resimler, Meryem Ana, İsa, melekler , azizler filan. Ta­ mam, geçiyorum . Şimdi Müslüman mahallesinde salyangoz sa­ tarak olay çıkarttırmayalı m. Hoş zaten Araplar da hemen hası­ ralh etmişler bu Hıristiyan adı, yerine önceleri Kuuni demişler, ne demekse? İnanın bilmiyorum dostlarım, herhalde İkon­ yum'u ezip büzüp bu hale getirdiler. Biz işi gevezeliğe döktük diye, İkonyum da zaten sonsuza kadar Bizanslılar' da kalacak değildi. Tarih göçebedir. İnsanlar, aklınızın almadığı yerlerden kalkıp yaya, at, deve, ne buldularsa öyle akın akın aklınızın al- 55
{ "page": 55, "source": "/content/downs/Adalet Aaolu_Romantik Bir Viyana Yaz.pdf" }
madığı yerlere konmuşlardır. Akınlar, saldırılar hiç bitmez. Me­ rak ve ihtiyaç gibi iki ana nedenle kimse durduğu yerde dur­ maz. Durunca da kıtlık başlar. Bu ne iştir, akınlar, kıyımlar bu­ gün de bitmemi ştir. Yalnız usuller değişmiştir. "Adınız? Ne? Sıtkı. Ne buyurdunuz Sıtkı kardeş? Yüksek sesle lütfen. Savaşa karşı mıyım? Ah Sıtkı'cığım, savaşa karşı olmasak olur mu? Hayvan dünyası mıyız ki, karın doyurmak için türümüzün kanını içiyoruz. Öf. Aç insan inançlarını bile yer'miş. Bu da büyük bir adamın sözüdür, ama insanı aç koyan da yine insan değil midir? Sistemle r, yönetiml er, devletler ... "Biz yine Konya'mıza dönelim. Şimdi içinizde bazılarınız şöyle diyorsunuz dur, işitir gibiyim: Peki ama öğretmenim, On Birinci Yüzyılla On Üçüncü Yüzyıl arasında Konya'nın Selçuk­ lu başkenti olduğunu bilince ne olacak? Başımıza güller mi ya­ ğacak? Gelen gelmiş, geçen geçmiş, biz bugüne bakalım. Veya, diyorsunuz ki mesela, Cem Sultan'ın, il. Selim'in Konya Vali­ likleri ettiklerini bilince ne olacak? Beni Konya'ya Vali mi tayin edecekler? Şimdiki valimiz ne yapıyor, onu bilsek daha iyi ol­ maz mı, falan filan ... "Dostlarım, insanlığın toplumlar, topluluklar tarihini bil­ mek, uygarlıkların birbirini nasıl izlediğini, nerede nasıl etkile­ diğini bilmektir. Bunu bilmek, bugünü, bugünkü kendimizi bil­ mektir. Kendini bilen, tanıyan, kendi ölçülerini de bilir. Hesabı­ nı kitabını ona göre yapar. Kaldı ki, yanından geçip gittiğin şu han duvarını kimler taş taş üstüne koyarak kaç zamanda ör­ müş, bunu bilmezsen, insanı hissedemezsin. Hissedemeyince senin için insan hayatının değeri kalmaz. Sen tarihe hakkını ve­ receksin ki, tarih de sana hakkını vere. "Geçmişi insan hayatlarıyla düşünmek, onların sevinçleri, kederleriyle hayal etmek beni heyecanlandırır. İnanın arkadaş­ larım, geceleri, yatağımda gözlerimi kapıyor, gündüzleri sizlere anlathğım olayları asıl o zaman anlamlandırabiliyorum. Çünkü bir imparatorluğun kuruluşu, çöküşü ya da bilmem ne savaşı, saraylar, kaleler, deniz muharebeleri gözümde bütün bu olaylar olurken insanların yiyip içtikleri, yahp kalkhkları halleriyle canlanıyor. Düğünleri, cenazeleri, insan ilişkileriyle ... Ortaçağ keşişlerinin öyle bir avuç buğdayla nefis körletebilmeleri ya da 56
{ "page": 56, "source": "/content/downs/Adalet Aaolu_Romantik Bir Viyana Yaz.pdf" }
okunmuş bir lokma ekmek, bir yudum şarapla ömrü nasıl geçi­ rebildikleri en büyük meselem, pardon sorunum olup çıkıyor. Kraliçe Elizabet, der demez mesela, yanımdan biri ipek etekli­ ğinin hışırtıları ve hatta birazcık koltukaltlarının ter kokusuyla geçiveriyor. "Tarih arkadaşlar ... "İşte zil. Hep bu. En çabuk da dersin en tatlı anlarında ça- lar. "Ha, Asaf, dostum, okul çıkışı boşsan bana yardıma gelir misin? Kütahya'da bize kabaktan bir yerküre armağan ettiğin­ den beri, ben de haritaları daha özenle çizip boyamaya heves ettim. Bu yıl kitaplardaki haritalar daha silik, baskılar daha kö­ tü. Resimlerden hiçbir şey anlaşılm ıyor, büyüklerimiz duyma­ sın. Biz yaza yaza usandık, Bakanlık, "Y akında gönderilecek­ tir," cevabı vermekten usanmadı. "Asaf cığım, sen bize yeni bir yerküre armağan edinceye kadar, benim komik haritalarla idare edeceğiz, zaten bitmek üzere, ama boya için yardım edersen .... "Serbestsiniz arkadaşl ar. Çıkabilirsiniz. "Lütfen baylar, siz önden ... " Beş Ay Sonr a (Konya) " ... şiirle, şairlerle ilgili sorularınızı bana değil, çok değerli edebiyat öğretmeninize sorunuz. Nesrin Hanım, inanın, bu ko­ nularda benden daha bilgili. Laf aramızda çocuklar , liselerimiz­ de böyle bir edebiyat sevdalısına kolay kolay rastlanmaz. Hele şimdilerde herkes ya çok biçimci şiiri yüceltiyor ya da fazla gümbürtülü, yumruğu her zaman sıkılı, haykıran slogan şiire çeviriyor yüzünü. İyi şiir büyük oranda arada kaynayıp gidi­ yor. Ben mi? Benim şiirlerim? Canım efendim, benim şiirlerim öyle sesi yüksek şiirlerden değil. Yoo, yo, alanlarda, müsamere­ lerinizde okuyamazsınız. E tabii, duyguları, düşünceleri derin­ lemesine verebilmek için dili oya gibi işlemek gerekir. Bakın, 57
{ "page": 57, "source": "/content/downs/Adalet Aaolu_Romantik Bir Viyana Yaz.pdf" }
gerçekten bence bunu Nesrin Hanım'la tartışın. Benim dizele­ rim, nasıl olduysa bir kere radyodan okumuşlar ama, biraz içi­ ne kapalı şeyler ... E tabii Sıtkı, tabii, şiir üstüne, şiir dili üstüne bilgi, birikim olmadan şiir yazılır mı canım? Sadece duyguyla, gençlik heyecanlarımızla, ne bileyim öyle kalıp sözlerle falan olur mu? "Hayır efendim, okuyamam. Ben sevmem kendi şiirlerimi okumayı. Başkalarını da iyi okuyamam zaten. Nesrin Hanım, değerli şairlerimizin şiirlerini çok güzel okuyor mesela, Na­ zım'ı, Tanpınatı, Oktay Rifat'ı, hele Melih Cevdet'in Anı adlı şiirini, Behçet Necatigil'i, hele bakın özellikle onu çok çok gü­ zel okuyor. Benimkileri mi? Mahcup oluyorum dostlarım, fakat evet, ne yalan söyleyeyim, benim o çok solgun şiirlerimi bile!. Ayol hayır, beni bırakın. Eğer içinizde şiirle sahiden ilgilenen varsa, Nesrin Hanım' dan da rica ederiz, ayrı şiir akşamlan dü­ zenleriz. İzin verirlerse burada, olmazsa benim evde toplanırız. Yeter ki siz isteyin. Gümbürdemek için değil, dili, türkçemizi hissetmek için ... Kendi şiirlerini mi Sıtkı? Toplanırsak, bize bunları mı okumak istiyorsun? E, elbet canım, dinleriz, neden dinlemeyelim? .. "Eveeet, biz yine Osmanlı-A vrupa ilişkilerine dönsek iyi olacak. .. " 58
{ "page": 58, "source": "/content/downs/Adalet Aaolu_Romantik Bir Viyana Yaz.pdf" }
On Yıl Sonra (Kırşehir) Tarih Dersleri 2 11 Arkadaşlar, bugünkü dersimiz, Kanuni Sultan Süleyman devrinde Avrupa' daki gelişmelerdir. Bu gelişmelerin başında Macaristan Seferleri gelmektedir. Yıl, bin beş yüz yirmiler. "Kanuni Sultan Süleyman padişah olduğu sıralarda Os­ manlılar için en büyük tehlike Şarlken idi. Roma-Cermen İmpa­ ratoru Şarlken. Almanya, İtalya'nın kuzeyi, Fransa'nın kuzey ve doğusundaki bazı kısımlar ile Avusturya topraklarından meydana gelen geniş, güçlü bir devlet kurmuş bulunuyor du. Üstelik de Şarlken ... Oğlum, hey Babür kardeş, gece uyumadın mı? Başın önüne düşüyor. Sen de ... Oradaki ... Şey, neydi adın, ders yılı başından beri, üç aydır bir türlü aklımda tutamıyo­ rum, Zülfükar , Zülfü yavrum, esnemekten ağzın yırtılacak, bari elinle kapa şöyle. Nedir yani, çok mu sıkıcı buluyorsunuz tarih derslerinizi? Sıksa da, sıkmasa da, öğreneceğiz, çare yok. "Ne diyorduk? Şarlken çok güçlenmişti; üstelik de Maca­ ristan Kralı İkinci Layoş' a kızkardeşini vermiş, onun kızkarde­ şini de kendi erkek kardeşi Ferdinand'la evlendirerek Macaris­ tan'ı dahi kendi nüfuz bölgesi içine almış idi. İşte bakın, sen ba­ na, ben sana ilişkiler ... Bu dünya böyle. Çıkar dünyası! "Fatih öldüğünde, biliyorsunuz, Osmanlı sınırları Macaris­ tan kapılarına, Kanuni zamanında da, aşağıda neredeyse İtalya bağrına kadar dayanmış bulunuyordu. Fransa, bu sıkışık du­ rumda varlığını koruyabilmek ve sürdürebilmek için Osmanlı Devleti'nden yardım istiyordu. Kitabımızın dediğine göre, Os­ manlı açıkca Macaristan' a saldırmaya zorlanıyor. 59
{ "page": 59, "source": "/content/downs/Adalet Aaolu_Romantik Bir Viyana Yaz.pdf" }
"Anlatbğımız tarihi koşullar Osmanlı için gerçek bir zorla­ yıcı mıdır, ille Macaristan'a saldırmalı mı? Tarih kitabımızın yazdığından ötesini merak eden varsa, araştırmalarını o doğ­ rultuda yapar, bir fikir edinir. Ne diyeyim? Elimizdeki kitaba göre, durum zorlayıcıdır ve bir de Osmanlı, yardım isteyen bir ülkeye elini uzatmadan edemeyecek kadar yüceyürekli, iyilik­ sever ve kahramandır; kötü olan sadece son Osmanlı padiŞah­ ları. Koca İmparatorluğu perişan ettiler mızmızlar , cahiller. Biri kızını ona verse, beriki bundan damat alsa olmaz sanki. Ama işte Doğu; ne diyeceksiniz arkadaşlar? Kırk yılda bir , bir iş yap­ maya kalktılar, bu sefer de kimin nereye damat olacağı konu­ sunda kendi aralarında çekişme vuku buldu, özür dilerim, tar­ tışma çıktı. O zaman da böyle oldu. Fakat iyi oldu. Bizler de o sayede Cumhuriyet yüzü gördük. Zaten her şey küçük bir ba­ haneye bakar. Büyük yangınlar küçük bir kıvılcımdan çıkar. Bütün tarih bundan ibarettir. ''Dostlarım, yaşıma başıma bakıp beni Osmanlı' dan kalma bir parça sanmayın. Gözümü açtım, Cumhuriyet'i gördüm. Ona kul köle_ oldum. O da tuttu, yok derslerde öğrencilerin kafasına olur olmaz acaip şeyler sokuyor, yok evinde gizli toplanblar dü­ zenliyor, diye beni yirmi yıllık öğretmenliğimden atb. Derken, suçum ne bilmeden, affa uğradık. Herhalde, 'yahu sahi, biz Cumhuriyet idik, hak-hukuk devleti idik, unuttuk gitti' dediler. Neyse, aman işte yeniden birlikteyiz ya dostlar. Ne iştir! "Bendeniz sayın Bay lar, tarihin koşullarını anlamaya hazı­ rım, ama hiç değil sınıflarımız bunca yıl sonra iyi bir tarih kita­ bına, duvarlarımız genişce haritalara kavuşsa. Hadi bunun mo­ dası geçti, şimdi slaydlar, filimlerle eğitim var , diyelim, peki onlar nerede? İşimiz kaldı yine hayale? "Gözümüzde canlandırmazsak, onu duymazsak, tarihi na­ sıl anlayıp anlamlandıracağız? Kuru kuruya filan savaş şu ta­ rihte başladı, bu tarihte bitti demekle olur mu? Böyle olacak­ mış, ya sabır. "Sabır ve dersimize devam efendim. "Belgrad da fethedildiği halde Macaristan Osmanlı için ha­ la bir tehlike idi. Bu arada Fransa Kralı Birinci Fransuva da Şarlken'e esir düşmesin mi? Onun öyle Cermen İmparatoru'na 60
{ "page": 60, "source": "/content/downs/Adalet Aaolu_Romantik Bir Viyana Yaz.pdf" }
esir düşmesi Osmanlı için büsbütün kötü olmuş. Çünkü, eğer Fransa da Şarlken'in hakimiyetine, yani egemenliği altına girer­ se, Avrupalılar artık Tuna'yı kolayca aşıp Osmanlı üstüne yeni bir Haçlı seferi düzenleye bilirlermiş. Tarih On Altıncı Yüzyıl ortalarını gösteriyo r, ortalıkta hala din kavgası. Yirminci Yüz­ yıl'ı gösteriyor, yine öyle: Baksanıza, İsrail-Filistin. Kudüs hala paylaşılamadı a dostlar. İlle, o toprak senin, bu toprak benim: Altında ya ırk, ya din! Bu arada Tuna boylarında oturanlara, Anadolu' da, ötede, Doğu Anadolu yaylalarında oturanlara, oturamayıp oradan oraya göçenlere ne oluyor? Bu insancıkla­ rın neden haberleri var? İki tohumcuk birbirine rastlamış, bu garipler dünyaya gelmişler, yaşamaya çalışıyorla r. Dapdaracık, küçücük hayatlar üstüne büyük büyük hesaplar kuruluyor. Bir kavga, bir kıyamet, sayısız can telef oluyor. O güzelim kaleler, kuleler, yollar, fabrikalar yerle yeksan. Köprüler yıkılıp yıkılıp gidiyor. İnsanoğlu kavgaya harcadığı o kadar canı, malı, parayı barışa, buluşa harcasa herkes gül gibi yaşar giderdi, diyorum. "Efendim? Ne buyurdunuz? Ha, evet. Hayalci Hoca! Bu ad bana, daha öğretmenliğe başladığım ilk günden takılmıştı. An­ laşılan sen de şu söylediklerimi boş bir hayal sayıyorsun. Hadi efendim hadi, Konya' daki müzevir arkadaşlar gibi siz de bu se­ fer, 'bu adam vatanı düşmana öyle teslim edivermek yanlısı manlısı' gibi tutturmayın bakalım. Tarihe bakın, bakın da ders alın. Bütün bunları niçin anlatıyor, niye, yok efendim Orta­ çağ' da şöyle olmuş, On Altıncı Yüzyıl' da böyle olmuş diye ne­ fes tüketiyoruz? Beni dinle Zülfü kardeş, Vatan, uğrunda ölmek için sevilmez, üstünde adam gibi yaşayabilmek için sevilir. Otur. "Ne diyorduk? O koşullarda, Osmanlı'ya göre önce Macar sorunu halledilmeliydi. Bu karar sonucu Kanuni ordusu hare­ kete geçti, Macar ordusu ile Mohaç'ta karşılaştılar. Biz buna Mohaç Meydan Muharebesi diyoruz. "İçinizde bilen var mı, bu çarpışma nasıl sonuçlandı? Kimse bilmiyor mu? Pekala, o zaman kitabınızdan okur, öğrenirsiniz. Okursanız, belki sözlü iletişimden yazılı iletişime geçmek için de bir başlangıç olur bu. Sahi yahu, eskiden benim öğrencilerim bir iki kitap okurlardı, şiir severlerdi, iyi kötü, merak ederlerdi. 61
{ "page": 61, "source": "/content/downs/Adalet Aaolu_Romantik Bir Viyana Yaz.pdf" }
"Haydi, birbirimize biraz gayret verelim çocuklar. Bir şeyi sahiden öğrenmeye, severek öğrenmeye çalışalım. Böyle, gece­ leri televizyona gözümüzü dikerek de olmaz ki... Hı, ne? Bu mu? Ceketim mi? Niye mi hep bu biçim ceket giyiyorum? Kru­ vaze. Nesi var? Derse her zaman önü ilikli gelinirdi. Biz de öğ­ retmenlerimizden böyle gördük. Karşılıklı saygı kötü bir şey mi? Tabi, blucine de karşı değilim. Benim yaşımda bile giyenler var, ben böyle daha rahat ediyorum. Herkese uymak zorunda mıyız çocuklar? "Bu zil de bugün amma geç çaldı. Ya da bu ders bana çok uzun geldi. Karşımda biriniz uyuklar, öteki elinde pilli bir şey, cırt cırt cırt. Neymiş o? Ne işe yarıyor? Koy bakalım şimdi cebi­ ne, dersten sonra getir, göster. Biz de öğrenelim. Baban Alman­ ya' dan getirdiyse getirdi, ille sınıfa taşımak, herkese çalım at­ mak mı gerekir? Ne işçisi baban orada? "Neyse, zil. Gidebilirsiniz. Buyrun çıkın, lütfen ." Üç Gün Sonr a (Kırşehir) " ... Hayır oğlum, Kırşehir'in kuruluş tarihi çok daha eski. Fatih zamanına gelene kadaaar! .. Buranın Hititler zamanında kurulduğu sanılıyor. Bizans döneminde bir kasaba imiş. Adı da Makissos mu, Makesos mu, böyle bir şeymiş. Ama asıl önemi, taa Danişment ve Eratna dönemlerinde buranın bir darphane kenti oluşu. Darphane, yani para basım yeri. Altın, sikke, her neyse ... Ayrıca Kırşehir'iniz Ahilik merkezlerinden de biri. Bu da önemli. Çünkü Ahilik, bilmem içinizde bilen var mı, bir çeşit esnaf örgütüdür. Ta o dönemde örgütlenmeyi bilen insanların yaşadığını haber verir bu durum bize. Burada bir esnaf örgütü olduğuna göre, demek Kırşehir ticaret merkeziydi. "Dinliyorum . Başka ne biliyorsunuz içinde yaşadığınız yer üstüne? Pek bir şey bildiğiniz yok. Öğrenmeye hevesiniz de yok. Ben bu ödevi size vereli iki kocaman gün oldu tosunlar. Nekadar az merak etmişsiniz. Hayır efendim, burası daha An- 62
{ "page": 62, "source": "/content/downs/Adalet Aaolu_Romantik Bir Viyana Yaz.pdf" }
kara Eyaleti' ne bağlanana kadar birkaç kere Osmanlı hakimiye­ tine girip çıkmış. Ankara Eyaleti'ne bağlı beş sancaktan biri oluşu, Tanzimat'tan sonra, taa bin sekiz yüz yetmişlerde. Adı da o sıralarda Kırşehri imiş. Bir ara Gülşehri de denmiş. Kimbi­ lir, ya gülleri boldu, ya insanlar böylece bir özlemlerini dile ge­ tirmek istedi. Yüzü gülen, güllerle bezeli bir şehir hayal ettiler belki. Görüyorsunuz, bir ad için bile kaç türlü olasılık var. "Osmanlı'nın Avusturya-Almanya seferleri için de bir yı­ ğın bilmediğimiz , tarihlerin açıklamadığı neden olmalı. Bizim önümüze konan tek neden: Cermen İmparatorluğu' nun denge­ siz güçlenmesi, Osmanlı üstüne yeni bir Haçlı Seferinin müm­ kün görünmesi. Buna geçen dersimizde değinmiştik. Mohaç karşılaşmasına kadar da geldik. Bu meydan savaşı, Osman­ lı'nın lehine sonuçlanmı ştır. "Mohaç zaferi ile Osmanlı ordusu Macaristan'ı kontrol altı­ na almış görünüyordu. Fakat Şarlken, hemen kardeşi Ferdi­ nand' a arka çıktı. Bir ara burası yeniden Ferdinand'ın eline geç­ ti. Sen misin inatlaşan, Kanuni de şahlanıyor. Zaten o zamanla­ ra kadar geri basmaya alışmamış, kaybetme ye. Derhal bir Avusturya-Macaristan, şey, yani Macaristan-A vusturya seferi düzenliyor. Yıl, bin beş yüz yirmi dokuzdur; resmi tarihlerde bu seferin adı 'Gaza-ı Bec' diye geçmektedir. Biliyor siz nedir Bec? Bilmiyor? Osmanlılar Viyana'ya Bec derlermiş yakışıklı baylarını. Kitaplarınızda adı Viyana Seferi diye geçen bu sefer­ de Avusturya kuvvetleri Macaristan' dan çıkarılıyor. Eski Macar Kralı, yine Macar Kralı oluyor; e madem böyle olacaktı onca in­ sancığın kanı niye aktı, demez misiniz; beri yanda da Kanuni ordusuna buyuruyor ki, hazır yola çıkmışken varın gidin Viya­ na kapıların a! Onlar da, kolay mı, hayır, desinler, tabii gidiyor dayanıyorlar. Artık bukadar ını olsun kitaplarınızda görmüşsü­ nüzdür, buna Birinci Viyana Kuşatması denmektedir. "Ah dostlarım, siz güledurun ya, bu kenti bir de ben ken­ dimce kuşatsam! Viyana benim için sanki hiç ulaşılamayacak bir hayal şehir. Kolay mı, yirmi iki yıla yakın hemen hemen hep ay­ nı tarihi olayları hep aynı biçimde anlatıp duruyorum. Birinci Vi­ yana, İkinci Viyana, yok Kara Mustafa Paşa, yok Kahlenberg te­ pesi, Osmanlı'nın duraklayışı, gerileyişi, sonra al baştan Türkle- 63
{ "page": 63, "source": "/content/downs/Adalet Aaolu_Romantik Bir Viyana Yaz.pdf" }
rin İslamiyete geçişi, İslam yayılışı, Hıristiyan telaşı, Haçlılar, Otuz Yıl Savaşları, hadi bakalım yine Budin, Mohaç, Viyana ... Sizler karşımda her iki üç yılda bir değişiyorsunuz, ben hep aynı yerdeyim, anlattıklarım hiç değişmiyor, kentten kente sürülüyo­ rum, öğretmenlikten ahlıyorum, dönüp yine başlıyorum, efen­ dim, o sıralarda Roma-Cermen İmparatorluğu çok güçlenmişti ... Bütün bunları hayalimde nekadar süslesem, nihayet hayal! Bi­ zans İmparatorluğu, Venedik, Dükalar, Cenevizl er, Macarlar , Lehler, Avusturya, Karnaval, Viyana ... Ah hele Venedik ve Viya­ na!.. Oralara gitmeliyim. Elimi saray duvarlarına sürmeliyim, es­ ki alanlarda durmalı, daracık, taş döşeli sokaklarında gezinmeli­ yim. Öğretmenlikten ahldığımda İstanbul' da düzeltmenlikti, da­ nışmanlıktı, ansiklopedicilikti derken kaç işi birden yaphm, eli­ me bir seyahatlik para artmadı, hadi arttı diyelim, bu sefer de tam dört yıl pasaport alamadık. Venedik. .. Viyana. Böyle yerlerin bir büyüsü var. İnsanı çekiyor. Aynca çok ayıbıma gidiyor beyler, bir tarih öğretmeni kırk yıl aynı kentlerin, yolların, ülkelerin se­ rüvenlerini anlatsın da, şu devirde oralara ayak basamasın! "Büyülü kentler. Prag'ı düşünün. Bir başka nehir hayatını. Akınları. Güneşin İmparatoru Birinci Leopold'ün dedelerinden bir bakıma ikinci başkent olarak devraldığı Prag'ı. Nehrin sula­ rı bir yandan Bohemya havaları yankıland ırıyor, bir yandan Otuz Yıl Savaşları'nda ölenlerin cesetlerini ta nerelerden sürük­ leyip getiriyor. Köprü başlarının gözcüsü kristal sokak lambala­ rından çoğalarak dökülen kandil ışıkları, nehirde yeniden yeni­ den kırılıyor; şişmiş cesetler, şairin koyun sırtı dediği dalgaları çağrıştırıyor. "Beri yanda, dönelim yine Viyana'ya. Viyana, On Altıncı Yüzyıl'ın başı ile sonu arasında, veba, opera, karnaval ve cina­ yetlerin, düşman saldırılarıyla vals nağmelerinin en büyük bo­ yutlarda yaşandığı bir kenttir. Şövalyel er, savaş alanlarından buraya atlarının sırhnda barok rüzgarlarıyla gelmişlerdir. Birin­ ci Leopold, İspanya'daki Avusturya Prensesi Mari-Terez'in desti izdivacına talip olmuş, uzattığı el incelikle geri çevrilmiş, fakat İspanya Kralı, koskoca Güneşin İmparatoru' ndan utandığı ya da korktuğu için, Mari-Terez'in küçük kardeşi, İspanya Prensesi nam Margarit-T erez'i ona vermiştir. Tarihler Avusturya-Macaris- 64
{ "page": 64, "source": "/content/downs/Adalet Aaolu_Romantik Bir Viyana Yaz.pdf" }
tan İmparatorluğu'nun o güne kadar böyle görkemli bir düğün görmediğini yazmaktadı r. Ama hangi tarihler? İşte, siz de sor­ dunuz? Hangi tarihler öğretmenim? Düğün dernek deyince he­ men uyandınız, kulak kesildiniz. Böyle ayrıntıları elbette okul tarih kitaplarımızda bulamazsınız; oralardan, hep bildiğimiz gi­ bi, sadece olayların tarihleri, kim nereye saldırmış, kim nereyi istila etmiş, kime karşı zafer kazanmış, böyle şeyler ezberlenir. "Sizleri derin uykuların ızdan uyandıracak başka şeyler de anlatabilirim. Margarit -Terez'in İspanya'dan Viyana'ya gelin gelmesi aylar, aylar sürmüş, biliyor musunuz? Neden derseniz, Prensescik daha çocuk yaşta, pek de zayıf naif bir şeymiş. Atlı arabaya binmekten ödü koparmış. Onun için, omuzlar üstünde bir koltukta taşınıyor muş. Bu da hayli sarsıcı oluyormuş. Sallan­ tıya dayanabilmesi için adamlar günde ancak on kilometre ya­ pabiliyorlarmış . Anladığıma göre, bu uzun yolculuk bir yandan da müstakbel damadın işine gelmiştir. Kendileri aynı zamanda bestecidir. Sarayın orkestrasını arada sırada yönettiği bile ol­ muştur. Çalgıcılarına grev hakkı tanıyan ilk ve tek İmparator ol­ duğu bilinmekted ir, ne ilginç değil mi? İşte İmparator, müziğe karşı duyduğu bu derin aşk nedeniyle, gelini beklerken, düğün töreni için İtalyan bestecilere çeşit çeşit baleler, operalar ısmarla­ mış. Parlak şeyler. Bütün sarayı görkemli bir bale temsili için se­ ferber etmiş. Bu balenin çok görkemli olmasına önem verdiği, bu nedenle de provalara bizzat katıldığı edindiğim bilgiler ara­ sındadır. Hofburg sarayının içi bir tiyatro sahnesine dönüştürül­ müş. Sahneye, pupayelken koskoca bir gemi geliyor. Saray soy­ tarısı, kadın kılığında bir cüce sahnenin önüne geliyor, taklalar atıp öndeyişi okuyor. Prolog yani. Bu bitince gemiden müthiş süslü, pırıltılı pelerinleri içinde şövalyeler iniyor. Artlarında uşakları, seyisleri ve yine görkemli pelerinleriyle atları. Bunlar, o tarihlerde kurulmuş Saray Atçılık Okulu öğrencileridir. Avru­ pa'nın en ünlü beyaz atları burada adeta bale öğrenmektedir ve bu atlar, binicileri tarafından muntazam sıralar halinde danse­ derek bir geçit töreni yaparlar. Onlar dansederken, bizzat İmpa­ rator tarafından yönetilen başka atlar, binicileriyle birlikte aynı yere akıp gösteriye başlarlar. Tarihte böyle olağanüstü bir bale­ nin bir daha görülmediği de söylenmektedir. 65
{ "page": 65, "source": "/content/downs/Adalet Aaolu_Romantik Bir Viyana Yaz.pdf" }
"Fakat bir de şunu gözlerinizin önüne getiriniz. Barok bu kente geç gelmiş, ama pir gelmiş. Çalgı, çigan, dans, opera gır­ la. Ancak, karnavalın ertesi günü, yarı sarhoş, kapılarını açan­ lar ne görsünler? Eşiklerinde, yollarda yüzleri mor mor ölüler!.. Şarapla tütsülenmiş kafalar, kabus gördüklerini sanıyorlar, ne münasebet! İnsanlar patır patır düşüyor, cesetler üstüste yığılı­ yor, büyük çukurlar açılıp üstüste bu çukurlara atılıyorlar, yine de gömmeye yetişilemiyor. Viyana kokuyor! "İnsan böyle tuhaf, çok tatlı, çok tuzlu, çok acı olaylara sahne olan yerleri merak etmez mi dostlar? Kendi adıma bura­ ları benim rüyalarıma girmektedir. İstanbul' da da ne zaman Topkapı'nın oralardan geçsem, ne zaman ki Cağaloğlu'na bir işim düştü, ya vezirlerin kelleleri yollarda yuvarlanırken görü­ rüm, ya fener alayları, sünnet düğünleri, Padişah'ın şenlik tö- ren ............. Veba ve karnaval bir arada!.. "Ben ne yapıyorum ·çocuklar? Beni niye susturmuyorsu­ nuz? Neden zil çoktan çaldı örtmenim, demiyorsunuz? Akşa­ mın karanlığı çökmüş, saat bilmem kaç olmuş, hay allah! ''Bu böyle olmayacak. Gelecek dersimizde Budin mesele­ sinden başlayacağız. Kaldığımız yerden de devam ederiz son­ ra, oldu mu? Bu arada kapitülasyonları atladık. Bana hatırlatın, bir nebze de ona değinmek istiyorum." Üç Yıl Sonr a (Kastamonu) "Arkadaşlar, bugün sizlerle İkinci Viyana Kuşatması'nı gözden geçireceğiz. Fakat, daha önce, o tarihlerde Avrupa'nın durumu ne idi, buna bir gözatalım. "Atalım da, nasıl atalım? Kitabınızdaki haritalar çok kötü, hiçbir şey seçilemiyor. Eski kitaplarda biraz daha iyiydi bu çiz­ giler. Şimdi artık hiçbir şey anlaşılmıyor. İçinizden hiçbirine, şunu büyüt de gel, diyemiyorum. "Neyse, ben şimdi elle tahtaya bir şeyler çizeceğim. Sizler de artık hayalinizde canlandırırsınız, Avusturya nerde başlıyor- 66
{ "page": 66, "source": "/content/downs/Adalet Aaolu_Romantik Bir Viyana Yaz.pdf" }
muş, Osmanlı nerelerde bitiyorm uş ... Eskiden bu lisede kız ar­ kadaşlarımızın sayısı epeyceyd i. Şimdi birkaç tane kızımız var; ondan mı acaba, sınıfımız pek tozlu. Soluk alınmıyor. "Özür dilerim çocuklar, bugün başımda tuhaf bir dönme ... Kendimi iyi hissetmiyorum . "Acaba rica etsem de, sizler bu iki saati kendiniz sınıfta ça­ lışarak geçirseniz ... Kitaplarınızın Osmanlı-A vusturya -Macaris­ tan ilişkileri bölümünü açınız. Şu haritayı da iyi kötü, şöyle ... "Yok, hiç iyi değilim. Orhan, sen oğlum, geç tahtaya. Arhk kitabınızdan çıkarabildiğin kadar şuraya bir On Yedinci Yüzyıl Avrupa-Osmanlı haritası çıkar, yani çiz ... Hava çok mu sıcak? Bir yandan da titreme... Demek artık üzüntüyü kaldıramıyo­ rum. Bu sabah kötü bir haber aldıydım. Konya' da çok sevip saydığım bir edebiyat öğretmeni vardı, o zamanlar kızları üç yaşında ... Nesrin Öğretmen kocasını aniden kaybetmiş ... Benim de, belki tansiyonum düştü, belki çıktı ... "Teşekkür ederim Orhan' cığım. Kendim gidebilirim sanı­ yorum. Sen haritayı şuraya güzel güzel çiz; arkadaşlar hep bir­ likte bir şeyler öğrenmeye çalışın, biraz da hayalleriniz hareke­ te gelsin, tarih şöyle gözlerini zde canlansın, ben o zaman ger­ çekten memnun olurum. Nerminciğim, Zerrinciğim, siz de sını­ fın tozunu şey yapıverseniz ... Hadememiz Akil bunu pek bece­ remiyor belli... "Oturun, oturun, rahatsız olmayın lütfen ... Kapıyı kendim açabilirim ... " lki Ay Sonr a (Kastamonu) "Kalp, dediler, kalp çıkmadı şükür. Karaciğer dediler, o da sağlam ... Ama bu baş dönmeleri. Kan da sayıldı, dostlarım, ga­ yet normal. "Bilmem söylemiş miydim? İlk tayin olduğum yer yine burası, Kastamonu idi. O zamanlar sadece lise ikilere ders ve­ rirdim. Türklerin İslamiyete geçişi, yayılma dönemi, Osmanlı Devleti'nin kuruluşu ... Bütün bu zaman içinde, Avrupa' daki 67
{ "page": 67, "source": "/content/downs/Adalet Aaolu_Romantik Bir Viyana Yaz.pdf" }
durum. Unutmad ığınızı umarım. Gerçi her şeye çok özet ba­ kabiliyoruz, programlar yüklü. Şimdi lise iki, son sınıflar, hatta hala birlere de ders veriyorum, büsbütün özet oluyor. Sınıflar da kalabalık. Fakat kız arkadaşlarımız gitgide azal­ makta. "Arkadaşl ar, tarihte bütün olup bitene hızlı bir gözatar­ ken ben hep toplumların o olaylar sırasındaki hayatlarını, kül­ türlerini, sanatlarını bilmemiz gerektiğini de düşündüm. Ki­ taplarımızda yazılanlardan azıcık daha fazlasını bilmek, dö­ nemlerin düşünce akımlarını karşılaştırmak gibi, ne bileyim ... Doktorumuz bana, bukadar ayrıntıyla uğraşmamın sağlığımı olumsuz etkilediğini söyledi. Kendisi işitmesin, ama buna inanmak zor. Eğer bir şeyle etraflıca ilgilenmek sağlığı bozsa, bütün incelemecil er, araştırmacılar , hele sanatçılar sapır sapır dökülür gider. "Biz geçmişte öğrencilerimle çok neşeli dersler yapardık. Ben ciddi bir şey söylerken bile onlar kıkır kıkır gülerlerdi. Şimdiki gençlik hep içine kapanık. Ne düşünürsünüz, ne ya­ parsınız anlamıyorum. Biz hazan Alaaddin Kalesi'nin oraya pikniğe giderdik. Osmanlı Devleti'nin gelişme, büyüme döne­ mindeki sınırlarını toprağa çizdiğimiz haritalar üstünde tasav­ vura çalışırdık. Böyle inip çıkan bir tansiyon hastalığına hiç ya­ kalanmadım. Öğrencil erimden uzaklaşhrıldığım, şu, iğneyle kuyu kazar gibi minik minik, ömür törpüsü Ansiklopedi çalış­ malarını yaptığım sıralarda bile. "Rahatsızlığımdan buyana gevezeleştim sanırım. Bu ko­ nuya asıl, sizlere sonsuz teşekkürlerimi bildirmek için girmiş­ tim. Bana, hastaneye çiçek göndermişs iniz, ne kadar duygu­ landım anlatamam. Sizleri öyle özlemişim ki arkadaşlar ... Be­ nim ailem sizlersiniz. Canlarım, hele bir de yokluğumda ders­ lerinizi boşlamamış sanız beni öyle mutlu edeceksiniz ki? Kü­ çük bir sınav yapalım mı? Osman, söyle bakayım, İkinci Viya­ na Kuşatmasını hazırlayan koşullar neydi, ordunun başında kim vardı? .. " 68
{ "page": 68, "source": "/content/downs/Adalet Aaolu_Romantik Bir Viyana Yaz.pdf" }
Üç Yıl Sonr a (Kütahya) "Genç arkadaşl arım, edebiyat öğretmeniniz Nesrin Hanı­ mın inceliği. Onu yıllar önce Konya Lisesi'nden tanırım, do­ ğum günümü unutmaması, bunu sizlere de hatırlatması. .. Ne diyeceğimi bilemiyorum. Şurama bir şey takılıyor , sevinçten ağlayabilirim. İnsanlar tarihin bazı dönemlerinde hemcinsleri­ ne olan güvenlerini yitirirler. Sonra, hiç beklemediğimiz bir günde bir yerden öyle bir ışık çakar ki, insana karşı güvensizli­ ğe düştüğünüz için kendinizden utanırsınız. Bana armağan et­ tiğiniz bu güzelim Kütahya çinisi tabak karşısında, armağanın taşıdığı anlam bakımından şimdi işte böyle bir utancı yaşıyo­ rum. Fakat bu, mutlu bir utançtır. İnsanın ruh zenginliğinden duyduğum kuşkuyu yüreğimden silip götüren bir günü yaşı­ yorum. Kimbilir, bundan sonra sınıfta nekadar çok çekişeceğiz. Bazan ben sizlere öfkeleneceğim, bazan da sizler bana. Karşılık­ lı güven yitimine uğradığımız her seferinde benim artık sığına­ cağım bir yerim var. Nesrin öğretmenin dikkatiyle inceliğini ve sizlerin bu inceliği paylaşmanızı simgeleyen bu derin mavi ta­ bak. "Şimdi tam elliyle altmış arasındaki orta duraktayım. Kas­ tamonu' dan Kütahya' ya yirmi yıl aradan sonra yaptığım bu ikinci yolculuk da benim tarihimin bir olgusu. Osmanlı'nın İkinci Viyana Seferi gibi bir şey, desenize! Hele şükür, sizleri gülümseteb ildim! Doğum günümü o kadar ciddi, kapalı yüz­ lerle kutladınız ki, kendime sizlerle biraz şakalaşma izni tanı­ dım. "Birkaç zaman önce Kastamonu Lisesi'nde tuhaf bir rahat­ sızlık geçirmiştim. Asabi tansiyon mu, şekerim mi düşmüş, pek anlaşılamadı. İkide bir başım döner, gözüm kararır, sırtımdan aşağı buz gibi terler iner ... Gerçi artık lis.emizde genç hanım öğ­ rencilerimiz de var, ama bizler öğretmen-öğrenci olarak sorun­ larımızı açıkca konuşmalı, paylaşmalıyız. Yaşdönümü bunalımı yalnız kadınlarda oluyor sananlar, yanılır. Erkeklerde de olur. Fakat benimki bundan değil, sanırım daha çok ülkenin, toplu­ mun içine düştüğü bunalımın sonucuydu. Bir buhran, sadece 69
{ "page": 69, "source": "/content/downs/Adalet Aaolu_Romantik Bir Viyana Yaz.pdf" }
ülkenin geneli için geçerli olmuyor yani. Tek tek insanların iç dünyalarını da değişik biçimlerde etkileyebiliyor. Bendeniz edebiyatla, şiirle de uğraştığım için, fazlaca mı kendime dön­ müş oldum acaba? Kastamonu' da doktorlar geçirdiğim rahat­ sızlığı ayrıntı düşkünlüğüme veriyorlardı, kendim de üstümü­ ze çöken bungun havadan etkilendiğimi keşfettim. İnsan rahat­ sızlığının kaynağını doğru saptarsa, birçok durumda kendi kendisinin iyileştiricisi olabiliyor. Tarih olayları da böyledir dostlarım. Bunun için ben sizlere, bu olayların yanısıra, o dö­ nemleri yaşayan insanların iç dünyalar ını da keşfetmeye çalış­ mamızı öneriyorum. Tarih, sanıldığı gibi ölü değildir. Canlı bir şeydir. Çünkü insanlar tarafından yapılmıştır. "Daha ilk tarih dersimi verdiğim günlerde bana 'Hayalci Ho­ ca' adını takmışlardı. Sonradan Romantik, diyenler de oldu. Ama bunu daha çok, şiirle uğraştığım için söylediler nedense. Hiçbiri­ ne itiraz ehnedim. Doğrudur, dersimi verirken kafamın içi hayal­ lerle doludur. Örnekse ben, 'İkinci Viyana Kuşatması' nda ordu­ nun başında Kara Mustafa Paşa vardı,' derken imkanı yok, o sıra­ da onun bağırsaklarının iyi çalışıp çalışmadı ğını, savaş alanların­ da bir çadır aşkı yaşayıp yaşamadığını, sabah kahvaltılarında ne yiyip içtiğini düşünmeden edemem. Başka türlü, o savaşın ruhu­ nu anlayamam. Sürekliliğin tekerleklerini bulamam. "Kütahya' da ilk derslerimi verdiğim yıllarda gençlerin dünyası ne idi? Bugün sizler neredesiniz? Ben eski ben miyim? Yazık ki bizim toplumsal hayatımız doğal akışı ile gelişmedi. Bunu biz. hep kesintili yaşadık. Onun için, bugün karşımda be­ ni böyle kapalı yüzlerle dinleyen sizleri anlamamın kolay ola­ cağını sanmıyorum. Sizler de beni yadırgayacaksınız. Doğum gününü kutlama inceliğini gösterdiğiniz öğretmeniniz sizlere çok aykırı gelebilir. Sandığım gibi bu bir gerçekse, bizler bu uzaklığı, bu kopuşu birlikte aşmaya çalışalım. Nesrin Hanımın öncülüğündeki armağanınız aynı zamanda da bizim bu uzak­ lıkları aşma özlemimizin bir simgesi olsun. "Önümüzde duran bir sorun da şu: Dostlarım, o kadar çok zaman, o kadar çok ve artık değiştirilemez tarihi olayı hep öyle kendi zamanlarının içinde donup kalmış haritalar üstünde an­ lattım ki, hazan kendi kendime bu sabrı nerden bulduğumu so- 70
{ "page": 70, "source": "/content/downs/Adalet Aaolu_Romantik Bir Viyana Yaz.pdf" }
ruyorum. Bir bakıma tarihin bu 'aynı'lığından iki ders yılı bo­ yunca sıkılıveren sizler, acaba bir tarih öğretmeninin değiştiril­ meyen bir geçmiş karşısındaki durumunu hissedebilir misiniz? Burada, önünüzde sürekli akan, değişen bir hayat var. Orada, geride hep olduğu gibi duran bir geçmiş, tarih ... Ve biz yüzü­ müze hep bu aynada bakıyoruz. Buna nasıl katlanıyoruz? Ya artık kendimizi görmez olarak, oraya kör kör bakarak. .. Ya da genç dostlarım, tarihe önümüzden akıp geçen, değişen bugü­ nün aynasından bakarak. .. "A, kim o 'n' ooolur bırakın bu yakınmaları ... ' diye çıkış ya­ pan arkadaşımız? Hiç değilse bir ses, bir soluk! Kim ama, göre­ yim. Aaa, siz! Öyle ya, sizinle derse girmeden önce tanışmıştık. Daha doğrusu çocuklar, bu arkadaşımız kapı önünde kendisini bana tanıtmıştı. Birtakım dergilerden sözetmiştiniz, değil mi? O dergilerden çarçabuk bazı yazılar, şiirler aktardınız. Yusuf ... Yu­ suftu adınız yanılmıyorsam? Peki, Yunus. Özür dilerim. Yıllar önce, Kırşehiı' de miydi, Kastamonu' da mı, Yusuf adında bir öğrencim vardı. Eh zihinde Kuyucaklı Yusuf'tan da silinmez bir iz var ne olsa, böylece bütün Yunus'lar beni şimdiden hoşgör­ sünler, hep karıştırıyoru z. "Pekala, sizi dinliyoruz Yunus. Açıklayınız. Hangi yakınma sizi ne bakımdan rahatsız etti? Hadi, ama ... Hiç, hiç, diyerek bu çıkışınız açıklanmış olmuyor ki. Konuşmak istemiyorsunuz. Sonraya bırakıyorsunuz. Öyle olsun. "Bugün hem kendi adıma, hem de izninizle sizler adına, bir sevincimi daha dile getireceğ im. Sınıfın kapısında karşıma bir yığın edebiyat dergisiyle dikilen Bay Yunus'un özellikle dikkatini dilerim. Hayatta herkesin, her şeye karşı farklı yakla­ şımları, değişik bakışları olur. Bunu doğal karşılamalıyız. Zaten bir kültürü birlikte oluşturmak, birlikte bir hayat biçimi kur­ mak, farklılıkları birlikte yaşayabilmekle olur. Yine de dostla­ rım, insan hep aynı saatlerde aynı sınıflara girip çıkarken, hep aynı dersleri anlatırken, ötede, bir başka kapının arkasında si­ zin özel ilgilerinizi de paylaşan birinin olduğunu bilmekten bü­ yük coşkular duyar. Nasıl desem, o kadar aynılık ortasında si­ zin, silik-soluk da olsa, farklı dünyanızı paylaşan biri varsa, gurbetlerin gurbetinde dahi yalnızlıktan kurtuluyorsunuz. 71
{ "page": 71, "source": "/content/downs/Adalet Aaolu_Romantik Bir Viyana Yaz.pdf" }
"Konya Lisesi'nde, iki yıl için benim böyle çok özel bir dos­ tum olmuştu. Edebiyat öğretmeniniz Nesrin Hanımın birkaç yıldır burada olduğunu, şimdi aynı okulda bulunduğumuzu bilmek benim hayatımın ikinci büyük şansıdır. Bu aynı zaman­ da sizin de şansınız arkadaşlar. Kendileri şiir yazmaz, fakat ço­ rak bir hayatı, çevresi, kendisi, öğrencileri için bir şiir kılar. Edebiyatı sizlere kokusu, lezzetiyle tattıracakt ır, hiç kuşkum yok bundan. Eğer bugün geride bir iki bin şiir, edebiyat okuru kalmışsa, bunu Nesrin öğretmeniniz gibi öğretmenlere borçlu­ yuz. Onun benim övgülerime ihtiyacı yok. Sadece elinizin al­ tındaki bir olanağa dikkatinizi çekmek istedim. Nesrin Hanı­ mın derslerinde kulağınızı ve yüreğinizi açık tutmanızı dile­ mekteyim. Çünkü benim tarihi anlatışıma yaklaşabilme niz de böyle mümkün olacaktır. �'Efendim, bu uzun girişten sonra yüzlerimizi tarih kitapla­ rına çevirebiliriz, Baylar, hayalci hocanız bu ders yılında sizlere Osmanlı İmparatorluğu'nun çaptan düşe düşe ... Ooo, yine Yu­ suf. Pardon, pardon, Bay Yunus. Evet, cancağızım, yine ne di­ yorsunuz bakalım? Neee? Ne diyorsunuz siz? Teessüf ederim. Çok ayıpladım. Yok, galiba ben gittikçe şu değişen hayatın dışı­ na düşüyorum, bu ne biçim bir değişme ise! Bana baksana sen, edebiyat öğretmeninizin dulluğu, senin kendisini doyumsuz­ lukla yaftalamanı gerektirmez. Ne çirkin şey bu! Çok pis bir yaklaşımınız var. Anladığım kadarıyla her taşın altından çık­ mak, hep gözönünde bulunmak, dikkatleri sürekli üstünüze çekmek istiyorsunuz. Benim böyle zıpırlıklara karnım tok. Bak işte, benim de dilim bozuluyor artık. Doğrudur. Alışılmışın dı­ şında bir hareketi anlayışla karşılayabilirim. Ancak, her sivrilik, her puştluk özür dilerim, farklılık demek değildir. Sivriliklerin de bir dayanağı olmalı. Farklı olmak başka, o rolü oynamak başka. Marjinalmiş! Marjinalsen bu sınıfta ne işin var? Hepsi icazetli o dergilerle ne işin var? Git kendi dergini çıkar beyim. "Oturunuz Bay Yusuf. Ve ... dersten sonra odama gelin lüt­ fen. Sayın bayanlar, baylar, bir arkadaşımızın aykırılık rolü ne­ deniyle güzelim doğum günü dersimiz acı bir kesintiye uğra­ mıştır. Buna neden olan kişinin sizlerden özür dileyeceğini hala umuyorum. Bugün değilse, yarın. 72
{ "page": 72, "source": "/content/downs/Adalet Aaolu_Romantik Bir Viyana Yaz.pdf" }
"Evet, şimdi bakalım, On Dokuzuncu Yüzyıl' dan Birinci Dünya Savaşı'na gelene kadar koca Osmanlı İmparatorlu­ ğu'ndan geriye ne kaldı? "Güçsüzleşme öyle birden olmuyor. Tıpkı insan organiz­ ması gibi toplumların hayatı da ağır ağır yaşlanıyor ve sönü­ yor. Ancak çöküşü hızlandıracak etmenler her zaman sözkonu­ su edilebilir. "Dediğim gibi, tarihle insan hayatı birbirine benzer. Onun için ben, insan hayatını en iyi anlatan, açığa çıkaran edebiyatla toplumların hayatını aydınlatan tarih arasında sıkı bir bağ ol­ duğunu düşünürüm. Bizim bu bağı gözden kaçırmamamız, akıl ve gönülden gizlemememiz gerekir. Arşivler ortada, açıkta olmalı. Her şey enine boyuna tartışılabilmeli. "Şimdi bakın ne diyeceğim. Yahya Kemal üstadımız Açık Deniz şiirinin Kar Besteleri'nde: Bin yıldan uzun bir gecenin bestesidir bu Bin yıl sürecek zannedilen kar sesidir bu Bir kuytu manastırda dualar gibi gamlı Yüzlerce ağızdan koro halinde devamlı Bir erganun ahengi yayılmakta derinden Duydumsa da zevk almadım Islav kederinden derken ve bu yeryüzündeki yalnızlığını: Gönlüm bu devirden bu şehirden çok uzakta Tamburi Cemil Bey çalıyor eski bir plakta dizeleriyle dışa vururken bize farklı bir kültür insanının kederle­ niş şeklinin bile farklı olduğunu söylemiyor mu? Kendini Slav seslerine değil, Tanburi Cemil Beye yakın duyuyor. Bunu bir tu­ tuculuk sayanlar yanılırlar. Bu, şairin şiirine de bir yer ve yurt aramasıdır. Onu bir tarihe, coğrafyaya yerleştirm esidir. Ama sa­ dece bukadar mı arkadaşlar? Eğer biz bu dizelere bir de Yahya Kemal' in kendi özel tarihinden yaklaşırsak ne görürüz? Kimbilir, belki de onu yadellere salan şeyin, kendi topraklarındaki iç yal- 73
{ "page": 73, "source": "/content/downs/Adalet Aaolu_Romantik Bir Viyana Yaz.pdf" }
nızlığı olduğunu . Bu iç yalnızlığına yabancı bir kültür ortasında mazeret aradığını belki. Çünkü şairimizin özel hayatı 'hiçkimse­ siz' dir. Bu, bir sanatçının zaten mahkum bulunduğu yalnızlık değildir. Ona eklenen çok özel bir yalnızlıktır da. Evli, çoluk ço­ cuk sahibi öteki şairler akşamları evlerine çekildiklerinde, bir ka­ dının sıcak kollarıyla sarıldıklarında Yahya Kemal, evsiz, ailesiz, otel odalarında çifte kavrulmuş bir yalnızlığın dantelalarını örer. Fiziksel dezavantajlarının onu kadınlardan ya da evlilikten uzak tuttuğu söylenir. Büyük bir şair ve bir 'erkek' olarak reddedilme korkusu, onun somut yalnızlığını açıklamanın bir yolu belki, an­ cak böyle bir onur kırılması korkusu, kendini büyük görmenin de sonucudur; alçakgönüllülükten uzak bir iç dünya. "Siz, ne dediniz kızcağızım? Ben mi? Değilim, evet. Hayır, hiç evlenmedim. Oo, beni mahcup ediyorsunuz doğrusu. Bil­ mem, evlenmedim işte. Belki. Kimbilir. Kimbilir çocuklar , her­ birimizin derinlerimizde bilmediğimiz ne korkularımız vardır. Adınız neydi? Gülsen. Şey, Gülsen'ciğim, Yahya Kemal benim çok sevdiğim bir şair. Ama bekarlığını ona benzemeye çalışmak­ tan çok, sorumluluktan kaçışımın bir sonucu olabilir, başka şey­ ler olabilir ... Ben Yahya Kemal' e dil hazinemizi çok iyi tanıyıp kullanan bir şairimiz olduğu için hayranım . Geçen gün Nesrin Hanım pek ilginç bir örneğe dikkatimi çektiler. Yahya Kemal, Ahmet Haşim'i şair olarak beğenirmiş, ama dilimizi kullanırken çok sık hata yaptığını söylüyor. Bunu da birkaç örnekle kanıtlı­ yor. Siz bu örnekleri edebiyat öğretmeninize bir sorun. "Ooo, saat kaç olmuş. Giriş dersimiz nekadar uzamış. Vak­ tinizi almışım, özür dilerim. Zilin eli kulağında herhalde. Haa, bu arada dostlarım, bakıyorum bu yılki tarih kitaplarında hari­ talar biraz daha özenli basılmış gibi. Ben artık müdürlükten yerküre, duvar haritası, slayd falan istemekten bıktım. Onlar da herhalde yukarı yazmaktan bıkmışlardır. Biz kitaptakilerle yeti­ neceğiz. Eskiden kendim de bir şeyler çizerdim, hazan arkadaş­ larınız yardım ederlerdi. Fakat artık bu usulü bırakıyorum. Bu çağda, çok tuhaf ... Siz yine mümkünse çantalarınızda birer at­ lasla gelin derslerime. Her dönem devletlerin, imparatorlukla­ rın sınırları değişse de şehirlerin, pardon kentlerin çoğu yerli yerinde durmaktadır ya. İşte, yüzyıllardır Venedik Venedik'in- 74
{ "page": 74, "source": "/content/downs/Adalet Aaolu_Romantik Bir Viyana Yaz.pdf" }
de, Viyana Viyana'sında, Paris Paris'inde ... Bizde ise her gün her yerde yeni bir yerleşim bölgesi kurulmakta. Doğrusu arka­ daşlar, İstanbul da İstanbul yerinde kalacak mı, kuşkudayım ... "Ne gülüyorsunuz Yunus? "Evet efendim, öyle. Bizler idealistleriz. Bu kuşak öyle. Siz­ lere bukadar ayrıntılı ... Bin dereden su getirerek, evet... "Ders bitti. Serbestsiniz beyler. ''Yunus, odamda bekliyorum. Unutmayın." On Sekiz Gün Sonr a (Kütahya) " ... son iki haftadır bir yandan Osmanlı- Venedik ilişkileri­ ne, öte yandan On Yedinci Yüzyıl' da Osmanlı ıslahat hareketle­ rine kısaca gözattık. Gördüğünüz gibi, bu yüzyıl Avrupa için tantana, görkem, Osmanlı için ise bir iç isyanlar, ayaklanmalar dönemi olmuştur. Anadolu' da çıkan en önemli isyan, Celali İs­ yanları' dır ki, bunu bundan sonraki derslerimizde ayrıntılarıy­ la ele alacağız. "Bu arada, bugünkü dersimizi bitirmeden önce bayanlar, baylar, arkadaşımız Yunus' a teşekkür borcumuzu ödemeliyiz. Kendileri çok güzel bir özür dileme biçimi seçmişle r, bize, o dö­ nemi sınırları, yaylaları, dağları, gölleri, nehirleri, denizleriyle, hatta her yerin komşuları, kaleleriyle son derece açık gösteren bir duvar haritası çizmişler, bunu sınıfımıza armağan etmişler­ dir. Son on gündür anlattığım tarihi olaylar bugün gözünüz de biraz canlanabildi, bir somutluk kazanabildiyse, bunu arkada­ şımızın büyük emek ürünü bu haritasına borçluyuz. "Yunus, dostum, elinizden nekadar iyi çizim geliyormuş! Bu beceriyi nasıl edindiniz? A, öyle mi? Demek babanız grafik­ çilerimizden ... Ah üzgünüm, ayrıca başınız sağolsun gerçekten. Büyük kayıp. Hepimiz için. Soyadınızdan anlamalıydım. Sor­ malıydım size. Üzgünüm, evet. Peki, Kütahya Lisesi, neden? Babaannenizin yanında... Anladım, peki, başka sorum yok. Evet, üzgünüm. 75
{ "page": 75, "source": "/content/downs/Adalet Aaolu_Romantik Bir Viyana Yaz.pdf" }
11 Arkadaşlar , bundan sonraki dersimiz Celali İsyanları, de­ miştim. Ancak, ilk derste sizleri Osmanlı-Venedik ilişkileri üs­ tüne bir sınavdan geçireceğimi belirteyim . Ona göre hazırlanın. Demedi demeyin. Bu yoklamamda sizler bana elbette Venedik nerede, kaç yılında kimindi, kaç yılında ne oldu, bunları anlata­ caksınız. Fakat ben sizlerden şunu da bekliyorum : Venedik de­ yince, o çağda hayalinizde nasıl bir hayat canlanıyor? İnsanlar nasıl yaşıyor, nasıl giyinip kuşanıyor , neyle uğraşıyor, bunları da bilmek istiyorum. Düş gücünüz le bir On Yedinci Yüzyıl Ve­ nedik filmi çekmenizi bekliyorum. Tabii, Karlofça Anlaşma­ sı'ndan sonra cesaretlenip pupa yelken Mora'ya kadar saldıran bir Venedik hayal edeceksiniz. Ben kendi filmimi çoktan çek­ tim. Bakalım sizinkiler nasıl olacak, karşılaştırır ız. "Yunus, güzelim haritamızı sizin koruyuculuğunuza bıra­ kıyorum ... " lki Ay Sonr a (Kütahya) " ... işittim ki bir hanım kızımız, bizim tarih öğretmeni, bir Venedik' e, bir de bilhassa Viyana' ya takmış, diyesiymiş. Orala­ ra bir gitse, görse de kurtulsa, yoksa delirecek, diyesi... Haklı­ dır. İnsan otuz yıl aynı tarih parçalarını anlatınca böyle oluyor. Ayrıca benim Barok dönemin müziğine, resmine özel bir mera­ kım var. Barok kentler, o tuhaf tantanalı hayatlar ilgimi çekiyor. Bir yanda büyük gösteriş, bir yanda büyük bir sefalet. İnsanlar savaşlarda, salgın hastalıklarda kırılıp kırılıp gidiyor, yine de başta kendileri, vur patlasın, çal oynasın ... Bu çok dikkat çekici gelmiyor mu sizlere? .. 11 A, Günay, sen saçını at kuyruğu mu bağlıyorsun artık? Yunus zaten oldum olası bir kulağı küpeli. Ben böyle şeylerin bozgun Doğu Bizans, dediğim İstanbul'umuzda göründüğünü sanırdım. Demek, Kütahya'mız da ... Eh işte, her yerde birlik­ beraberlik. .. Deli İstanbul' da olan neden burada olmaya, değil mi ya? Eskiden bizim insanlarımız eğilimlerini, özel merakları- 76
{ "page": 76, "source": "/content/downs/Adalet Aaolu_Romantik Bir Viyana Yaz.pdf" }
nı açığa vurrnazlarrnış, gizli yaşarlarmış. Herkes hep aynı bı­ yıkla, hep aynı saç traşıyla, hatta benimki gibi hep aynı kruvaze ceketle görünürdü. Şimdi valla hoşuma gidiyor, gençler her şeylerini, zevklerini, eğilimlerini açıkca ortaya vuruyorlar. Ne o? İçinizde bu duruma kızanlar, homurdananlar mı var? Alışılır baylar. Hayatta her şeye alışılır. Baksanıza, geçmişteki o kadar kıyımı bugün yok sayabildiğimize göre? "Sahi dostlarım, neden hep dış görünüşte cesur olunuyor acaba? Neden saç sakal, giyim kuşarn daha cansiperane savu­ nuluyor da, iç dünyalar, düşünceler bukadar bir heyecanla de­ ğiştirilip dışa vurulmuyor? O konuda yeterli bir dayanışma sağlanam ıyor, neden? İş bu soruya dayandı mı ortalıkta ya bü­ yük bir sessizlik, ya her yan kan revan. "Şimdi bakalım, Genç Osman neden öldürüldü? Çünkü efendim, İkinci Osman, daha ta Birinci Viyana Bozgunu'ndan sonra, Hotin seferi sırasında yeniçeri ordusunun bozulduğunu, işe yaramaz hale geldiğini farketrnişti. Buna çare olarak da, bu ordunun ıslahına, yani iyileştirilmesine karar vermişti. Ancak kendisi, adı üstünde, çok genç idi. Bizim birçok değişimci, geli­ şimci gencimiz gibi deneyimsiz, aynı zamanda sabırsız idi. Ha­ zırlıksızdı. Kemikleşmiş bir ordunun değiştirilmesi, yenilenmesi kimbilir kaç türlü taktik, beceri ister, değil mi? Kolay mı yüzyıl­ ların içinde kök salıp yerine sımsıkı yerleşmiş, dünya aleme de hep kuşatıcı, kurtarıcı ve koruyucu kılığında görünmüş bir or­ dunun öyle pat diye başka bir ruha dönüştürülmesi? Genç Os­ man da tabii, dediğimiz gibi, o güne kadar hiç yumruğuyla yo­ ğurt yememiş bulunduğundan, karşılaşacağı çetin direnişten habersizdi. Yeniçeriler onun reform niyetlerini öğrenince, kuşa­ nıp saraya yürüdüler. Sultan Osrnan'ın, akıl hocalarının ve ya­ kınlarının kellesini istediler. Saray da kapılarını ardına kadar açıp, Buyrun işte kelleler, demeyince, bunlar Birinci Mustafa'yı karga tulumba tahta çıkarhp -dernek tarih ·gerçekten bir teker­ rürden mi ibaret canlarım? Şöyle bir başınızı çevirip etrafa, ya­ kınlarınıza bakın-, ıı:e diyorduk, elleriyle Birinci Mustafa'yı tah­ ta çıkartıp keman kaşlı, gül dudaklı, pembe beyaz tombul Os­ man' cığı da sille tokat, çeşitli hakaretlerle Ye dikule zindanlarına attılar. Burada, sanki kendiliğinden oluvermi şe getirip, hayalını 77
{ "page": 77, "source": "/content/downs/Adalet Aaolu_Romantik Bir Viyana Yaz.pdf" }
noktaladılar. Yıl, bin alh yüz yirmi ikidir , şaşırmayalım. Genç Osman, artık buğday biçer gibi bir yeniçeri kılıcıyla mı halledil­ di, zindanda boğularak mı öldürüldü, orasını çıkartamıyorum. Bu konuda rivayetler muhtelif. Lakin arkadaşları m, şimdi sıkı durunuz, kutsal sayılan Sultan'ın böyle saray beslemesi bir ordu tarafından ortadan kaldırılması memlekette öyle yankılar yapı­ yor ki, yıllarboyu devam ediyor , gelip bugünlere ulaşıyor . Ula­ şıp da ne oldu, diyeceksiniz. Huylu huyundan vaz mı geçti? Yo­ oo. Görünüşe bakılırsa, al dünü, vur bugüne. Fakat biz yine o günlere gidersek, ne görüyoruz? Yeniçeri ordusu gerçekten de bozulmuş, çürümüş. Öyle çok yiyip içmiş ki, şişmiş . Devlet büt­ çesini emmiş bitirmiş. Sefer sefer üstüne ayrıca. Barışta ise bü­ tün o paşalara, vezir vüzeraya yalılar , hanlar , hamamlar, bağış­ lanan köyler , obalar ... İhsan. Resmen bağış yani. Allahın vekili padişah bağışı. O zamanlar öyleymiş. Son model bir araba ba­ ğışlanır gibi, bir yazlık konut tahsis buyrulur gibi, hektarlar ca koruluk, ormanlık, başarılarınızın karşılığı, denip veriverilirmiş. ''Demek balık baştan kokmu ş. Kumandanlar , paşalar , gevşe­ miş. Başı öyle gören ayaklar da, ne reformuyrnuş, neyimiz varmış bizim eyy tüysüzler , deyüp, değişime karşı çıkmış . Ama daha İkinci Osrnan'ın öldürülmesi üstünden otuz yıl bile geçmeden, buyrun size İkinci Viyana bozgunu. Benim değişik kaynaklardan öğrendiğime göre sevgili bayanlarını, baylarını, buradaki yeniçeri ordusunun kumandanı Kara Mustafa Paşa, kentin kapısına daya­ nıldığında, eh arhk gerisini nasıl olsa askerlerim halleder Allahın izniyle, deyüp, Baden kaplıcalarının şifalı sularında cıp cıplarna­ ya gidesi. Fakat ne diyelim, Allah izin vermemiş işte. O da bu se­ fer bu başarısızlığının cezasını dönüşte kellesiyle ödeyecektir. Al­ lah Osmanlı ordusunun yardımına koşmamış, ama o sırada Leh Kralı Üçüncü Sobiyeski ve müttefikleri, Krakow' dan tam yirmi bin askerle koşup gelip Habsburg İmparatorluk askerine yardım etmiş. Yoksa, onlar gelene kadar Saray bayağı korkmuş, pılıyı pır­ hyı toplayıp kent dışına kaçmış. Halk da tarlalara tepelere topla­ nıp, defile seyreder gibi Osmanlı askerlerinin Viyana'yı kuşatma­ sını seyre derlerm iş! Tam da Ağustos ayı. Sıcak. Kahlenberg Tepe­ si ana baba günü. Yahu, ben sizlere şimdi bu tepenin Viyana'nm neresine düştüğünü göstermeliyim ki, Hıristiyanlık elden gidi- 78
{ "page": 78, "source": "/content/downs/Adalet Aaolu_Romantik Bir Viyana Yaz.pdf" }
yor avazeleriyle buraya akan Cermen ordusu ne yandan gelmiş, derken Leh ordusu bunlara ne yandan eklenmiş, bunlar böyle at­ mış beş bin kişilik koskoca bir ordu edip Yeniçeri ordusunu ne yandan kovalamış ve Tuna ne yana doğru akacağını nasıl şaşır­ mış, şöyle gözlerimizde güzelce canlandırabilelim. Ah Yunus' cu­ ğum, bir kere daha bin teşekkür, en azından işte karşımızda Viya­ na. İşte bu da Osmanlı'nın çadır kurduğu tepe .. : Tuna, işte. Akma Tuna akma ben bir dertliyim /Yar peşinde koşan kara bahtlıyım ... "E, kolay mı canlarım, bütün o askerler, yıllaaar, yıllarboyu sevdiklerinden, analarından, çocuklarından uzak, savaş mey­ danlarında, yarı aç, yan tok. Dayan ha dayan. Şu savaşların gözü körolsun. Kimbilir, bütün o ercikler öyle, çadır çötek oralarda, ke­ mirir içimi bir sinsi firak diye diye ayrılık ateşiyle kavrularaktan ... "Hayalci Hocanız yine coştu canlarım. Bir film sahnesi gi­ bi, ne yaparsınız? Düşünün ki, bu kuşatmadan daha üç gün ön­ ce bizzat İmparatorun kendisi Sonsuzluk Mabedi diye muhteşem bir baleyi yönetmektedir. Bu gösteride perde dev bir dünya yu­ varlağı üstüne açılmakta, bütün Habsburg sülalesi teker teker altın tozlar içinde görünmekte, bu heykellerin sonuncusu, bir­ den yeryuvarlağını bırakıp sahnenin önüne doğru gelmekte. Heykel sandığımız, kanlı canlı, İmparatorun ta kendisidir; altın işleme ipek kadife pelerinini şöyle bir savurtup sahne önüne gelir; açılış bu şekilde tamamlandıktan sonra, baleyi yönetmeye koyulur. Şimdi arlık sahneye her yanlan renkli taşlar, sırma püsküllerle süslü filler dahil olur. Üstlerinde karayağız, yarıçıp­ lak fil terbiyecileri; fillerin dansı başlar. Kırbaçlar şaklamakta, alınları göğüsleri çiçek resimli, başları tuhaf serpuşlu baletler, yani erkek balerinler fillerle adeta kadın cariyeleri gibi oynaş­ maktadırlar. İmparator Birinci Leopold, bu dansın ateş dozunu gittikçe yükseltmek istemekte, Avusturya-Macaristan İmpara­ torluğu'nu temsilen sahnede bir billilr küre gibi parlayıp duran dünyanın üstünde güneş hiç batmam akta, bale, rengin, müzi­ ğin, zenginliğin, aşkın, tutkunun, efendilik ve köleliğin doru­ ğunda seyretmektedir. "Kilise dahi Viyana'ya has barok hayat biçimine uymuş, bunu kendine uydurmuş bulunmaktadır. Kiliselerin tavan ve duvarlarının neredeyse çırılçıplak kadın resimleriyle süslenme- 79
{ "page": 79, "source": "/content/downs/Adalet Aaolu_Romantik Bir Viyana Yaz.pdf" }
si izni o zaman çıkar; ressamlar kolları sıvarlar. Artık her yanı boyamaktadırlar . Evleri, iç mekanları ... Hatta tabutlar bile çiçek resimleriyle donatılır. "Bir düşünün dostlarım, buna çok benzeyen bir barok, ülke­ mizde şimdi, üç-dört yüz yıl sonra boygöstermemekte midir? Televizyonda gördüğünüz törenleri, renkli basında sergilenen düğünleri, ziyafetleri düşünün ... Evet, evet, tarih canlı bir şeydir. "Ay ben nerelere açılıp gitmişim çocuklar. Günay kardeşi­ niz oradan, "Zil... zil!" diye uyarmasa, canlı tarihin peşine takı­ lıp kimbilir daha ne ... A, Günay, sen saçlarını ne yaptın dos­ tum? Boyattın mı, ıslattın mı? Nedir öyle parıl parıl, cam gibi? Ne? Ha öyle mi, demek jölelenince böyle oluyor? Ben de jöleyi yenen, hani şöyle serin tatlılara konan bir şey sanırdım. Yok ca­ nım, pekala yakışmış. "Gelecek derste, Osmanlı'nın Hodin meselesine döneceğiz. Çıkabilirsiniz sayın bayanlarım, baylarım. Yunus, sen kal. Ge­ çen gün bana verdiğin şiirlerini okudum da ... onu konuşalım. Evet? Ne var Gülsen kızım? Acele Müdür Bey mi çağırmakta? Geliyormuş deyiver lütfen. Yunus, sen en iyisi akşama benim eve uğra. Daha rahat konuşur uz. "Pekala, dağılabilirsiniz. "Hay Allah, göbeklendim yahu, ceketin önü zor kavuşuyor. "Buyrun çıkın hepiniz; biraz çabuk olalım lütfen ... " Altı Yıl Sonr a (Kütahya) " ... öğretmenliğimin kesintiye uğramadığı tek dönem, bu­ radaki şu son altı yılım. Sizlerle, ikinci lise mezunu kuşağa öğretmenlik ettim demektir ve artık emekli oluyorum sevgili bayanlarım, baylarım. Bugüne kadar sürç-Ü lisan ettikse affo­ la. Ağzımdan kötü bir söz çıktıysa, sizlere karşı kötü bir dil kullandıysam, bilgide ve davranışlarımda yanlışlar yaptıy­ sam, hoşgörüle ... "Bu son yıl baktım da, aramızdaki yaş farkı büsbütün ge­ nişlemiş, anlayışlardaki fark da beklenenin çok üstünde. Yine 80
{ "page": 80, "source": "/content/downs/Adalet Aaolu_Romantik Bir Viyana Yaz.pdf" }
de, siz kendi adınıza ne dersiniz bilmem, fakat ben, canlarım, sizlere hiç bukadar yakın olmadım. Çünkü işte bugün sizler de yeni bir hayalın başındasınız, ben de öyle. Öğretmen ve öğrenci birbirine hiç bu denli benzememiştir. "Bu dersin başında, içimde büyük bir kahkaha uçverdi. Çığlık gibi bir şey. Kendimi tuttum; o kahkahayı ya da çığlığı daha uygun bir zaman ve zemine sakladım. "İçimde kopan, şiddetli bir fırtına, bir depremdi sanki. Çünkü ansızın kendimi gördüm. Sabah akşam, sizden önceki­ ler gibi sizlere de, otuz yedi yıldır Bizans, Venedik, Avustur­ ya-Macaristan, Roma-Cermen, Hotin-Budin, Viyana, yine Vi­ yana diye anlatıp duran, kafasından sürekli kaleler, kuleler, kHiseler, katedrall er, saraylar, nehirler ve denizler geçen, ama benliğini kuşatan sınırların üç adım ötesine geçememiş olan kendimi ... Ben sizlere, bütün bu anlattığım İmparatorlukların, sarayların müzelik hallerini bile gösteremedim dostlarım. Kendim de, ne zaman Topkapı Sarayı'nı gezsem, ne zaman Dolmabahçe Sarayı önünden geçsem, Ayvazovski tablolarının o saray duvarlarına tuhaf biçimde yabancı kalışı gibi, kendi tarihime de yabancı kaldığımı hissediyorum. Neden? Çünkü ben de hep kendi hayalimdeki tabloları anlattım sizlere. Tek tip tarih dersi kitabımızı kendi uydurmalarımla çeşnilendir­ meye çalıştım. Ümidi zülfüne tutmuş idim velf bildim / O dahi ömr gibi bivefa imiş ey dost diye beyitler, kasideler dizen ve gen­ cecik yaşında öldürülen Cem Sultan'ın yediği son yemek aca­ ba neydi, diye, tıpkı vurulan gençlerimizin, ünlü kişilerimizin yakınlarına son sözleri neydi acep, sorusunu sorar gibi, merak ettim, bu sorular peşinde uykularımı kaçırdım. Ümidi yüce, sonsuz bildim; genç ve gür saçlarınızla bir tuttum, ama o da ömrümüz gibi ölümlüymüş dostlarım, demek istemiyorum. Umudumu diri tutmaya çalışıyorum, emeklilikte artık, anlata anlata en fazla tutulduğum Venedik ve Viyana'yı mutlaka gi­ dip görmeyi tasarlıyorum . "Öğrencilerime de sık sık önerirdim. Ellerinden gelen oldu, hiç gelmeyen oldu, isteyen, ilgilenen oldu, ilgilenmeyen oldu ve aslında ilgisizlik zaman içinde epey arttı yaşadığımız top­ rakları şöyle iyice bir tanımamız açısından. 81
{ "page": 81, "source": "/content/downs/Adalet Aaolu_Romantik Bir Viyana Yaz.pdf" }
"Bendeniz arkadaşl ar, her tatilde ülkeye bir ucundan yak­ laşmaya çalıştım. Gidip, Yavuz Sultan Selim zamanında Bo­ zok'lu Celal'in mehdiliğini ilan ederek binlerce taraftarıyla patlattığı isyanın Yozgat'ını gördüm örnekse; bugününe, bu­ günkü toplum hayatına, ekonomisine, eğilimlerine, dinsel yaklaşımlara bakarak dünü, o isyanları kavramaya çalıştım; buna çalıştıkça da bugününü daha iyi anlamaya başladım. Ya da sevgili dostlarım, Erzurum Beylerbeyi Abaza Mehmet Pa­ şa'nın Genç Osman kanını dava ederek-o zamanlar böyle ka­ na kan davalar vardı, diye bugün yokolup gitmiştir sanmaya­ sınız, kılık değiştirmiştir salt-ortaya bir isyanla çıktığı, ele ge­ çirdiği yeniçerileri katlettiği, işkencelerden işkence beğensin­ ler diye sürüyüp götürdüğü Erzurum yaylalarını. .. gezdim. Tarih o zaman gerçekten diriliyor. Bizimse bu kapalı sınıflar­ da, bunları, buraları gözümüzde daha rahat canlandırabilece­ ğim filmlerimiz, slaydlarımız biryana, ayrıntılı duvar haritala­ rımız bile olmadı. "Üç yıl önce bu sınıfta Yunus adlı bir arkadaşınız vardı. Şi­ ire, çizgiye eli yatkındı. İyi resim yapardı. Tuhaftı, ama yete­ nekli bir genç dostumuz ... O bize, tarihini anlattığımız her ye­ rin, her döneme ait geniş, güzel haritalarını çizmeyi alışkanlık edinmişti. İşte benim sizlere üstünde ders anlattığım, artık çok eprimiş bu haritalardır hala... Çok eski yıllarda adını dahi unutmadığım Asaf diye bir öğrencim vardı, o da bize topto­ parlak bir su kabağı üstüne dünyayı nakşetmişti. Kim orada? Niye gülüyorsunuz bakayım, su kabağı tabii ya ... Ona gülmü­ yor musun Osman? Ya neye? Ne derlerdi Yunus'a? Kız Yunus mu derlerdi? Sebep? Küpesi mi? Kulağının birindeki küpe ... Ha evet. Tuhafsınız arkadaşlar . Görünüş insanı her zaman ya­ nıltır. Ama diyelim ki yanılmadınız, size ne? Bak beni iyi dinle karakaş oğlum, şimdi artık her yerde binlerle, yüzbinlerle deli­ kanlı saç uzatıp küpe takınmaktadır. Bunu belki de her yanı fazla 'erkek adam' doldurduğu için yapıyorlar, belki yiğitliğin yüzünü değiştirmek, mesela başkalarının çok özel hayatına burun sokmamanın yiğitlik olduğunu göstermek istiyorlar. Belki insanın farklı olabilme hakkını savunuyorlar? Ya sen be­ nim sarıkafa oğlum, sen niye kikirdiyorsun ha? Yunus'u unut- 82
{ "page": 82, "source": "/content/downs/Adalet Aaolu_Romantik Bir Viyana Yaz.pdf" }
madım, evet; unutmak mı gerekiyordu? Hepimiz için fazladan bir şeyler üretmiş, belki biraz tuhaf, öfkeli, ama yetenekli, ve­ rimli bir arkadaşı unutsak ayıp olmaz mı? Tarih ne için öğreni­ lir çocuklar? "Ne? Eh evet, belki bunda da sen haklısın Osman'cığım. Arlık bu benim son dersim olmasaydı, bugüne kadar başkaları­ nın 'kız', seninse şimdi 'karı' diye daha şeddeli nitelediğin Yu­ nus konumunu belki bukadar açık savunamazdım, evet efen­ dim, korkardım. "Hiçbirinizin benden korkmasını istemedim. Karşılıklı say­ gımız olsun istedim. Çünkü, benden öğreticilik bekleyenler , kendilerinden korkmamı da beklemişle rdir. "Arlık ayrılıyoruz. Sizlere bakıyorum. Bakıyor, her şeye karşın kendi kendime şöyle diyorum: Ah ne tuhaf, şu bizim okullarımızda sınıflar, kitaplar, giyim kuşamlar tek boyut, tek renk, tek biçim, ama çocuklarımızın saçları, gözleri, rengarenk­ tir. Kiminiz kara gözlü, kiminiz mavi; kimi kumral, kimi siyah saçlı; kiminiz hatta kızıl, kiminiz saman sarısı ... İçinizde Kızıl­ derili gibi, bakır tenli olanlar da var. Kiminiz ince uzunsunuz, kiminiz tıknaz, bodur. Çok sıska olanlar ile pek tombullar ... Ama ne yazık, dıştaki farklılığı biz düşüncelerde ve duygular­ da pek göremiyoruz. Yaşama biçimlerimizde göremiyoruz . Hatta insanlar, yapılarındaki farklılığı bile yaygınlaşan saç bi­ çimleri, giyim kuşamlar içinde silikleştiriyor, yokediyorlar. İlle, herkes ne yiyorsa o yenecek, ne giyiyorsa, o giyilecek, ne yapı­ yorsa, o yapılacak. Bence sizler, kendini böylece silen, yokeden­ ler çoğunluğu değil, kendini varederek o varlığı, kişiliği savu­ nanlar çoğunluğu olmalısınız, bilmem ki anlatabildim mi sev­ gililerim? 'Kaderinizi' değiştirmelisiniz. "Görüyorum, sıkıldınız. "Zaten artık "Elveda" demenin zamanı. "Hiç değilse ben, bundan böyle kendi kaderimi değiştirme­ ye çalışayım. Viyana'yı hala görememiş bulunmaklığım bir alın yazısı değildir ya? "Bu arada, hiç kuşkunuz olmasın, o büyük, görkemli ve sırlarla dolu aşk kahramanlarının birlikte intihar ettikleri Ma­ yerling av köşkünü de göreceğim. Son defa baş koydukları yas- 83
{ "page": 83, "source": "/content/downs/Adalet Aaolu_Romantik Bir Viyana Yaz.pdf" }
tıkta Barones Vetsera'nın kurumuş gözyaşlarına bakacağım. Henüz on yedi yaşındaki Mari Vetsera ile Arşidük Rudolf'u, onların aşklarını, son gecelerini düşünürken, ölümden az önce, köşkün yemek salonunda intihara sahiden birlikte mi karar vermişlerdi, diye yeniden yeniden soracağım; orada, akşam ye­ meğinde ne yemiş olabileceklerini de bulmaya çalışacağım. Ba­ na gülebilirsiniz, fakat bu kafamı çok kurcalayan bir soru. O za­ manlar düklerin, baronların, sultanların, prenslerin yemek lis­ teleri akıllara durgunluk verecek çeşitliliktedir. Bizim Osmanlı sarayındaki normal iftar sofraları da bunlardan aşağı kalmazsa da, Arşidük Rudolf'la Mari Vetsera'nın intihar öncesi sofrala­ rında neler bulunduğunu öğrenmek benim en büyük tutkula­ rımdan biridir. Ne yediler, ne içtiler? İştahları yerinde miydi, değil miydi? İnsan buna bakarak bile, bir ölümün intihar mı, ci­ nayet mi olduğunu anlayabilir? Ya da fazla yemekle çılgınlık arası mesafenin çok kısa olduğunu ... Ah, tarih! Saraybosna' da vurulan Arşidük Ferdinand'ı alalım mesela ... Onun kanlı üni­ forması, bir müzede .... "Özür dilerim, uzattım. "Ders bitti, genç dostlarım! "Hayalci Hocanız sizlere, geniş ufuklu günler, merak dolu bir gelecek diliyor. "Ooo, çok teşekkürler Ruhi' ciğim, hepinize çok teşekkür çocuklar. Nekadar duygulandım. Gümüş çerçeve içinde son sı­ nıfımızın grup fotoğrafı . Sizler ve ben ... Neredeyse ağlayaca­ ğım. Fakat hele şu benim halime bakın, kruvaze ceket amma da daralmış !. Yok canım, ben genişlemedim tabii, o daraldı. İşte saçlarım da dökülmemiş, ne ak var, ne bi şey ... Oh çok şükür, sizleri böyle gülümsettim ya ... "Haa, bu arada, bu akşam değerli edebiyat öğretmeniniz Nesrin Hanım'ın, emekliye ayrılışım dolayısıyla hazırladığı sofranın konuğu olacağım. Arkamızdan dedikodularla Nesrin Hanım'ı üzücü şeyler olmasın diye, siz çocuklarımı da bu fo­ toğrafla masanın üstünde bulunduracağım. "Sizin de hayatınız ve tertemiz dostluklarınız hiç kirlenme­ sin canlarım. 84
{ "page": 84, "source": "/content/downs/Adalet Aaolu_Romantik Bir Viyana Yaz.pdf" }
" Vakit azaldıkça çoğalmam gerekiyor Hemen yetişmeliyim kaçan taşıtlara Yaşansın son bir anılar Zaman yok bir daha demişlerdir has bir şairimiz. Anlayana. İnsan yaşlanınca yollarda kalıyor Yaşansın kendimi atacağım odalarda. "Çıkabilirsiniz, sevgili çocuklarım. "Hayır, rica ederim, önce sizler, her zamanki gibi. Buyrunuz, geçiniz. Geçin ... " 85
{ "page": 85, "source": "/content/downs/Adalet Aaolu_Romantik Bir Viyana Yaz.pdf" }
IV. Hayatın Kumarı "Demek burada da yazıyorsunuz?" Başımı kaldırdım, oturduğum masanın boş yanında, kar­ şımda duran yüze baktım. Tanımıyordum. Kibar kibar gülüm­ süyordu. Şaşkındım. Burada, üstünde doğup yaşlandığım topraklar­ dan çok uzaklarda, semt sakinlerinden başka kimsenin de pek uğramadığı bu kır lokantasında bana anadilim ve adımla hitap eden kişi kim? · Hayır. Hiç tanımıyordum o yüzü. O anda, Yirminci Yüzyıl başlarında Sarayevo'da vurulan Arşidük Ferdinand'ın yüzü bile bana daha tanıdıktı. Habsbutgların son temsilcilerinden İmpa­ rator Franz Jozefin acıları da. O kadar yufka yürekli imiş ki, monarklığı hiç becerememi ş. Hoş zaten çağ da artık hanedanla­ rı, imparatorları falan takacak çağ değil. Hepsi bir bir yıkılmış, yıkılmakta ... İşçi hareketleri bir yanda, anarşist eylemleri, sui­ kastler bir yanda. Bugünkü gibi neredeyse herkes bir cumhuri­ yet olana kadar baş ayakla, ayak başla: didişip durmakta ve ina­ nılır gibi değil, hala ırk ve din kavgaları ortalığı kasıp kavur­ makta; Almanı, Macarı, Çeki, Slovakı v� Romanı, herbirinden de birkaç bi� adet Yahudisi, çigan.:.çengi, veba-tifüs bir arada ya­ şayıp gitmiş Avusturya-Macaristan toprakları sen sen, ben ben kavgasına tutuşmuş bulunmaktadır .. Bu durumda, duyarlı ve dertli İmparator da, h�r sabahın altısında bir tiyatro sanatçısı 86
{ "page": 86, "source": "/content/downs/Adalet Aaolu_Romantik Bir Viyana Yaz.pdf" }
olan metresinin kapısını çalarak ona içini dökmektedir. Nasıl dökmesin ki? Yapayalnızdır. Koskoca imparatorluktan ortalarda kimse kalmamış gibidir. Pek sevgili karısı, Güzel Elizabet, Sissi, diye de anılan Kraliçe Elizabet, biraz kaçırmış, ruhu çok bunal­ dığı için sık sık Viyana' dan ayrılıp Avrupa'nın orasında burasın­ da dolanır olmuştur. Kardeşlerinden Maksimilyen, Meksika' da vurulmuş tur. Yeğeni Arşidük Salvador da tuhaf bir adam çık­ mış, İmparatorluk ailesiyle bütün bağlarını kopararak Güney Amerika'ya yelken açmış, kimseler izini bulamasın, diye de adı­ nı Johann Orth olarak değiştirip, oralardaki Viyanalı bir tüccarın kızıyla evlenmiştir. Bukadar olsa iyi. İmparatoru daha da büyük acılar, yıkım­ lar, yalnızlıklar beklemektedir. Varisi, oğlu Rudolf, -herkesin pek iyi bildiği gibi-Mayerling' de, sevgilisi Barones Mari Vetse­ ra ile birlikte intihar etmiş, intihar nedeni ya gizlenmiş, ya bir giz olarak kalmışhr. Derken, Viyana Operası'nın mimarı Van der Null, eseri Viyanalılar, özellikle de İmparator tarafından çok eleştirildi diye kendini asmış, burasını birlikte tasarladıkla­ rı mimar arkadaşı, olayın sarsıntısıyla fücceten vefat etmiş, bü­ tün bunlardan da fazlaca etkilenen Fran21 Jozef ise, suçluluk duygularına kapılarak eleştirilerinden pişmanlık duymuş, de­ rin üzüntülere garkolmuş, sonuçta, bir kararname ile, her nebi­ çim altında olursa olsun sanat eserlerinin eleştirilmesini yasak­ lamıştır. Ondan sonra kendisi de, kim neyi nasıl yaparsa yap­ sın, "Pek güzel olmuş, memnun kaldım," demeyi bir alışkanlık haline getirmiştir. Fakat, Tanrının ve halkının karşısında bukadar alttan al­ makla İmparatorun acılarının dinmesi şöyle dursun, çektikleri­ ne daha da beterleri eklenmiş, sevgili Elizabet'i Cenevre' de bir anarşist tarafından vurulmuşt ur. Çok geçmeden Sarayevo sui­ kasti vuku bulmuş, uluslar savaşı patlamış, şaşkınlıktan şaşkın­ lığa düşüp dili tutulan Franz Jozef, savaşın ikinci yılında gözle­ rini içinde yaşadığı operalar ve cinayetler dünyasına kapamış­ tır ki, işte ben, tam o sırada bir yandan arabasında vurulan Ar­ şidük' ün kanlar içinde yana devrilişine, "Aa, Ay, Ayy!" demek­ te, öte yandan da, sarayında neredeyse tek başına ölen Franz Jozefin gözkapaklannı ellerimle örtmekte, örterken de: Bitti, 87
{ "page": 87, "source": "/content/downs/Adalet Aaolu_Romantik Bir Viyana Yaz.pdf" }
artık hiç üzülmeyeceksiniz işte, demeye hazırlanmaktaydım. Üstelik uzunca bir sosyal demokrat dönemden sonra, şu olan­ lara bakın. "Uzun süredir şurada oturmuş, size bakıyordum. Ülkemin bir yazarı. Hemen tanıdım; çalışıyordunuz, fevkalade kaptır­ mıştınız, bölmek istemedim, ama ... " Sanki bir korunma duygusuyla, masada, önümde duran defterimi çarçabuk kapatıvermi ştim. Her fırsatta başına çöküp ne işe yarayacağını bilmeden sürekli notlar aldığım defterim. O zamanlar, böyle binde bir de olsa, hala elle yazı yazanlar bulu­ nurdu; görüldüğü gibi ben onlardan biriydim, ama antikalı­ ğımdan utanmıştım doğrusu. Defterimin kapağını öyle bir ka­ patış kapatmıştım ki, bu sefer de o hareketimden utandım. Giz­ li gizli şiir yazan lise öğrencilerine benziyord um. Ya da tarihçi­ nin dersinde amiral battı oynayan yeniyetmelere ... Bana böyle suçüstü yakalanmışlık duygusu veren kimse, kırk-kırk beş yaşlarında, hafif kır saçlı, yanık tenli bir adam. Gözlüklü. Okumuş yazmış halli. O dönemde böyle okur yazar tiplerine de arada sırada rastlanırdı. Ama benim sandığımdan da yaygın olmalıydılar. Baksanıza, elin memleketinde ben bile beni tanıyan birine rastlamıştım! Üstünde tertemiz bir tişört vardı, bacaklarında iyi marka kot pantalon. Tarihin bu kesimin­ de kot, kalitesi ne olursa olsun, genç yaşlı, herkes için yarı üni­ forma gibi bir şeydi. "Kitaplarınızı biliyorum efendim. İzin verir misiniz, otura­ bilir miyim? Size bir şarap da ben ısmarlayabilir miyim?" Hangi yazar, büsbütün de okunmaz, bilinmez biri olmadı­ ğını kanıtlayan böyle bir okur karşısında eğilmez ki? Elim aya­ ğıma dolanmıştı. Hemen neredeyse, bir kapıyı açıp, onu önden buyur etme hevesindeymişim gibi, şöyle ayağa kalkmak üzre kımıldanmıştım. Karşımdaki terbiyeli terbiyeli beni önledi: "Lütfen rahatsız olmayın ... " Güneş çoktan silinip gitmiş. Günbatımının ayak izleri toz­ pembelikler bile patlıcan moruna dönmüş. Ortalıkta hoş birse­ rinlik var. Anita, Wiltschko'ların bahçe lambalarını henüz yak­ mamış. Fakat, annelerle babalar çocuklarını alıp gitmiş. Bahçe­ de artık yalnızca okurumla benim mırıltılarım ... Ormandan üs- 88
{ "page": 88, "source": "/content/downs/Adalet Aaolu_Romantik Bir Viyana Yaz.pdf" }
tümüze hışırtıyla gelen esintinin ortalığa bir şeyler fısıldaması gibi. Haa, Wiltschko'lar mı? Önümüzde uzanıp giden bağların, bu bahçenin, içtiğimiz şarap kavının sahibi aile işte. Ancak, ben hala nerede bulunduğumu, zamanın hangi dairesinde oturdu­ ğumu anlamaya çalışırken, karşıma yerleşen terbiyeli adam da Anita'yı aramaya koyulmuştu. İçimden, çok beklersin, şimdi Anita'nın yemek saati, kırk dakika sonra ancak görebilirsin onu, diye geçiriyordum. Burada, hangi saatte ne olur, tanımadı­ ğım kişiden daha iyi bildiğimi düşünüyordum. Hatta ona yar­ dımcı olmaya hazırlanıyordum, oysa Anita çoktan masamızın yanında bitmiş, önümüze birer bardak şarap bırakmış, boşları almış, ona dost gülümsemelerle yiyecek bir şeyler de isteyip is­ temediğimizi soruyord u. Sekiz haftadan fazla bir zamanda ne olsa ben bile, hemen hiç bilmediğim bir dilde çat pat bir şeyler anlamaya başlamıştım. Bazı sabahlar şehre, pardon, kente in­ mez, ormanda uzun yürüyüşler yapardım. Kuşların, böceklerin sesine, ağaçların hışırtısına, bir ağaçkakanın tak tak gaga vuru­ şuna, önüme tık diye düşen bir palamut meşesi, bir at kestanesi sesine ıslığımla katılmaya çalışır, bu işte ısrar ettiğim zamanlar, kendimi hafifçe Schubert olmuş sanırdım; hani sanki şakakla­ rımda favorilerim, boynumda fularım, . üstümde kadife yakalı redingotum, bir elimde bastonum, ötekinde silindir şapkam vardır ve dudaklarımdan çıkan notalar önümsıra kelebekler gi­ bi uçuşmaktadır; süpürge çöpünün ulaşamadığı menzile nota­ larım ulaşacak, beni peşinden koşturan neyse, onu bulup önü­ nü kesecek, melodimle büyüleyecek, bulunduğu noktadan kı­ mıldayamaz edecekti. Bu hayallerle öyle yorgun düşerdim ki, dönüşte yine Wiltschko'ların bahçesine uğrar, dinlenirdim. Garson kıza çev­ reden, Anita, diye seslenildiğini bilirdim. Ama kendim onu bir kere bile böyle çağıramamış, ikide bir, "Madmaze l..." deyip durmuştum. Bu bana İngilizce, "Mis ... " diye seslenmekten da­ ha ince, saygılı gelirdi. Adını hala bilmediğim sevgili okurum ise genç kıza kırk yıllık dostu gibi davranıyor, Anita şöyle, Ani­ ta böyle, deyip duruyordu; onunla şakalaşıyordu. Ne seçilebile­ ceği konusunda hiç bocalamadan birtakım soğuk, sıcak yiye­ cekler ısmarladı. Garson kız, yine çat pat çıkarabildiğim kada- 89
{ "page": 89, "source": "/content/downs/Adalet Aaolu_Romantik Bir Viyana Yaz.pdf" }
rıyla, "Kendini bir daha bukadar özletmemen için özel bir şey getireceğim," diye uzaklaştıktan sonra ise bana: "Size sormadan ısmarladı ğım için hoşgörün, efendim," de­ di. "Sevmediğiniz şeyler olursa, yemezsiniz ... " "Zahmet ediyorsun uz." "Rica ederim. Siz beni masanıza kabul buyurduktan sonra. Burası bizim insanlarımızın bilmediği bir köşe. Kentten de uzak. Sizi görünce, tanıyınca yani, sahiden şaşırdım. Yeni bir kitap mı yazıyorsunuz? İstemezseniz yanıtlamay ın. Bu yakın­ larda mı oturuyorsunuz?" Ona, aşağıdaki süpermarketin birkaç sokak yukarısında bir evde kaldığımı, haftalardır bu kentte yaşadığımı, herbir yanda dolanıp durduğumu, havanın zaman zaman çok bunaltıcı bir hal aldığını, bitkinleştirdiğini, yine de kokusunu duyduğum, fakat elimle tutamadığım bir şeyin peşinde olduğumu, bu tut­ kulu arayış ateşinin içime birkaç yıl önce Londra' da düştüğü­ nü, o gün bugündür beni yakıp kavurduğunu, olmadık yerde, olmadık zamanlarda karşıma çıkan hayaletlerin, veba çukurla­ rının, din savaşlarının, suikastlerin, fil balelerinin, kulelerin, zindanların, opera ve cinayetlerin, intiharların hayatımı kara­ basana çevirdiğini, tarihe bir Ortaçağ sonrası barokunun çılgın­ lık gölgeleri düşüyorsa bile, bu gölgeler arasında kruvaze ce­ ketli, efendi ve matruş yüzünde her seferinde seçilen gülümse­ yişe, böyle bir gülümseyişle kendisi için açtığı kapılardan basıp geçenlere, basıp geçenlere, kapı kanadı elinde, yolverişine bakı­ lırsa aynca da romantik demekte bir sakınca görmediğim kim­ senin ne aradığını sormadan edemediğimi, böylece üstümdeki karabasan ağırlığının daha da arthğını yarı kekeleyerek söyle­ meye çalıştım. Söylediklerimden hiçbir şey çıkaramayacağ ını düşünüyordum, ama bunda da yanılmışım: "Ah, anlamıştım! Siz yeni bir kitap yazma peşindesin iz!" dedi sakin sakin. O kadar yatıştırıcı bir edası vardı ki, bu sefer de bir deliye nasıl davranılmak gerekirse, öyle davrandığı kuş­ kusuna kapıldım. Değerli okurum karşısında irtifa mı kaybedi­ yordum yoksa?. Onu şöyle bir tartma amacıyla: ''Yazdıklarımın aradığım şeyle hiçbir ilgisini göremiyorum ama," demiştim ben de ona. 90
{ "page": 90, "source": "/content/downs/Adalet Aaolu_Romantik Bir Viyana Yaz.pdf" }
Sesim kulaklarımda titrek, bitkin hnlıyordu. Resmen acı çe­ kiyordum. Her şey avuçlarımdan kayıp gitmişti. Yazı denilen şey tarihe gömülmek üzereydi. Söz, gittikçe kısalıyordu. Geride sadece kodlar kalmaktayd ı: YDP-PHC-PHS-BP-UNO -FAO-İT­ FA-AHC-RTI-NBSl-ISBN ... Hatta bunların yerini de işaretler, çizgiler, resimler almaya başlamıştı. Hiyeroglif yazısı gibi yazı­ lar türüyor, 'Kadın' demek için mesela, bir yuvarlak, ona bitişik artı işareti çizmek yetiyordu. Aksi gibi benim elimden de hiç çizgi çizmek, resim yapmak gelmiyordu. Harita bile çizemiyor­ dum, durumum gerçekten umutsuzdu. Kendimi herhalde bu­ nun için Franz Jozefe yakın duymuştum. İnsanları kitap oku­ muyorlar, yazıyı unuttular, diye eleştirmekten, çocukların bü­ tün gün sokaklarda top peşinde koşmalarını ya da ellerinde pil­ li dıt dıtlamal arını gelecek adına doğru bulmadığımı ifadeden çekinir olmuştum. Çünkü bu tür eleştiriler ya bir kitabevi yan­ gınıyla sonuçlanıyor ya da anneler babalar çocuklarının trafik kazasına kurban gidişinden sizi sorumlu tutmaya başlıyorlardı. Her eleştirinin yanıtı yıkım ve ölüm olacaksa, "Pekala, pek gü­ zel, her şey iyi, memnunum," demeyi, kafamı boşu boşuna ta­ rih dersleriyle yormamayı öğrenmel iydim. Yoksa ben de bir metres tutmalı, sabahları gözümün çapağını ayıklaya ayıklaya ona içimi dökmeye mi gitmeliydim? Ama benim geride ona bı­ rakacak atım arabam, mücevherlerim falan da yok ki, içdökme­ lerimi niye dinlesin? Nerede öyle bedava aşklar? Hadi onu da geçeyim, anahtar deliğini örttükleri Üğıtta bir gedik açan sü­ pürge çöpü nerede kaldı, Sultan Cem ve Itri nerede ey dost, Üçüncü Selim nerede, liselerde okuduğumuz onca tarih dersi ve Cumhuriyet nerede, yeni yeni kurulan din ve kabile impara­ torlukları Halep'te ise arşın nerede, arşın orada ise Barok nere­ de; o da Belveder'de falan ise, Graben'la Kartner'ın hayhuyu ortasında ben neredeyim? Sık sık soluğum kesiliyordu. Bir defasında, işte sözünü etti­ ğim zaman Londra' da Hyde Park köşesinde de soluğumun içi­ me tıkılıp kaldığını hissetmiştim, ama hadi o zaman önümsıra hamburgerciye doğru koşan iki yeğenime yetişmek zorunday­ dım. Ya bu kentte, o bahçede, tarihten silinmeye yüztutmuş bir defterin başında oluşum hangi zorunluluğun sonucu? 91
{ "page": 91, "source": "/content/downs/Adalet Aaolu_Romantik Bir Viyana Yaz.pdf" }
Masanın öteki ucundan bana yahştırıcı tebessümler gönde­ ren terbiyeli okur tarafından gerçekten de suçüstü yakalanmış gibiydim. Öyle ya, ne arıyordum buralarda? 'Bizimkilerin bil­ mediği 'ötekiler' köşesinde ne işim vardı? Hala adını bile öğre­ nemediğim bir adamla şarap içiyor, onun bana ısmarladığı ye­ mekleri tatmaya hazırlanıyordum. Tedirginliğim arhyordu. Ta­ nımadığım kimselerin hayatları üstüne soru sormaktan hiç hoş­ lanmayışım, buna heveslensem de beceremeyeceğimi bilmem ise soluğumu ayrıca hkıyordu. Fakat, hoş, terbiyeli ve cömert okurum beni bu sıkınhlarımın hiç değilse birazından kurtarı­ verdi: "Önce izninizle kendimi tanıtayım. Bunu çoktan yapmalıy­ dım, şaşkınlığıma, heyecanıma verin. Adım Asaf. Münih'te ruh doktorluğu yapıyorum ." Demedim mi? Bir deliyi yatışhrmaya çalışır gibi sakin gö­ rünüşü hurdan geliyor işte! Adı Asaf mış. Bu ad da bana hiç ya­ bancı değil. Büyütmemeliyim, Asaf, yaygın bir ad. Her yerde geçebilir ... Yine de, bu Asaf adıyla başka, özel bir yakınlığım ol­ muş gibi bir duygu içindeydim. Asaf, babası dar gelirliler sınıfından olduğu için, ülkede Tıp Fakültesi' ni hayli güç koşullarda bitirebilmiş. Tam da son sınıfa geldiğinde, neredeyse her şey boşa gidecekmiş. Kargaşa dönemi ... "İşte o bildiğiniz dönemler, olaylar ... " diyordu. Üstü­ ne ezik büzük bir hal gelmişti: "Babam beni okutmak için o kadar sıkınh çekmişti ki, bir ucundan öğrenci hareketlerine karışhm diye neredeyse utanç duyacakhm. Böyle hissettim diye, bu sefer de kendimden utan­ mışhm. Babam, ek mesai falan, yine destek verdi. Tarihimizde böyle babaların bulunduğu dönemler vardı, değil mi? İnsan, çocukları olarak her zaman onlara borçluluk duyar, ömürler de üstüste binen borçlarla biter giderdi. Babam, 'borç ödeme' töre­ sinin ortadan kalkışını göremedi. Ben Tıpta bir değil, iki yıl kaybettim. Ortalık biraz durulur gibi olunca, geceleri şurda burda çalışarak, karpuz sergilerinde karpuz satarak fakülteyi sekiz yılda bitirdim." Arlık sokak işlerinde çalışmaya, barlarda barmenlik yap­ maya alışmışmış, ama bu sefer de annesi, herkes babadan kalan 92
{ "page": 92, "source": "/content/downs/Adalet Aaolu_Romantik Bir Viyana Yaz.pdf" }
'mirası' tek başına yiyor, oğluna hiçbir şey koklatmıyor sanacak diye, iki gözü iki çeşme ağlayıp duruyormuş. Utanıyormuş da. Asaf, aynı 'küçük işleri gözlerden ırak yerlerde, yurt dışında yaparsa, annesinin içinin rahat edeceğini düşünüp bir rastlantı sonucu Viyana' ya gelmiş. Yine bir yandan barmenlik, bulaşıkçı­ lık, öte yandan üniversite derken, ihtisasım, öyle rastgitmiş, ruhbilim dalında yapmış. Profesörü tarafından çok seviliyor­ muş. Onun sağladığı bursla bir ara Amerika' ya gitmiş, Ohio' da bir hastanede çalışmış, derken orada kalmaya karar vermiş. Ye­ ni dünyada o sıralar o kadar çok insan ruh doktorlarının kapı­ sını çalıyormuş ki, bayağı iyi kazanmış. Hatta annesine deniz kıyısında bir yazlık bile almış, onu mutlandırmış. Sonradan profesörü kendisini geri, Viyana'ya çağırmış. Yardımcıya ihti­ yacı varmış, Asaf' a çok güveniyormuş. "Derken, aynı profesörüm Münih'te önemli bir hastanenin başhekimliği için davet alınca, beni de yine yanında istedi. O kadar çok iyiliğini gördüm ki efendim, ona 'olmaz' demem mümkün değil. Burada evlenmiştim. Bir de kızım oldu. Karım Avusturyalı. O da doktor. Çocuk doktoru. Daha doğrusu, do­ ğum öncesi DNA'ların durumuyla ilgili bir branş ... Prof.'um Münih'te ona da iyi bir laboratuvarda iyi bir post sağladı. Kalk­ tık gittik. Burdaki evi kapamadık. Çünkü, sık sık gelip gidiyo­ ruz. Karımın ailesi burada. Onlar On Dokuzuncu Bezirk' de oturuyorlar , kentin kuzeylerinde ... Hemen her Noel tatili geli­ riz. Başka her fırsatta geliriz. Onun için evi olduğu gibi bırakı­ yoruz ... " diye anlatıyordu. O anlatırken gözlerimin önünden çeşit çeşit film kareleri geçiyordu. Doktor Asaf'ı kah kara kaşlı, kara gözle bir lise öğ­ rencisi olarak, babasının tayinen gittiği Anadolu şehirlerinden birinin lisesinde habire meydan savaşlarının tarihlerini ezber­ lerken görüyor, kah Bebek'in barındaki barmene benzetiyor, kah bütün yaz Maslak yolunda bir karpuz sergisi başında diki­ len çocuk sanıyor, sonra, ansızın, onun bunların hiçbiri değil de, geceyarısı bindiğim bir takside, 11 Araba benim değil, ama geceleri ben çalıştırıyorum efendim, okuyabilmek için ... " diyen ve o tarihlerde eşine artık çok ender rastlanmaya başlanan düz­ gün şiveli, nazik, arabanın teypinde de, o da müşterinin iznini 93
{ "page": 93, "source": "/content/downs/Adalet Aaolu_Romantik Bir Viyana Yaz.pdf" }
aldıktan sonra, hafif hafif Arnold Schoenberg Telli Çalgılar Trio'su çalan delikanlı olduğunu düşünüyordum. "Evimizi ka­ patmadık," derken, sesinde bir ürperti, yüzünde bir ışılh beliri­ yordu. Besbelli orası, huzur köşesiydi; 'borç duyguları'ndan arınıp emeğine saygı duyabildiği köşe. Hatta bir çeşit gurur. Ama doğrusu bu gururu ele vermeyecek kadar da iyi eğitmişti kendisini. Her yanından alçakgönüllülük akıyordu. Bu da tari­ he karışıp gitmiş bir şey değil miydi? Kimbilir, belki ülkede gün gün azalan, azala azala yeni bir azınlık grubu oluşturan, orada bile birbirinden habersiz duranları öyle bırakıp gidenler­ den biri olduğu için suçluluk duyuyordu. Ne olursa olsun, artık benim de doktora bir soru sormam gerekmiyor muydu? "Eviniz şehrin, pardon, kentin ne tarafında?" diye sordum ben de. "Buralarda. Aynı Bezirk' de, yani bölgede," dedi. Eliyle kır lokantasının üstünde bulunduğu caddenin gü­ neybatı ucunu gösterdi: "Şurada, Mauer' e inen sırtta ... " Oralarda da çok dolandım ben. Aradığımı bulmaktan umudumu kestiğim halde, salt güneyden esen rüzgarın fısıltısı­ nı dinleyerek, bu fısıltıların içimdeki düğümü çözeceğini bekle­ yerek üzüm bağlarının aralarındaki yollarda dolanıp durdum. Evlerden bazılarını çok beğenmiştim. Hele birinin, kimin acaba, diyerek eğilip kapı levhasını okuyacaktım. Utanmıştım. Sonra, ya pencereden biri görürse, ya bir köpek havlayarak üstüme saldırırsa, ya kapı pat diye açılıverirse? .. Açılıp karşımda bu ay­ nı okuru bulmam amma hıhaf olurdu haa! Doğru ya, hayat bir kumar değil de neydi sanki? Aklımdan ne geçtiğini mi anladı; sanki iç sesimi yankılı­ yordu: "Ah efendim, hayat sahiden bir kumar! Yaşamımızda rast­ lantıların önemi çok büyüktür. Size burada rastlayıvermem ... Düşünüyorum da ... Okuduğum bütün romanlar sahici bir baş­ langıçla bitsin isterim, diyen birinin öyküsünü yazmıştınız, onu unutamıyorum. Bakın işte, bu karşılaşmamızın başlangıcı da çok sahici. Rastlantı çünkü ... Ah evet, rastlantılar ... " 94
{ "page": 94, "source": "/content/downs/Adalet Aaolu_Romantik Bir Viyana Yaz.pdf" }
Onun ruh doktoru oluşu bile bir rastlantı sonucuymuş. As­ lında göz doktoru olmak istiyormuş. Okumayı çok sevdiği, eski oymacılar gibi yazarlara ayrı bir saygısı bulunduğu için, bu tür işlerle uğraşan kişilerin önünde sonunda gözlerinin bozulaca­ ğını, böylece de kendisine onları iyileştirip yardımcı olma onu­ runun düşeceğini hayal ediyormuş. "Ama kumarda kazandınız," dedim ona, "artık okumaktan ve yazmaktan gözü bozulan kimse yok, büsbütün hastasız ka­ lacaktınız .. ,. Oysa ruhu bozulan ... " Gülüştük. Ekledim: "Şarabınız ısınıyor." Hemen bardağını aldı, hafifçe kaldırdı. Tam o sırada da Anita bahçenin lambalarını yaktı. Beyaz şarabımız bardakları incecik, tül gibi buğulandırmıştı. Doktor: "Size rastladığım için çok mutluyum, yıllarca satırları ara­ sında koştuğum bir yazarla karşılaştığıma inanamıyorum," de­ di, içtik. Mahcup oldum. Şarap bu sefer çok iyiydi. Buruk üzümden. Wiltschko'ların özel aile kavından olmalı. Yine tazeydi, ama çok inceydi. Anita, eski, sürekli müşterisine gösterdiği dikkati sürdürü­ yordu. Az sonra yine gelmişti. Küçük küçük tabaklardaki yiye­ cekleri önümüze dizerken, hafif Macar aksanıyla tabaklardaki­ nin adlarını da söyledi. Mantar turşusu vardı, keçi peynirine benzeyen bir peynir vardı; kaygan, taze görünüyord u. Ahtapot salatası ve incecik beyaz soslu kuşkonmaz vardı, bura usulü. Son tabak ise tam ortaya yerleştiril di. Özel ikram bu olsa gerek­ ti. Gözucumla bakıyor, ne olduğunu anlamaya çalışıyordum, öteki ikisi bir tören edası içinde, coşkuyla, "Yaaa, evet, işte! De­ mek? .. " gibi sesler çıkarıyor, küçük kesik sözcükler fırlatıyor­ lardı ortalığa. Doktor Asaf, tabağı alıp bana uzattı: "Buyurmaz mısınız?" Kabuğu soyulmuş taze cevizmiş! Her şey makineyle kesi­ lip, dilinip, soyulabilir. Ama taze ceviz sadece elle soyulur. Bu, Anita'nın doktora gerçek bir ikramıydı. El emeği, göz nuru ... Üç taze ceviz de olsa ... 95
{ "page": 95, "source": "/content/downs/Adalet Aaolu_Romantik Bir Viyana Yaz.pdf" }
Ani ta: "Sıcakları da az sonra getiririm," deyip gitmişti. Doktor Asaf, ardından seslendi: "Çok da acele etme Anita. Sütlü cevizin tadını çıkarmalı­ yız ... Sonra bana döndü: "Şurada, ormanın eteklerinde koca bir ceviz ağacı var. Ba­ zan, duvarın beri yanına, yola iri iri cevizler düşer, ben topla­ rım. Çocukluğ umdan. kalma bir sevgi bu, taze cevize bayılırım. Ama Anita'ya da kimse iki diş ceviz soyup vermemiş herhalde. Ben arasıra cevizleri getirir, burada ayıklardım. Ona da soyup verirdim. Hele ağzına tutarsam, sevincine ölçü yoktur. Bakın şimdi ne yapmış ... Bana borcunu ödüyor ... Duygula ndım." "Başka yiyecek söylemeseydiniz. Çok olacak. .. " "Umarım hemen kalkmak zorunda değilsiniz. Burada bir süre daha oturabilir miyiz?" "Olur, tabii. Bu gece şehre inmeyecektim zaten. Yorgun ve ne yalan söyleyeyim, biraz da bezgindim bu akşam ... " "Kitap iyi gitmiyor mu?'.' "Kitap mı iyi gitmiyor , hayat mı, bilemiyorum. Dedim ya, her şey bulanık. Aradığımı hiçbir yerde bulamıyorum ... "Ben de ... " Doktor Asaf, bunu öyle, bir kere daha benim iç ses immiş gibi söyledi. Yani, hani, karşısındakiyle ortak bir yanı olduğunu belli etmek için değil, sahiden aradığını bulamayan biri konu­ munda bulunduğu için. "Ama siz ... İşte yerleşik bir hayatınız var. Gününüz, gelece­ ğiniz programlı, planlı yanılmıyorsam ... " "Bakın, bu kuşkonmazlar bu şarapla iyi gidiyor; bilmem denemiş miydiniz? Keçi peyniri sever misiniz? Bunu bir tadın, çok taze, tuzsuz, çok taze. Belki daha önce tattınız?. Ah evet, hayatım planlı programlı. Ben neyi arıyorum öyleyse, değil mi? Kuşkusuz sizin yaratıcılıkta aradığınızla hiçbir biçimde eşitle­ nemez, ama gerçekten efendim, şu son hafta, içinde bulundu­ ğum durumu bir bilseniz ... İşime, hastaneye dönmem gereki­ yor, dönemiyorum. Telefon ettim, faks çektim, biraz daha geci­ keceğimi söyledim. Prof.'um doksanını geçti, artık çalışamıyor; 96
{ "page": 96, "source": "/content/downs/Adalet Aaolu_Romantik Bir Viyana Yaz.pdf" }
istese daha çalışır ama, istemiyor. Evine çekildi. Her şey beni bekliyor. Karım, kızım ... Dönmem gerek evet, ama imkansız ... " Ansızın, bir yangının içinden konuşur gibiydi. Yine de, so­ runu neyse, itiraf ederim, ilgimi çekmiyordu. Merak bile etmi­ yordum. Hani ola ki, karısının annesi ya da babası hastalandı, onu bırakıp gidemiyor. Fakat öyle olsa, karısını çağırır, kendisi döner. O halde, güzel evlerinde onarım vardı; çatısı aktarılıyor­ du, adamlar evin üstünü açtılar, kapamadan ortadan yokoldu­ lar; doktor da evi öyle çatısız bacasız bırakıp gidemiyor. Önü­ müz kış. Yağmurların eli kulağınd a. Bunların hiçbiri beni ilgilendirmez. Sadece, yağmurların eli kulağında, diye düşünür düşünmez, dönecek olmamı hatırla­ dım, bir huzursuzluk duydum. Bungun, hayallerle dolu, yoru­ cu bir yazdan sonra, kafamın içi, ruhum karmakarışıktı. Bense, bu yaz boyunca bu kentte içime bir çekidüzen vermeyi düşle­ miştim. Bana o düzeni, dinginliği sağlayacak hayalin peşine düşmüştüm, oysa avuçlarım hala bomboş .. . "Özür dilerim, kim dediniz? Dalmışım ... " Doktor birinden sözediyordu galiba. Yüreğini bir şey sıkı­ yor gibiydi, yüzünde de ter çığsıması sanki ... Yoksa, ağaç dalla­ rından biri hafiften artan esintide lamba ışığını örttü de ondan mı yüzünü gölgelenmiş buldum? Sesi de donuklaşmıştı: "Tarih hocam, efendim. Onu söylüyordum. Eskiden, lise­ deyken, hem de ayrı ayrı yerlerde iki yıl öğretmenim olmuştu. Rastlantı işte. Ama siz onu asıl şiir kitaplarıyla, bazı denemele­ riyle bileceksiniz. Kamil Kaya, yani." Nee? Peki ne olmuş ona? Beş kitabından özellikle ikisi ne­ redeyse başucu kitabımdır. Güzel dörtlükleri, hoş hoş hikmetle­ ri, aforizmaları vardır. Az okunur, ancak okurunca seçilmiştir. Tarihten hızla silinen sessiz ve derindenliğin bellibaşlı son tem­ silcilerinden biridir bence. Doktor Asaf, ağzının cevizini bir yudum şarapla yıkadık­ tan sonra, Kamil Kaya' dan okumaya başlamışt ı. Belleği neka­ dar sağlammış! Bitirince: "Dörtlükler' inden. Hadi onun sağlığına içelim," dedim. "Kendisiyle hiç karşılaşmadım, ama aslolan yazarın eseriyle buluşmak, değil mi?" 97
{ "page": 97, "source": "/content/downs/Adalet Aaolu_Romantik Bir Viyana Yaz.pdf" }
· Doktor, hüzünlü hüzünlü başını salladı: "Onu kaybettim, biliyor musunuz? Kahroluyorum ... " Neredeyse şarap bardağımı deviriyordum. "Kaybetmek mi? Nasıl yani, ne zaman? Daha bu kış bir konferansı. .. 11 Doktor, bu sefer de beni yatıştırmak zorunda kalmıştı: "Yo, yoo, hayır. Öldüğünü düşünmek bile istemiyorum. Saçma olur. Hem, Allah korusun, öyle bir şey olsa, bilinirdi. Fa­ kat, onu kaybettim . Kayıp, yok. Yokoldu yani..." Kocaman, yaşlı başlı adam nereye kaybolur canım? Nere­ deymiş ki, doktor Asaf onu orada kaybetmiş? Üç aydır gazete­ lerimizden kaçının yüzünü kaç kere gördüm? Ya üç, ya beş ... Onun kaybından herhalde dünya basını da sözaçacak değildi, nereden haberim olabilirdi? Eski öğrencisi karşımda beni yatış­ tırmaya çalışıyordu ama, kendisi de artık fazlasıyla tedirgin: "Ben onu burada, bu kentte, hem de kendi evimde kaybet­ tim ... " Uzatmayayım, bana sonra şunları anlattı; daha doğrusu aklımda tutabildiğim kadarıyla bu kayıp hikayesi, başıyla so­ nuyla şöyle bir şeydi: "Ben, hayatın kumar olduğuna asıl o gün inanmıştım efendim. Hiç unutmam, bu yaz başı, Haziran'ın dokuzuydu. Münih'ten karımın annesiyle babasının altın evlilik yıldönüm­ lerini kutlamak üzere gelmiştik. Temmuz' da karım ve kızımla iki haftalığına Azor Cumhuriyetleri'ne gidecektik. Gittik de. Sonra onları memlekete, annemin yanına Akdeniz kıyısındaki eve bırakıp dönecektim. Onlar orada iki üç hafta kalacaklardı. Kızım denize bayılıyor. Ağustos sonlarına doğru yeniden on­ lara katılır, bir kaç gün daha tatil yapabilirim. Bizim yaz prog­ ramımız buydu, aynen de uyguladık zaten. Bütün bunları, bi­ zim buradaki evin tam üç ay boyunca, en az üç ay boyunca hiç kullanılmayacağını, boş kalacağını belirtmek için söylüyo­ rum. Çünkü, bütün her şeyin başı bu. Belki, hastaneden boşa­ labilirsem, arada bir iki haftasonu gelir giderim, diye düşünü­ yordum. "Evde eski tarih öğretmenim Kamil Beyin kalmasını iste­ miştim de ... Bunda çok ısrar etmiştim. 98
{ "page": 98, "source": "/content/downs/Adalet Aaolu_Romantik Bir Viyana Yaz.pdf" }
"Hocamı ben, sadece lise öğrenciliğimden bilsem, kimbilir belki, unutur giderdim. Ama biz onunla sonraki yıllarda da karşılaşmıştık. Nerede olursa olsun, fırsat buldukça onu yokla­ maya giderdim. Hatta iki kere de birlikte Doğu Anadolu'yu gezdik. Bir seferinde Nemrut'a çıkmıştık. Bir seferinde Trabzon yaylalarına gitmiştik. Uyku tulumlarında, hazan aynı çadırlar­ da yatardık. Kimseye okumaz, ama bana arada sırada yeni yaz­ dığı şiirleri okurdu. Onu yakından tanımış bulunsanız, nekadar mahcup yaradılışlı olduğunu görürdünüz . Sonra ne olsa ben, onun öğretmenliğe ilk başladığı yılların öğrencisiyim; bu ba­ kımdan aramızdaki yaş farkı da çok fazla değildir. Ne bileyim, kendisiyle öyle güzel bir dostluğumuz vardı işte. Dostluk ama, ölçülü, mesafeli, saygılı ... Ondan çok şey öğrenmişimdir. Tarihi başka türlü anlatırdı. Sanki bir insanı, canlı bir şeyi anlatır gibi. Ayrıca, sinema gibi, gözümde canlanırdı. Çok sonraları, mem­ leketteki olaylar falan, bir ara öğretmenlikten uzaklaştırılmış. Birbirimizin izini kaybetmiştik. Benim de başım dertteydi. Onu yıllarca göremedim. Tam işte bu yıl, Haziran'ın dokuzuna ka­ dar ... "Şeyden hiç geçtiniz mi, Eski Viyana Üniversitesi'nin bu­ lunduğu küçük alandan? Dr. Seipel Platz'dan? Hani, Büyük Postane'nin ora? Burdan birkaç sokak Stephandsdom tarafına yürürseniz, oralarda bir yerde Figarohaus vardır hani, Mo­ zart'ın bunu bestelediği ev? Öyle ya, görmüşsünüzdür tabii, orası işte. O küçük eski alan. Bakın, o lokantada yemek yediniz demek? Orası eskiden yoksul öğrencilerin yemekhanesiymiş. Sarayın artıkları buraya gönderilirmiş; veremden kırılan genç­ ler burada doyunurlarmış. Şimdi oldukça modern bir lokanta, farketmişsinizdir , kapı, pencere pervazlarını eflatun-mor renk­ lere boyamışlar , o eski alanda insan yadırgıyor, ama burada mi­ marlara, iç mimarlara böyle geniş özgürlükler de tanınıyor işte, ne diyeceksiniz ... "Karım, altın yıldönümü armağanı aramaya gitmişti. Be­ nim Büyük Postane' de bir işim vardı. Biz o lokantada buluşma­ ya karar verdiydik. Barbara, armağan seçmekte zorlanmış her­ halde, epey gecikti, ben bekledim. Beklerken, ne göreyim, tıpkı az önce burada sizi görüvermem gibi, yıllardır izini kaybetti- 99
{ "page": 99, "source": "/content/downs/Adalet Aaolu_Romantik Bir Viyana Yaz.pdf" }
ğim sevgili tarih öğretmenim ! Ben dergimde, ruhbilimdeki ve DNA konusunda yeni gelişmeleri okumaya öyle dalmışım ki, onu daha önce farketmem işim! Baktım, tek başına ilerde bir masada oturuyordu. Tabii saçları ağarmış, epey çökmüş, ama hep aynı, alışık olduğu kılıkta, gömlek, kravat, kruvaze ceketiy­ le ... Yine öyle çok efendi, sessiz, sanki dünyada olup biten her kötülükten sorumluymuş, her taraftan her an özür dilemeye hazır ... Ancak bu sefer onda değişik bir yan da var. Şaşkın gibi, sarsılmış gibi, ne bileyim, sanki yolunu şaşırmış, annesini kay­ betmiş bir çocuk gib i... Ağzımdan öylece fırlayıvermişti: Ho­ cam, siz ne arıyorsunuz buralarda? demiştim. Alma Mahler'i, dediydi hatta. Öyle ya, Alma Mahler'i; düşünün ... "Yerini, yuvasını bulmuş çocuk haliyle elime sarılmasa, onun o yitikliğini farketmez dim belki. "Başınızı ağrıtmak istemiyorum, çok özet anlatayım, diyo­ rum, ama hayatın kumarı, bu karşılaşma olayını düz bir olay olmaktan çıkardığı için, ister istemez heyecanlanıyorum, hoş­ görün. Sonra ne olsa, durumun böyle sonuçlanmasından so­ rumlu duyuyorum kendimi. "Hocam aslında Viyana'ya gelmeyecekmiş . Buraya daha sonra gelmeyi planlıyormuş. İlk defa yurt dışına çıkıyormuş da, İtalya'ya düzenlenen bir tura katılmış. Bunu ilkadımda da­ ha güvenli bulmuş, sonra da oralarda üstüne bir sıkıntı basmış. Bir tur kolay kolay bırakılmaz, hele Kamil öğretmen gibi, eko­ nomik durumu çok iyi olmayanlar bunu göze almazlar, ayrı bir dönüş bileti falan ... Fakat demek grup gerçekten sıkıcıydı. Ho­ cam diyordu ki, hem bakalım önümüzdeki yıla sağ kalacak mı­ yım, diye içime bir ateş düştü. Asıl bu. Belki bir daha kısmet ol­ mayıverir , diye Venedik'ten kalkıp dosdoğru buraya geldim, yol yakınken işte ... "Trenle gelmiş. Güney Garı'nın oralarda ucuz bir otelde kalıyormuş. Banyosu dışardaymış. Onun gibi utangaç bir ada­ mın, başkalarının da geçtiği bir koridordan belinde havluyla duş almaya gidip gelmesi nasıl bir işkencedir, tahmin edebilir­ siniz. Ah onu yakından bir tanısanız ... "Biz ertesi gün dönecekt ik. Evimiz bomboş kalacakken ho­ camı öyle, o otelde bırakamazdım. Bence onu o kadar telaşlan- 100
{ "page": 100, "source": "/content/downs/Adalet Aaolu_Romantik Bir Viyana Yaz.pdf" }
dırıp bitkinleştiren de burada ancak kısacık bir süre kalabilecek olması. Oysa bu kenti bütün tarih derslerini verirken nekadar hayal etmiştir. Viyana'mn, baroku da kendine benzeten tuhaf bir yer olduğunu söylerdi. Üstelik daha Tuna' da kısa bir yolcu­ luk yapıp Durnstein Kalesi önünden geçerken Aslan Yürekli Rişard'ın ıslığını duymak istiyordu, Mayerling'e de gitmek isti­ yordu. Besbelli daha bir yığın tutkunun peşindeydi, hepsini açıklamaktan çekiniyordu sanki. Dahası, burada, hayatında ilk defa bir kadın olmuş gibi bir duyguya kapılmıştım. Bu duygu nereden geldi, bilemiyorum. Geçmişte edebiyat öğretmenlerin­ den biriyle yakın olduğunu işitirdik, derin bir dostluk olabilir, taşranın yalnızlığında, loşluğunda ışığa açılan küçük bir pence­ re olabilir ... Belki hepsi buydu. Sonraları da hiç evlenmediğine göre. "Düşüncelerimin hepsini gerçekleştirmek bir seferinde tabi mümkün değil, bakalım, şimdilik bukadar olsun da, sağ kalır yine gelebilirsem, diyordu. "Ona bizim evde istediği kadar kalmasını önerdim. Hatta hemen gelebilirdi. Ne diye o kötü otele para ödeyecekti? De­ dim ya, o kadar ince eleyip sık dokur ki. Başkalarına yük ol­ maktan dehşetli çekinir. Baktım, daha da öyle olmuş. Bu huy­ daki insanlar, ödeyemeyecekleri bir borcun yükü altına girmek­ tense, içlerine çekilirler, hayatlarım sınırlar, daraltırlar , bilirsi­ niz. "Hocam Kamil Beyi bizim evde oturmaya ikna edebilmek için, beni hoşgörün, küçük bir yalan söylemek zorunda kaldım. Dedim ki, hocam, bu yaz bizim bahçevan da memleketine, İn­ giltere'ye gidiyor, izin istedi. Evde siz kalır da çimlere çiçeklere arada sırada su verirseniz, bırakın yük olmayı, bize büyük iyi­ lik edersiniz. Hele karımın o acaip bitkilerinin bakımını yapabi­ lirseniz. Şimdi, şu dar zamanımda geçici birini arayacaktım ben. Bakarsınız, hırsızın, huysuzun, ayyaşın biri çıkabilir, bun­ lar hiç belli olmaz, bahçeye, eve esrarcıları toplayabilir. Kısaca­ sı, içimiz hiç rahat etmeyecek. Ama siz olursanız ... Gelin kabul buyurun ... Bilmem soğuk mu kaçtı, ama gülelim, içi büsbütün rahatlasın diye ona, aslında üste size maaş vermeliyim, gibisin­ den bir laf da ettim. 101
{ "page": 101, "source": "/content/downs/Adalet Aaolu_Romantik Bir Viyana Yaz.pdf" }
11 Aman bir utandı. Bilirim, utanır. Zaten mahsus yaphrn. Bu biçim şeyleri daha fazla dinleyeceğine, peki dernek zorunda kaldı. Bizim o eski memleket gezilerimi zde kaç kere yol para­ mı, otel paramı çekmiştir, karnımı doyurrnuştur, bunu hep öyle çok doğal bir şekilde yapmıştır. Ben tabii, onun gibi incelikle beceremedim, ama sonuçta güç bela razı etmiştim. Hatta dedim ki, biz Azorlaı' dan dönene kadar bir deneyin, hoşlanrnazsan ız, ne bileyim sıkılırsanız, kente uzak falan diye yalnızlık çekerse­ niz, yine bırakabilirsiniz. İstediğiniz zaman. Siz de gördünüz, buraları merkezden biraz uzakça ama, ulaşım çok kolay, otobüs saati saatine duraklarda olur, indiğiniz yerde de yeraltı treni hazırdır, o bakımdan hocama bir sorun yaratacağını sanmıyor­ dum. Araba kullansa, onu da bırakırdım, ama kullanmaz. Son­ ra, demiştim ona, hocam, Münih kaç adımlık yer, arada sırada ben de gelirim, buluşur, gezmek istediğiniz yerleri biraz da bir­ likte gezeriz, sizin bilgilerinizle, hayalleriniz eşliğinde gezileri çok özledim, biliyor musunuz? dedim ... "Galiba en zayıf teline dokunmuştum. Sonuçta, olur, de­ rnek zorunda kaldı evet. Sanırım, önerimi biraz da, yazın so­ nunda bize çok iyi bakılmış, daha da gelişip güzelleşmiş bir bahçe bırakmak için kabul etti. Geçmişte, penceresinin önünde­ ki iki saksı çiçeğiyle nasıl konuştuğunu, onları nasıl sevip okşa­ dığını bilmez miyim? "Burada çok mutlu olduğunu sanıyordum. Arada telefon ediyordum. Bir kere de Azor Curnhuriyetler i'nden telefon et­ tim hatta. Bana, Asaf çığını, sayenizde hayatımda huzur dolu bir parantez açıldı, sağolun. Bahçenizi de öyle seviyorum ki, galiba çiçekleriniz de beni sevdi, falan diyordu. Sahiden, geçen hafta geldim ki, birinin üstünde tek bir kuru yaprak yok, her şey ışıl ışıl... Fakat kendisi ortalarda değil. Deli olacağım. 11 Ağustos' ta iki kere annemin deniz kıyısındaki evine gidip geldim. Birinde karımı kızımı bırakırken, ötekinde almaya. Mü­ nih' te, hastanede çok yalnızdım. Herkes tatilde. Başımı kaşıya­ cak vaktim olmadı. Hocamı, özellikle son iki hafta hiç arayama­ dım. Fakat daha önce, ben Akdeniz'e gitmeden önce o, bir kere bana telefon etmiş, çekine çekine, artık biraz yalnızlık çektiğini, bu yeni yerlerde yepyeni düşüncelerini birisiyle paylaşmak is- 102
{ "page": 102, "source": "/content/downs/Adalet Aaolu_Romantik Bir Viyana Yaz.pdf" }
tediğini, yoksa başka hiçbir sorunu olmadığını söylemişti. Öğ­ retmenliğinin son yıllarındaki öğrencilerinden biri, resim ya­ pan, şiir yazan biri de Viyana'ya gelmek için yanıp tutuşuyor­ muş. Ama ekonomik durumu buna elvermiyormuş, hani olsa olsa bir yol parası denkleştirebilirmiş, bir de belki el harçlığı, ama kalacak yer... Hocama üstüste mektuplar yazıyormuş. Kendisi de yalnızlık çektiğine göre, acaba onun da burada kal­ masında bir sakınca var mı? Ne sakıncası olacak? Ben buna se­ vindim bile. Ne olsa yaşlı bir adam. Evde kalmasında çok diret­ miştim ama, ya yalnızken başına bir şey gelirse? Hastalanırsa, banyoda düşüp bir yerini kırarsa? Böyle tedirginliklerim vardı. Daha çok kanının aklına geliyordu. Bunu başta hiç düşünme­ miştim, bayağı huzursu zdum. Bu bakımdan yanında birinin bulunması beni hatta sevindirecekti. Hocam zaten bu genç res­ samın ya da şairin yanında iki üç hafta kalacağını söylemişti. Bugünler onun geri dönmüş olması gerekiyordu. Ne oldu? Ka­ mil Bey de onunla dönmeye karar verdiyse, bizi arardı. Evi kendi elleriyle teslim etmek istiyordu, böyle içi daha rahat ede­ cekmiş, öyle söylüyor du. Öğrencisiyle dönmüş olsa, eşyalarını niye hurda bıraksın ki hem? Her şeyi öylece duruyor. Birkaç plak almış, kartlar, şimdi artık çok değişen dünyanın halini gösterir koskocaman bir harita almış, bez üstüne, duvar harita­ sı, tablo gibi bir şey. Telefonda da söylemişti, takılmıştı. Bu hari­ ta işi aramızda bir şaka olup çıkmıştı da ... Eskiden, çok eskiden, kitapların kötü, anlaşılmaz ve yetersiz haritaları onu üzerdi, ben de bir gün sınıfa, matrağına, yuvarlak bir sukabağını yer­ küre gibi boyayıp getirmiştim. Unutmamış. Senin dünyana benzemez ama, bunun da aydan çekilmiş bir hali var ... diyor­ du. Siz de hatırlar mısınız değerli yazarım? Böyle okul anıları ... Bazıları hiç unutulmaz ... "Bu, altıncı günümdür ki, ortadan yokolup giden hocamın izini arıyorum. Ararken, anılar büsbütün bastırıyor. Onu, bir çukura düşüp kalmış bulmaktan korkuyorum, uykularım kaçı­ yor. Polise haber vermedim. Vizesi bitmişse, diye çekiniyo rum. Yeryüzünde vize uygulanan tek toplum kala kala bizim toplum kaldı, hani yasalara yanlışlıkla girip de kaldırmanın bir daha kimsenin aklına gelmediği saçma maddeler gibi; şey gibi, ordu 103
{ "page": 103, "source": "/content/downs/Adalet Aaolu_Romantik Bir Viyana Yaz.pdf" }
vazife ve selahiyetler içtüzüğü gibi mesela ... Evde her şeyi du­ ruyor, pasaportu hariç. Apar topar sınır dışı mı edildi acaba? "Burada bildiğim, sevdiğim, aklı başında bir iki gencimiz var. Biri, Faruk, elektronik mühendisi çıktı, bir şirkette çalışıyor. Öteki, genç bir kızımız, Nur, o daha sosyoloji öğrencisi ... Gü­ vendiğim insanlar. Arada yoklasınlar diye hocamı onlara da emanet etmiştim, ama Ağustos'ta onlar da tatile çıkacaklardı. Biri İspanya'ya, öteki memlekete gidecekti galiba. Bugünlerde birinden biri dönmüş olmalı. Uzattılar mı tatili, ne oldu, hala ses yok. Fakat, dönseler bile Hocama ne olduğunu bilemezler. Ne olduysa, onların yokluğunda oldu, bu açık. "Kendimi sorumlu duyuyoru m. Münih'ten gelmeden ön­ ce, çeşitli saatlerde aradım, tam hangi gün gelebileceğimi bilmi­ yordum, bir gün atlar gelirim hocam, diyordum. Geldim ki, pa­ saportu ve kendisi hariç, her şey olduğu gibi duruyor. Bütün eşyası. Ev pırıl pırıl, bahçe bakımlı, tek eksik olan hocam. Çim­ ler sulanmış, dipleri hala nemliydi geldiğimde. Üzülerek söyle­ yeyim, kağıtlarını kitaplarını karıştırmak zorunda kaldım. Bir defterini buldum. İçine bulmaca gibi bir şeyler yazmış. Hiçbir şey çıkaramadım. Sanki şifre. "Görmek ister miydiniz? Bir bakar mıydınız?" Bana uzattığı şöyle küçücük bir not defteriydi. Üstünde madalyon biçimi bir kadın fotoğrafı vardı. Ben Alma Mahler' e benzettim . Topuzu, boynunu çenesinin altına kadar örten koyu renk ipek giysisi ve madalyonlu zinciriyle, sanki dünyaya çok kapalı bir manastır kadınını andıran fotoğrafı . O aydınlıkta gözlerim pek iyi seçemiyordu. Zaten gözlüğü­ mü de yeniden değiştirmem gerekiyordu. Ayrıca Kamil Kaya Beyin küçük not defterindeki el yazısı pek kargacık burgacıktı. Doktor Asaf, rastlantı sonucu, ruh bilim dalını seçmeyip de kar­ şımda bir göz doktoru olarak otursaydı, şu gözlerimdeki kaşın­ tının neyin nesi olduğunu herhalde en fazla ondan gizlerdim. Hiç sevmem, herhangi bir yerde bir doktorla tanışır tanışmaz orasında burasındaki rahatsızlıkları sayıp dökenleri ... Bu yüz­ den de doktora o kargacık burgacık yazıları seçemediğimi belli etmedim, sadece defteri geri verirken: 104
{ "page": 104, "source": "/content/downs/Adalet Aaolu_Romantik Bir Viyana Yaz.pdf" }
"Evet. Şifre gibi sahiden ... " dedim. Küçük defteri geri uzattım uzatmasına, ama merak da et­ miştim. Gözüme şöyle bir şeyler çarpmışh: Venedik. Vaporetto. Kitap. Sevme Sanatı. Küçük sayfalardan birinin bir başka köşesinde: Ressam, Şa­ ir, Mimar, Rahip. Münih treni. Sonra, daha da küçük, okunur okunmaz: G. Mahler: Bundan böyle tek uğraşınız, beni mesut etmektir ... Açıkcası, bu son tümceyi, defterden kaptığım iki üç sözcük üstüne kendim kurmuştum. Sevme Sanatı, diye Alma Mahleı'i anlatan bir kitap vardı. Biyografinin Fransızcasını International Kitabevi'nde görür görmez hemen satınalmıştım. Okumuştum . İnsan bir başka kente giderken, orayla ilgili her şeyi okuduğu­ nu, incelediğini sanıyor, ama bunlar genellikle tarihle, coğraf­ yayla ilgili rehber kitaplar oluyor. Bir kentle çok özel bir anlam­ da ilgileniyorsak, o zaman lokantaların yemek listelerini bile toplamak, bir sarayın perdelerinin çiçeklerini anlamlandırmak da önem taşıyor. Ama en başta biyografiler tabii... Doktor Asafın emekli tarih öğretmeninin küçük not defte­ rinden bir de şöyle bir tümce yakalayabilmiştim: Dün yoktu­ nuz. Alte Hofapotheke yazısı alhnda da yoktunuz Miss Smidt... Miss Smidt ... Miss Smidt ... Bu adı bir yerden anımsıyorum. Nereden, nereden?. "Aa, Üçüncü Adam!" diye bir çığlık atmıştım birden. Herhalde bir çığlıktı. Herhalde. Çünkü, Doktor Asaf, tam da çatalın ucunda bir ahtapot parçasını ağzına atacakken eli tit­ remiş, pembe beyaz et parçası yere düşmüştü. "Nasıl? Niye üçüncü adam?" "Hocanız defterine bu filmdeki Miss Smidt'in adını yaz­ mış. Hani, savaş sonrası Viyana'yı gösteren, Ring' de bir sine­ mada ise bütün turistlere sürekli gösterilen Carol Reed filmi. Hani, Graham Greene romanından? .. " Hayatta yenilebilecek en taze keçi peynirinden bir parça alıp ince bir dilim esmer ekmeğin üstüne koydum, ısırdım. Gerçekten lezizdi. Ağızda eriyor, genzi yakmıyordu. Bu arada Anita, önümüze küçük tabaklarda dumanı tüten yiyecekler de koydu. Tam da Doktor Asaf, notu merak etmiş, 105
{ "page": 105, "source": "/content/downs/Adalet Aaolu_Romantik Bir Viyana Yaz.pdf" }
küçük defteri açıp şöyle şeyler hecelemeye başlamışken: Son aşk. Yabancı-yaşıt. Yerli-genç. N. ile konuş. Y.yi çok severdim. Krizantemler ezilirse, diye ... Sonra, daha çarpıcı bir cümle: O kahveye giderken yolda Viyanalı ölüme rastladım. "Harry Lime!" Bu sefer de doktor Asaf bir çığlık atmıştı. Anita'nın koluna usulca dokunarak beklemesini istedi, ekledi: "Bakın, bakın, filmden yalnızca Miss Srnidt'i not etmemiş. Harry Lime'ı da!." İyi de, bütün bunlar adamacağızın ortadan kayboluşunu açıklamıyor ki. Şu, 'yolda Viyanalı ölüme rastladım,' sözü biraz ürpertiyor , emekli tarih öğretmeninin kirnbilir belki de kendini ünlü Viyana kanalizasyonunda yokettiği duygusunu veriyor, o kadar. Ama, hayatında en huzurlu parantez açılmışken bunu niye yapsın? "Sağol Anita," diyordu doktor, "bakayım bize neler getir­ din. Hımın, güzeeel. Buranın rozbifi ünlüdür. Geyik eti sotesi de çok gevrektir. " Tabii bunların yanında bir tabak da kızarmış patates vardı, kıtır kıtır. Etleri görünce susuzluğum arth; şarap bardağımı bir dikiş­ te sonuna kadar boşalttım. "İsterseniz size gazozlu şarap vereyim," dedi Anita. /1 Ama şimdi, sıcak yemeklerinizle ... Kırmızı getireceğim, itirazınız yok ya? Yemek üstüne, belki şöyle hafif bir şampanya, hazım olsun diye ... " Bana bütün bu özen, yazarlığım için gösterilmiyordu, dok­ tor Asafın konuğu olduğum için ... Ne yaparsınız? Hiç değilse ruh doktoruna konukluğum yazarlığım nedeniyleydi ya! .. Tam düşündüğüm gibi, bahçeye yeniden tek tük insanlar geliyordu. Çoğu bu saatte gazozlu pembe şarap içer, en geç de saat on buçuk dolaylarında kalkıp giderler. On birde uyumala­ rı, ortalığı büsbütün ormandan esen rüzgarın fısıltılarına bırak­ maları gerekir. Wiltschko'lar da zaten lokantalarını o saatlerde kapatacaklardır. "Buyrun, soğumasın," diyordu doktor Asaf. 106
{ "page": 106, "source": "/content/downs/Adalet Aaolu_Romantik Bir Viyana Yaz.pdf" }
Bir süre sessiz kaldık. Düşünceli, diyemiyorum, çünkü o anda etlerimizi soğutmadan yemek, her şeyin önünde geliyor­ du. Yine de Doktor, bir ara, yemeğe dalıp da kayıp hocasını unutmadığını belli etmek istedi: "Hocam, bu rozbiften tatmamıştı. Ama, artık bundan sonra yemeklerimi arada sırada burada yerim herhalde, demişti. Tele­ fonda da, hele sabahlan o kadar serin, öyle hoş ki beni götür­ düğün bahçe, derdi. Ormandaki yürüyüşlerimden sonra hep orada dinleniyorum. Kahve ya da meyve suyu içiyorum. Şarap hakkımı akşamlara saklıyorum, diyordu." Kamil Kaya'nın hayali yeniden bütün ruhunu sarmış gibiy­ di. Çatalını bıçağını bırakıp küçük defteri bir kere daha açmıştı: "Bakın, bakın ... Defterde şöyle bir not daha var. Bunu daha önce görmemiştim. Sanki büsbütün gizleyerek yazmış: Bütün o bomboş, özgür günlerimde olmayıp, tam da Y.nin geleceği gün­ lerde olması!. Şimdi hangisi? N.ye söyleyecek miyim? Çatalımı iki kızarmış patates dilimine, onları da hardala saplayıp: "Kim bu Y., bir fikriniz var mı?" diye sordum. Doktor Asaf, bu Y. üstünde önceden düşünmemiş meğer. "Hiç fikrim yok, gerçekten. Onunla birlikte kalmaya gelen öğrencisinin adını da sormamıştım. Ayıp olur, diye düşündüm." Patatesi hardala fazla bulamışım. Üstelik acı hardalmış, di­ lim tutuştu. Üstüste şarap içtim. Bu kırmızı, o kadar iyi sayıl­ mazdı. Beyazın serin tazesi çok iyi olabilir de, kırmızı ... Bu arada düşünüyordum: Doğru, bir hayat kumarının tam ortasına düşmüştüm. Ama ben kendi hayaletimin peşindeyken ortaya kanlı canlı aranacak başka biri çıkmıştı. Tabii hala can­ lıysa ... "Hocam yarın da ortaya çıkmazsa, onu bulamazsam, kor­ karım polisi harekete geçirmek zorunda kalacağım." Doktor Asaf, birden ansımış gibi, ekledi: "Sahi, peşinde olduğunuz roman, nasıl bir şey? Bir mahzu­ ru yoksa?" Belki de hocasıyla, onun kayıp oluşuyla beni fazlaca yordu­ ğunu sanıyordu; konuyu değiştirmek istiyordu. Ya da belki, far­ kında olmadan elimi masada, bir kıyıda duran, içi elyazılarımla 107
{ "page": 107, "source": "/content/downs/Adalet Aaolu_Romantik Bir Viyana Yaz.pdf" }
dolu defterin üstüne koyduğum için böyle söyledi. Doktor ko­ nuyu buraya çekene kadar o hareketi yaptığımı bilmiyordum. "Elbette mahzuru yok. Ama ben sadece birtakım tarih not­ ları alıyordum. İnsan, gezip tozduğu yerleri tarihin çerçevesin­ den yazarken daha iyi anlıy or, anlamlandır abiliyor da ... Ken­ dim için notlar sadece ... " "Bunu hep yapar mısınız? Belki böyle böyle, bir kitaba ha­ zırlık oluyordur." "Oluyorsa bile, çok sınırlı bir hazırhk. Bazan hatta, hiçbir anlam taşımaz. Hem, bizzat kitabın yeraltına, belki artık çıkma­ masıya çekildiği bir dünyada, ona bu tür özenler göstermenin gereğinden kuşku duymaktayım. Üstelik ben gezi notları yaz­ maya da hiç istekli olmamışımdır. Yüzlerce, binlerce kere anla­ tılmadık hiçbir yer kalmadı, diye düşünüyor olabilirim. Üste­ lik insanlara dünyanın her ucunu bucağını, kutuplara, buzdağ­ larına kadar o kadar çok gösterdiler ki, anlatarak onların düşle­ rini nekadar zorlayabilirsiniz ki?" Doktor, benim 'Evliya Çelebi'liğe, 'Montesquieu'lüğe -onun o Iran Mektupları 'nı düşünüyordur herhalde- burun kıvırmamı pek iyi karşılamadı; gözünden birkaç numara aşağı düştüm ga­ liba: "Bense gezi kitaplarını okumaya hala bayılırım. Her anla­ tanın bakışı, tonu farklıdır. Herkesin çok iyi bildiği, yazıla yazı­ la cılkı çıkmış, filmlere sahne ola ola ezberlenmiş, ekranlarda bakıla bakıla hatta artık görülmez olmuş ünlü bir cadde bile, farklı birinin sunuşuyla bize hiç bilmediğ imiz bir yermiş gibi gelebilir. Yalan da olsa ... Yalana ihtiyacımız var ... " "Öyle mi?" Bunu apaçık bir alayla söylediğimi hemen farkettim. Ama iş işten geçmişti. Ağzımdan o tonda, yani karşımdakini küçüm­ seyici bir "Öyle mi?" çıkmıştı bile. Üzüldüm. Konuyu döndü­ rüp, bıraktığımız noktaya getirmek istedim: "Eski tarih öğretmeniniz belki Baden' a gitmiştir, kaplıcala­ ra ... Olamaz mı?" ''Melk'e, Mayerling'e de gitmek istiyordu ama, buraları gü­ nübirlik gidilip gelinebilecek yerler. Kalmaya gitmiş olsa, o za­ man da hiç değilse yanına usturasını almaz mıydı?" 108
{ "page": 108, "source": "/content/downs/Adalet Aaolu_Romantik Bir Viyana Yaz.pdf" }
"Ne? Ustura mı?" Doktor, hayalinde bir çocuğa gülümser gibi gülümsedi: ''Traşını hala usturayla oluyor. Bu zamanda artık ustura da kolay kolay bulunmaz ama, bilmem ne yapıyor, eskileri mi bi­ leyliyor ya da bileyletiyor acaba? Bunca yıl, insanın iki düzine usturası olsa, yine de körelmez mi? İşe yaramaz hale gelmez mi? Teker teker kaybolmaz mı?" "Belki sakalı güçlük çıkarmıyor?" "Efendim?" "Sakalının kılları fazla sert çıkanlardan değil herhalde. Za­ ten yazdıklarından da dirimsel yapısıyla huyu suyu uyumlu biri olması gerektiği sonucunu çıkarmıştım. Erkek öğrencileriy­ le iyi dost olabiliyor, ilk yalnızlığında bir kadına değil, onlar­ dan birine gereksinim duyuyor ... " Bana uzaktan uzağa saygı beslemiş okurun gözünde işte biraz daha irtifa kaybetmiştim. Fakat, olan oldu artık. Geri dö­ nemem. Doktor Asaf, sakal makal derken nereye varmak istedi­ ğimi anlamayacak kadar aptal değil. Üstelik, dokundurmanın dokunacağı yerlerden biri de kendisi. Ancak, benim de mazur bulunduğum bir nokta yok muydu acaba? Ortada kayıp bir ha­ yat duruyor. Yok, kayıp. Üstelik ülkenin bir ozanı, yazarı ... Da­ hası, ömrünü kırk yıla yakın o taşra lisesi senin, bu taşra lisesi benim, tarih anlatmaya adamış bir öğretmen. Onun izini bul­ mak istiyorsak, hiçbir ipucunu gözden kaçırmamak zorunda değil miyiz? İyi bir hafiye, iyi bir ajan ne yapar? Amaç ister bul­ mak, ister yoketmek olsun, ilkin avının zayıf mevzilerini tesbit etmez mi? Karşımdakine bunu açıklayarak gözünde zedelenmiş yeri­ mi yeniden sağlama alabilirdim, ama doğrusu o kadar da okur dalkavuğu olma hevesi duymuyordum. Yine de, Doktor Asafın bakışlarına öyle bir anlam gelip yerleşmişti ki, kendimi olduğum gibi açıklama gereği duymuştum. Besbelli, o benim, mesleki bir kıskançlıkla, sinsi sinsi bir şeyler kurduğumu düşü­ nüyordu. O kadar da değil! Kendimi o derecede de feda etmek istemedim doğrusu: ''Bir yanlış anlama oldu galiba doktor. Hocanız Kamil Ka­ ya, belirttiğim gibi, benim önem verdiğim bir yazar. Özellikle 109
{ "page": 109, "source": "/content/downs/Adalet Aaolu_Romantik Bir Viyana Yaz.pdf" }
tarih üstüne denemeleri. O kadar kendine özgü ki... Böyle biri­ nin ortadan kaybı sözkonusu. Onun gibi, herbirimiz de artık tek tük, meraklısı tarafından okunmaktayız. Belki de yazının battığı bir çağın son temsilciler indeniz. Bir İmparatorluğun ba­ tışı gibi, son temsilciler üstüne her şeyi, ama her şeyi bilmemiz gerekiyor. Aksi halde, neden vardılar, neden yokoldular; yoko­ lurken neydiler, neler hissettiler, son yemekleri neydi, son ola­ rak bakışlarından ne geçti, neye iççektiler , bilemeyiz. Notebo­ om adlı yazar çok haklı doktor. Arşidük Ferdinand Saraybos­ na' da kurşunlanmadan önce, o öğle yemeğinde ne yemişti aca­ ba, diye merak etmekte haklı. Öldüğünde bağırsaklarında ne vardı? Kamil Kaya üstadımızın son akşamını ya da tam kaybol­ madan önce son sabahını bilmek istiyorum. Hem de çok. Bunu bulursak, onu da buluruz, gibi bir his var içimde ... " Farkındaydım. Tiradım doktoru heyecanlandırmıştı. İndi­ rildiğim seviyeden iki parmak yükseltilmiştim. Şimdi yeniden hemen hemen eski yerime yakındım. "Ah değerli yazarım, bunları ben de bilmek isterdim. Daha da fazlasını. Ama gördünüz, küçücük bir not defterinden çıka­ rabildiklerimiz hemen hemen hiç, demin gözüme çarpan, 'ken­ dimi tanıyorum'u da hesaba kattığımız halde ... ' dedi doktor. Ağzına bir lokma geyik sote attı. Ben pek et yanlısı deği­ limdir; keçi peyniri hala ilgimi çekiyordu; ikinci hır için yeme­ ğin sonunu bile bekleyemiyord um. Yemeği bitirmek üzere Ani­ ta'nın ikram edeceği uçucu şampanyayı da aklımdan çıkarıp at­ mış değildim. Havada gittikçe artan ıslak yaprak kokusu vardı. Yeryüzünde en çok iki bin kişinin tanıdığı kayıp bir yaşlı yaza­ ra karşın, bu akşam karşıma çıkan hayat kumarının küçük kü­ çük sürprizlerle oldukça renkli seyrettiğini düşünüyordum. Doktor, içimdeki kıvılcımları bilmeden körükledi. Etini yutup üstüne bir lokma şarap aldıktan sonra dedi ki: "İster misiniz, kahvelerimizi bizde içelim. Size iyi bir kon­ yak da sunarım, severseniz. Hem de Kamil Hoca'nın evde bı­ raktıklarına bir göz atarsınız. Ben hiçbir sonuç çıkaramıyorum, belki siz çıkarırsınız ... " Öneriyi memnuniyetle kabul ettim. Zaten haftalardır yapa­ yalnız orada burada dolanıp durmaktan bunalmıştım. Bir sez- 110
{ "page": 110, "source": "/content/downs/Adalet Aaolu_Romantik Bir Viyana Yaz.pdf" }
gi, bu akşamüstü, günbatımında, şurada karşıma dikilip, "Ben bir romantik'im, ama bunu öğrendiğim yer burası işte, bu ba­ rok kent," diyen, beni iliklerime kadar ürperten hayalin büyü­ sünün bozulduğunu, tutkunun solduğunu söylüyordu. Hiçbir şey olmasa, kahve ve konyak iyi haberdi doğrusu. Uykum yok­ tu, bu saatte tepenin eteklerindeki kahvelerin dahi çoktan ka­ panmış olduğunu biliyordum. Kruvaze ceket, askılara asılıp yakalan iliklenmiş iki beyaz, iki renkli gömlek. Renkli dedimse, biri bej, biri gri. Üstünden ütü geçirilmiş üç kravat, derisi aşınmış bavulu, hepsi gri renkte çorapları, dize kadar inen donları, limon kolonyası, burunları yuvarlak, ama pırıl pırıl boyalı biri siyah, öteki kahve iki çift ayakkabısı. Kitapları, plakları, harita. Ve nedik'ten alınmışa ben­ zeyen, bütün eşyalarının arasında hafifçe hovarda duran, ama Borsalino olmayan fötr şapkası, uzun saplı koyu renk şemsiye­ si, yakası aşınmış, temizlikçiden gelme gri gabardin yağmurlu­ ğu, cebinde Autriclıe adlı, vişne çürüğü renginde kapağıyla Fransızca bir kitap. Bir deste iskambil kağıdı, içine bakma cesa­ retini ve saygısızlığını gösteremediğim 'Edebiyat Notları' diye bir dosya, şıpıdık deri terlikleri, körüklü el çantasına özenle yerleştirilmiş birçok broşür, el ilanı, poster, Venedik ve Viyana üstüne çeşit çeşit, resimli rehber kitaplar, kent haritaları, kıyı­ sında 'Bursa Hatırası' yazılı, çok kullanılmış, fakat mis gibi iki havlu, çizgili poplinden tertemiz, katlanıp yatağının üstüne bı­ rakılmış pijaması, muntazam ·dürülü, kıyıları gri-bej çizgili mendilleri. Nesrin adında birine yazılmaya başlanmış, gönde­ rilmemiş iki de kart. Üstünde Egon Schiele deseni olanının ar­ kasına, "Can dostum, bir tanem ... " diye başlanmış, sonu getiril­ memişti. Tarih de yoktu. İkinci kart, Klimt'in tablolarından biri­ nin, Kürk Yakalı Şapkalı Kadın tablosunun kötü bir kopyesiydi, arkasına, "Nesrin' ciğim, insan bütün gördüklerine bir de gözle­ rini kapayıp öyle bakmalı, ama cesaret ister, değil mi? Sana ben ... " diye yazılmış, o da orada bırakılmıştı. Bunun üstünde 17 Ağustos tarihi vardı. Tükenmez kalemleri, tırnak makası, kullanılıp bitmiş ama atılmamış haftalık metro biletleri, iki kon­ ser bileti, telefonun yanında, küçük bir kart üstüne, şukadar şi- 111
{ "page": 111, "source": "/content/downs/Adalet Aaolu_Romantik Bir Viyana Yaz.pdf" }
ling şu konuşma, bukadar şiling buraya şu konuşma, şukadar dört yurtdışı, diye notlar alınmış, toplam çıkarılmış, karta da toplamın yuvarlak hesap karşılığı kağıt para iliştirilmiş, kartın en altına da 'şimdilik' diye minicik bir ekleme yapılmıştı. Hepsini görmüştüm. Banyoya da girdiğimiz için, ustura­ fırça traş takımını, yanında minicik traş tasıyla, temiz, kurulan­ mış, bir keçenin üstüne dizili bulmuştum. Bunları görene dek Kamil Kaya'nın kayboluşunu ciddiye almamış olacağım, inan­ mamıştım herhalde, ama keçe üstündekile ri görünce içimde bir ezilmeyle buna inandım. Banyoda gözüme ikide bir su yeşili bir çamaşır ipi de çarpıyordu. Bembeyaz, net, geniş banyo oda­ sının içinde gözden kaçması olanaksız renkte, pırıl pırıl naylon bir çamaşır ipi. İlkin, evsahiplerine ait, diye düşünmüştüm. Doktor Asaf ise, burada önceden bildiği her şeye sonradan ek­ lenmiş bu ipi ilk defa farketmiş: "Bu çamaşır ipini neden satınaldı acaba? Herhalde terasta çamaşır kuruttu," demişti. "Oysa aşağıda, çamaşırlıkta kurutu­ cu makine var. Kimbilir, Kamil Hocam bu, güneşte kurumuş çamaşır başka olur, demiştir ya da elektrik ziyan etmek isteme­ miştir, ben onu bilmez miyim? Ama ipi daha önce farketmemiş olmam tuhaf ... " İki katlı bir ev. Ayrıca bodrum katı. Yemek üstüne, in çık, in çık, yoruldum. İyi bir Calvados vardı, öteki konyaklara tercih ettim; kahvemin yanında bir yerine iki Calvade yuvarladım. Terbiyeli ama tedirginlikler, hatta pişmanlıklar içindeki ruh doktoru okurumun evinden hafif sallanarak ayrılıyordum. Onu avuttuğum anlaşılıyor; gitmemi hiç istemiyor gibiydi. Yanılmış olabilirim de. Çıkarken ona dedim ki: "Sancınızı, vicdan rahatsızlıklarınızı anlıyorum. Eski öğret­ meninize bir vefa borcu ödeyeyim derken, içine düştüğünüz te­ dirgin durumu anlıyorum. İnanın, sizin kadar merak içindeyim doktor. Bir iki gün daha polise bir şey söylemeyin. Onu ben de arayacağım. Yani, kimbilir, bazı ipuçları ... Durun bakalım, bel­ ki... Hem belki, bakarsınız bugün yarın bir haber; hatta bu gece bir yerden telefon eder belki. Şimdi güzelce yatıp uyuyun. Ya- 112
{ "page": 112, "source": "/content/downs/Adalet Aaolu_Romantik Bir Viyana Yaz.pdf" }
rın ayrı ayrı bir düşünelim bakalım. Hani, buradaki genç dost­ larınızdan birinden biri dönmüşse, bir de ona sorun. Ben de olasılıkları bir gözden geçireyim. Sonra oturup birlikte bir du­ rum değerlend irmesi yaparız. Baktık bu arada kendilerinden sahiden bir haber yok, baktık izini dahi bulamadık, o zaman ta­ bii ... Ama hele durun bakalım, acele etmeyelim ... " Ses tonum, sanki bir şeyler sezmiş, biliyormuşum, kayıp hayatın izi üstündeymişim gibi. Bildiğim, o akşamüstü, günbatımında, barok derken karşı­ ma romantik birinin çıkmasıydı. Hayallerim yıkılmıştı. Hika­ yem beni terkediyordu. Yıllardır izini sürdüğüm büyü dağılı­ yordu. Yapayalnız, umutsuzdum. Geçmişe/ geçmişime tanık bi­ rine, terbiyeli bir okura tutunmak istemiş miydim, o alacaka­ ranlıkta söyleyemem, ama zar atmıştım, karşıma Doktor Asaf çıkmıştı. Hayatta rastlantıların önemini görmezden gelemeyiz . Tutkum dirilmiş, heyecanım tazelenmişti. "Hele durun baka­ lım," derken okurum doktorla birlikte kendimi de yatıştırmak istiyordum, o kadar. "Yarından sonra tekrar buluşalım mı? Cafe Central'de bu­ luşalım isterseniz. Hem belki hocanızla birlikte gelirsiniz. Zaten size bir şey de göstermek istiyordum. Yalnız, izninizle, şu dos­ yaya bir gözataca ğım." Birden kendimi Hercule Poirot sanarak, doktordan böyle bir duygu içinde ayrıldım. Gecenin ve ormanın ıssızlığında büsbütün güçlü hissedilen rüzgarın fısıltıları kulaklarımda, çoktan uyumuş bahçeli evlerin arasındaki sokakların karanlığı­ na karıştım. Tabii bir kolumun altında 'Tarih Dersleri' defterim, öteki kolumun altında 'Edebiyat Notları' dosyasıy la. 113
{ "page": 113, "source": "/content/downs/Adalet Aaolu_Romantik Bir Viyana Yaz.pdf" }
v. Geçmişin Kokusu Gördüklerimle işittiklerimin hiçbir anlamı yok. Aslolan gözlerim kapalıyken yaşadıklarım. Aynı şey beyninden üstüste, uğultularla geçti. Soluğunu tuttu, bekledi; uğultuyu içine sindirdi; sonra, derin bir iççekişle gözlerini açtı. Park, kanape, dizlerindeki kitap, başının üstünde hışırda­ yan kavak yaprakları; hepsi yerli yerinde. Bakışlarını çevresinde, yaz sabahının gölgelerinde dolaştı­ rıyor: Peki, bütün bunlar yok mu, gerçek değil mi? Elime aldı­ ğım bu kitap, kitapta anlatılmaya çalışılan hayat gerçek değil mi? Milena, onun aksayan ayağı bir yalan mı? Alma Mahler'in peşinde koştuklarını, neredeyse onun birçok erkeğinden biri, üstelik de en özeli olmaya heveslenmelerim bir yalan mıydı? Alma'ya tutkumu Clea'nın bozguna uğrahşı, İkinci Viyana Ku­ şatması'nın geri püskürtülüşle sonuçlanması gerçek değil mi? Yunus'un artık olmayışı? Yok mu gerçekten? Yanıtların hepsi elindeki Fransızca kitapta yazılıymış gibi, hemen açıyor. Az önce bıraktığı yeri, bölüm sonunu buluyor. Alışkanlıkla sağ sayfanın altlarındaki son birkaç satırı yeniden okuyor. Ah canım Milena, artık nekadar yorgun; üstlendiklerini taşımakta zorlanmaya başladı işte, diyerek sayfayı çeviriyor. Sol üst baş. Yeni bölümün başı. İşittiklerimin hiçbir değeri yoktur. Değeri olan yalnızca gördük­ lerimdir. Hatta, gözlerim kapalıyken gördüklerim. 114
{ "page": 114, "source": "/content/downs/Adalet Aaolu_Romantik Bir Viyana Yaz.pdf" }
Kendini tutmasa haykıracakh. Giorgio de Chirico' dan bir alıntı. Sayfanın üst köşesine italikle dizilmiş. Az önce uğultu­ larla benliğine dağılıp yankıyan şeye bukadar yakın bir sözle karşılaşmak! Ağzını eliyle kapatıyor. Sahiden haykıracaktı. Yoksa hay­ kırmış mıydı? Kapahyor ağzım. Gözlerini de kapatıyor. Ortaya böyle derin bir yakınlık çıktığı halde, ressamın he­ nüz tek tablosunu görmemiş bulunmasından hem büyük utanç duyuyor, hem de o kadar ıssızlaşmış dünyasına iniveren bu dost sesle coşuyordu. Utanç duygusuyla kaçmak isterken, kol­ larım açıp koşmak, ona sıkı sıkı sarılmak özlemiyle yanıp tutu­ şuyor. İnsan, bilmediğ i birini bukadar özleyebilir mi? Chirico için burnunun ucunu sızlatacak kadar derin bir özlem duydu. Ama hiç çaresi yok. Şu an tek tümce ile yetinmesi gerekecek. Mile­ na'ya yeniden kolunu uzatıp, onun aksayan ayağına ayak uy­ durarak Viyana'da bir de böyle başlattığı gezintiyi sürdürmesi gerekecek . Ayak uydururken yanılmaması, yanılırsa bunun Mi­ lena' dan ileri geldiğini belli etmemesi, özellikle de Chirico'yu ondan sorma yanlışına düşmemesi ... Son haftalar biyografiler, monografiler okumaya merak sardırmıştı. Ama salt, herhangi bir biçimde Viyana'ya bağlı ha­ yatların hikayelerini. Milena üstüne yazılmış bu kitapta ise Gi­ orgio de Chirico' dan bir alıntıya rastlayacağı, bunun da kendi iç uğultusuna bukadar denk düşeceği nereden aklına gelirdi? Acaba o satırlar daha önce, sayfaları çevirirken gözüne mi çarp­ mışh? Ancak, ne kadar merak ederse etsin, bir kitabı okurken, sırası gelmedikçe bir alt paragrafa bile atlamamaya büyük özen gösterirdi. Üstelik kaldığı yer, bir önceki sayfad aydı. Yine debi­ linmez ki. Göz, herhangi bir fırsatta bu bölümün başındak i alıntının fotoğrafını çekmiş, negatifi bilinçaltındaki depoda sak­ lamış olabilirdi. Öyle olduysa bile, gözleri kapılıyken benliğini sarsarak su yüzüne çıkan şey , kendi hayatının içinden uğulda­ dı, ressamınkinden değil. Okumaya koyuldu: Yıl bin dokuz yüz yirmi altı. Kafka'mn iki yıl önceki kaybını iniltiyle, içine kapanarak değil, özümseye­ rek karşılayan Milena, artık kesinlikle Viyana'yı bırakmış, l15
{ "page": 115, "source": "/content/downs/Adalet Aaolu_Romantik Bir Viyana Yaz.pdf" }
Prag' a dönmüştür. Ernest' den boşanmı şhr, ama trenden yanın­ da tuhaf bir adamla inmektedir. Tabii, babasına göre tuhaf adamlar bunlar. Gerçi, Milena'nın Viyana yıllarında bu kent ga­ rip garip insanlarla doluydu. Nerden gelmişler , nereye gidiyor­ lar, geçmişleri nedir, bilinemeyen, bu nedenle de her şeyden ön­ ce gazeteci olan Milena'ya çok çekici gelen insanlar ... Milena ... "Milena mı? Aman hoca siz de Allahaşkına? Bülent, Kaf­ ka'nın onu ancak işine yaradığı kadar ciddiye aldığını söylüyor. İşi bitince de, sanki yücegönüllülükmüş gibi, hastalık bulaştırı­ rım bahanesiyle başından atıvermiş! Zaten ilişkileri öyle, abartıl­ dığı kadar derin ve uzun değilmiş. Milena da erkek ve şöhret delisi olmasa, niye o kadar yükünü çeksin o mızmız adamın, di­ yor Bülent. Şu beni götürüp gezdirdiğiniz ... neydi adı, ha, Yaşa­ mak, öyle ya, Yaşamak adındaki sergi de çok saçma doğrusu. Ne o öyle? Disneyland' de Milena'nın ruhu dolanıyor sanki..." Yetmiyor; küsmüş bir çocuk gibi dudağı kıvrılıyor: "Kafka'ya tabii ki hayranım, ama bu ticaret..." diyor, susuyordu. Yine Yunus. Başka kim olabilir? Onun sesiydi bu. Hala günlerinin, sayfalarına sığındığı Milena kitabının içine dalıy or, gitgide açık bir gaddarlık edinmiş gülümseyişi yine üstüne ba­ şına, dahası ruhuna, evet ruhuna zehirli tozlar gibi serpiliyor­ du. Zehir, ne zehri olmalı? Nereden, nasıl bulmalı? Emma'ya mı sormalı? Bulunca ne yapmalı, şarabına mı katmalı, sabahle­ yin kahvesine mi, o kadar beklemeli mi, gitti sanırken, her şey çok doğalmış haliyle çıkıp gelirse, henüz zehir de tedarik edil­ memişken İkinci Selim'i boğdulardı da, ip de olabilir, var mı ip, dolaplara bak bakalım belki markette zaten çamaşır için her za­ man lazım olabilir bıçakla yapan var bir de tabancayla zehiri Emma eczacıdan alırken eczacı sanki bilmiyordu da hemen an­ laşılır çamaşır ipi nerden anlaşılacak çünkü insan işittikleriyle gördüklerini gördükleriyle işittiklerini ve ruhunu saran dalga­ larla birlikte ... Başını silkeliyor; kapalı gözleri ardında beliren, belirmesiy­ le ruhunu ele geçirmeye kalkışan her şeyi kovalıyor, çünkü ne olsa, "Böyle kendimi daha iyi görüyorum," derken hesapta bunlar yoktu. Yunus'u Milena sergisine götürdüğüne üzülmüş- ll6
{ "page": 116, "source": "/content/downs/Adalet Aaolu_Romantik Bir Viyana Yaz.pdf" }
tü, o kadar. Gözlerini açması gerekmiyor işte: İşte, her şeyi böy­ le daha iyi görüyorum. Çağları, imparatorlukları, Haçlı Seferle­ rini, kuşatılan kentleri, insan ruhlarını, alınan kaleleri, yıkılan kuleleri, kurulan cumhuriyetl eri... Kafka'yı da daha iyi görüyo­ rum, Milena'yı da. Garları, taşra istasyonlarını, vilayetleri, par­ çalanışları, dağılışları, bozgunları, kendimi daha iyi görüyo­ rum. Kruvaze ceketi, pantalonu çoktan bırakmış, bacaklarını şorta, ayaklarını beş parmağı da açıkta bırakan geniş yüzlü san­ dallara alıştırmış, ama bu haldeki kendine hala pek alışamamış; öyle, küçük parktaki birkaç banktan birinde oturmaktadır. Başı­ nın üstünde, yanında yöresindeki kavakların, kestane ağaçları­ nın, palamut meşelerinin yaprakları hışırdıyor, ortalığı kuşluk vaktinin hareketli gölgeleri kaplıyordu. Temmuz' da başlayan bunaltıcı günler, Ağustos sonları geldiği halde, hep aynı bun­ gunlukla sürmekte. Viyana' da koca bir yaz. Yorucu yaz. Hayal­ ler, heyecanlar , soyluluk ve düşkünlükler, zaferler ve bozgun­ luklar yazı. Romantik yaz. Ayaklarının ucuna 'tık' diye bir şey düşüyor; gözlerini açı­ yor. Bir meşe palamutu. Eğilip alıyor. Esmer, tırtıklı, hafif. Bir sincap yavrusu, kızıl kahve, uzun kuyruğunu sürükleyerek önünden geçiyor. "Bak, meşe palamutu ... " ''Yaa, öyle mi?" Artık Yunus'un, olsa ne olur, olmasa ne olur'a gelen sesi mi, yoksa, yanılıyorsunuz hoca, meşe palamutu değil bu, demeye getireceği gizli alaylarla yüklü gülümsemesi mi, şu adamın di­ yecek ya da gösterecek daha ilginç numaraları yok mudur Alla­ haşkına'ya gelen cansıkıntılı kaş kaldırışı mı yine, hangisi? Ormandan senin için getirdim; henüz dalından düşmemiş­ ti, fakat kapçık tel tel ayrılmış, düşmeye hazırdı, kayan bir yıl­ dız gibi, bak. .. diye de sürdürecekti, sürdürememişti . O ses to­ nu, o gülümseyiş, o kaş kaldırış, o Bülent, birlikte yaşadıkları her zamanın içine tek bilirkişi olarak çıkıp gelen ... Yunus, masanın üstüne, önüne konan palamutları eliyle bir yana itiyor, uzun uzun esniyor, sözcükler ağzından lütfen dö­ külüyor: 117
{ "page": 117, "source": "/content/downs/Adalet Aaolu_Romantik Bir Viyana Yaz.pdf" }
"Sigaram da bitmiş," diyordu, birini suçlarcasına. Sigara içen kendisiydi, palamutu dalından alırken onu dü­ şünmüş bulunan hocası değil: Sonra, ne demişti? Derin bir öz­ lemle, "Keşke Bülent burda olsaydı!" dememiş miydi? Bir kü­ vet su, insanı nekadar zamanda boğar? Bodrum katı yakında kokar tabi gözler hep öyle açık mı kalacak patlak patlak kendi­ liğinden örtülmeyecek mi acaba? Geniş yüzlü sandalların da epeyce eskimiş. Eee, o kadar yürürsen, azgın mart kedileri gibi bir Alma'nın ardında, bir Benediktin Papazının ardında, bir im­ parator, bir Clea, derken Kont Montecuccoli, Yunus ve Gropius, yetmedi Milena ve bütün tren istasyonları, havaalanları ardın­ da o kadar koşarsan olacağı budur? Alma'yı Münih'e giden trende bile yakalamaya çalıştıydın, unuttun mu? İşte sandalla­ rın eskimiş, fakat besbelli, günler daha yeterince eskimemiş ... Yüzünü, ağaçların arasından kızılımsı sarımsı pırıldayarak yükselen güneşe doğru çeviriyor. Gözleri sulanmış. Siliyor. Ke­ narları gri çizgili beyaz mendili tertemiz. Ayaklarının ucuna düşen o tek palamut, hala öyle, par­ maklarının arasında durmaktadır . Fırlatıp atsa, birinin canı ya­ nacakmış gibi. O ara bir de yaprak düşüyor dizine. Yaprağı sağ avucunun ayasında tutuyor, bakıyor. Sık düşen yapraklardan biri. Sararmadan düşüyorlar. Yoksa, yazın sonu geldiği için de­ ğil. Yürek biçimi, ince damarlı, tırtıklı kenarları beyaza yakın yeşil renkte bir yaprak. Üstünde hala taşıdığı sabah serinliğin­ den ötürü palamuta Faruk, diyor; inceliğinden, hemen hemen saydamlığından ötürü de yaprağa, Nur. Eski öğrencisi Asaf, evini kendisine bırakırken, onu bura­ daki bu iki genç dostuna emanet etmişti. Onlara: "Hocamı yalnız bırakmayın, sık sık yoklayın haa ... " demişti. İlk haftalar onların ilgileri zaman zaman fazla bile gelmişti. Özgür olmalıydı, özgür, özgür ... Kimseye verecek hiçbir hesabı olmamalı, yalnız Alma'yı düşünmeli, onu kovalamalı, bu ken­ tin her köşe bucağını onun yanıbaşında tanımalıyd ı. Ah, Ope­ ra' da, locada Strauss'ları atlatıp yanyana oturmadılar , Mah­ ler'in Altıncı Senfonisi'ni birlikte dinlemediler mi? Ama tabii bit; yanda, bitişik locadaki dırdırcı bayan Strauss, öte yanda Ka- 118
{ "page": 118, "source": "/content/downs/Adalet Aaolu_Romantik Bir Viyana Yaz.pdf" }