page_content
stringlengths 1
4.1k
| metadata
dict |
---|---|
Memleket bu hal ve şerait alhnda iken, gel zaman git za
man, Slovakçada bir kitabım yayınlandı. Tarihin o döneminde
Slovaklarla Çekler aynı devletti ve ikisi de bir üçüncü devletin
vesayeti alhnda bulunmakta idiler. Bir gün velayetçinin seksen
vilayete bölüneceği, bunların da birbirlerinden uzaklaşıp kanlı
bıçaklı olacakları kimin aklına gelirdi?
Ama, dedik ya, her işte bir hayır.
Kitabımın Bratislava dedikleri yerde yayınlanmasından bir
süre sonra, oradan bir mektup aldım. Buranın Yazarlar Birliği
beni kentlerinde üç beş gün konuk etmek istiyordu. Eskiden
hiç ihtiyaç duymadıkları imza günleri düzenliyorlarmış, arhk
okutamadıkları kitapları böyle okutmaya çalışıyorlarmış. Oysa
bunlar velayet altındayken yüzbinlerle kitap basarlar, insanlara
neredeyse bedava dağıtırlardı. ·
Çağrıyı alınca hemen hayallere kapıldım. Bu mektup bendeki
küllenmiş korlan alevlendirdi. Bir kere, Bratislava'nın ardından
Prag' a doğru da uzanabilirdim. O kadar zaman birlikte yaşamış
insanlardan bir kısmını ziyaret edip ötekini etmemek taraf tutmak
olurdu. Sonra, ne olsa Prag, Prag' dı. Ama, hiç eveleyip geveleme
ye neden yok; beni asıl alevlendiren, buralara giderken Viya
na' dan geçme fırsahnın doğması. Üstünden basıp geçmek yet
mezdi. Dönüşte ne yapıp yapıp Viyana' da birkaç gün kalacakhm.
Demek, 'Barok', diye başlayan takınh benden çıkıp gitme
miş! Geri çekilmiş. Barok bir kente geniş soluklu hikayeler uy
durma hıtkusu. Beni buna dürten şeyin ne olduğunu hiç anla
yabilmiş değilim. İstek içimde kabardıkça adımlarımı bile şaşı
rıyordum. Niye? Buna hiçbir yanıtım yok.
Prag'ın o zamanlar bile çok, çok eski olan kilise alanı, Ba
ruthanenin çizgileri, Voltova üstündeki köprüler, özellikle Şarl
Köprüsü -bilmem hala duruyor mu, yoksa Mostar gibi o da top
ateşi altında yokolup gitti mi?-yukarı kentin, sarayların ırmak
suyuna düşen hayalleri, burçlar, sessizlik, tıpkı Bratislava'nın
eski dar sokakları, kalesi, kulesi, çokuluslu otellerin şımarık
ışıltılarının da silemediği kederi gibi, sancılarımı körüklüyor,
beni sırtımdan Viyana'ya itiyordu.
Elbette, bu artık, ondan yıllar yıllar önce Münih'ten gece
trenine binerek kırk saatliğine indiğim Viyana değil.
19 | {
"page": 19,
"source": "/content/downs/Adalet Aaolu_Romantik Bir Viyana Yaz.pdf"
} |
Yaş yirmi iki.
Ah tutku, coşkular ahhh! Tarihte o zamanlar böyle şeylerin
kırıntılarına rastlanırdı.
Gardan çıkmışım, upuzun bir cadde boyunca yürümüşüm.
Serin bir güz sabahı. Gün yeni yükseliyor. Gece uyumadım,
ama bu kentin bir günde altım üstüne getirebilirim. Rüyaları
mın kenti. Dünyalar benim.
Hayat ise sanki, gençlik hayallerimin burnunu sürtmek
için var.
İki yanımda yıkılmış yapılar görüyordum. Bir başka cadde
boyunca daha yürümüş, hiçbir yanda ne Strauss'un, ne Schu
bert'in izine rastlamıştım.
Kendimi ansızın Habsburglar'ın yazlık saray kapısı önün-
de buldum. Divan kapısı!
Dolmabahçe mi demiştim, Beylerbeyi mi, Yıldız mı?
Hiçbiri değil. Viyana Kapısı.
Schönbrunn, karşımda enlemesine uzun, sabah ışıltıları al
tında mahmur yatıp duruyor. Saray, önünü çakıllı bir düzlüğe,
arkasını ormana vermiş, bir gece önce Gluck'un nağmeleriyle
öpülüp okşanmış duvarları esneyerek uyanıyor. İki yam mer
mer merdivenli büyük kapı açılıyor, İmparatoriçe Mari-Terez
ve on altı çocuğu cıvıltılarla parka dökülüşüyor; Neptünlü ha
vuzun yanına koşuluyor; zaten güzel sesiyle iyi şarkı söyleyen
İmparatoriçe, buyruğundal<ilere, bahçevanlara çiçek tarhları,
ağaçlarla ilgili isteklerini bildirirken kuşlar gibi cıvıldıyor; eski
den av avlanan koruluklarda Viyanalılar sabah gezintilerini ya
pıyorlar; ben de ortadaki geniş divanyolunu geçip, sarayın neo
gotik ön girişine ulaşmak üzere merdivenleri tırmanıyorum;
büyük kapının iki yanında iki saray muhafızı, beni içeri buyur
etmek için beklemekte ...
Hiçbiri değil. Sarayın bütün kapıları kapalıydı. Sokaklar
dan savaş yıkıntılarını kaldırmak için bütün Viyanalıların gece
gündüz gönüllü çalışmış olmalarına karşın, hala yıkık duvarlar,
molozlar, onanma alınmış kubbeler, seralar, tramvay, tank-top
yolları için bir ucundan dilinmiş yorgun bir park görünüyordu.
Bütün her şey, zamanın o parçasında, ağır bir ameliyattan
sonra yaralarını sarıyordu.
20 | {
"page": 20,
"source": "/content/downs/Adalet Aaolu_Romantik Bir Viyana Yaz.pdf"
} |
Geniş yollukların iki yanındaki ateş çiçeklerine dahi sinmiş
yorgunluk bana da bulaşmış gibiydi. Dönüp yeniden divan ka
pısı önüne geldim.
Buralarda bir tramvay durağı olmalıydı.
Vardı. İstanbul tramvaylarına benzeyen bir tramvay?
Bekledim. Geldi. Bindim.
Gece yatacağım yeri peylerneden Viyana'yı fethe, şey, keşfe
çıkmıştım. -Yoksa genlerimde çapaçul fetih tohumları mı giz
li?-
Öyleyse bile, fetih başlamadan bitiyordu.
Daha iki durak gitmeden tramvay durdurulmuş, kazılmış
toprak rengi üniformalarıyla askerler beni: "Vize? İzin?" diye
sorguya çekmişler, kent içi bir tramvayda vize hiç aklıma gel
mediğinden de geri çevirmişlerdi. İçlerinden biri, cıvıltısı büs
bütün solmuş bakışlarımdan etkilendi herhalde. Yarımyamalak
Fransızcası -ki o çağda yaygın bir dildir,-ağzında bol votka
kokusuyla -bu da tarihin o sayfasında albenisi yüksek bir içki
diye geçmekted ir,-bana 'Birleşmiş Cumhuriyetler Ülkesi'ne
girmekte olduğumu, fakat bunu vizesiz, izinsiz yapamayacağı
mı söylemişti.
Dehşet içindeydim. Bir caddeden ötekine, ben bu izni nere
den, kimden alabilirdim? Hele 'Birleşmiş Cumhuriyetler Ülke
si' sözkonusu iken?
Eski Ankara' da, oturduğumuz ilk Ankara evinde, bizim ta
raftan olduğu gibi 'ötekilerin' tarafından da mutfağa açılması
gereken, ama hep çakılı tutulan bir kapı vardı. Bizler, bu yan
dan 'onların' yanını hiç göremeyelim diye, kapının anahtar de
liğine kağıt yapıştırmış lar. Bir seferinde merakımı yenemeyip,
kapıya değmeden-dokunmadan anahtar deliğinin 'öte yatn'nı
görmek istemiştim. Fakat, deliği örten o lanet kağıt yüzünden
hevesim kursağımda, kursağını da aklımda kaldı.
Dernek, bendeki bu anahtar deliği merakı, böyle, çocuklu
ğumun o döneminden!.
Gel zaman, git zaman, Büyük Ata(M)nın öldüğü günün ge
cesi, bizler sel gibi gözyaşı dökerken, kapının 'öte yaka'sından
müzik sesleri, gülüşmeler işittik. Ben buna çok içerlemiş, ileri
21 | {
"page": 21,
"source": "/content/downs/Adalet Aaolu_Romantik Bir Viyana Yaz.pdf"
} |
atılmış, ancak, kendim biryana, kapının 'öte yaka'sına yine ba
kışımı bile geçiremeyip, anahtar deliğinden geçire geçire bir sü
pürge çöpü geçirebilmiştim. Ama bende, bunu yapmakla da
övünebileceğim bir değişiklik olmadı; boyum atmadı, büyüme
dim. Tam karşıtı, galiba biraz çektim, büzüldüm, küçüldüm.
Anahtar deliğini örten kağıttan öte yakaya süpürge çöpü geçir
diğimi öğrenen büyükler, korkutucu ünlemlerle kapının o ya
nında 'Öteki Tür' den insanların yaşadığını söylediler de ...
Yanmış yıkılmış bir Avrupa ortasında, savaş sonrası, artık
öte tarafa geçen tek şey herhalde süpürge çöpü olmayacaktı.
Kırk saatliğine bunun için, bu özgürlük duygusuyla oralarda
değil miydim? Tarihin onca sayfası yeniden boşuna o kadar
kanlanmış, oluk oluk gözyaşlarıyla ıslanmamıştı ya?
Bu akılla adımımı tam Viyana Kapısı'ndan içeri atmıştım,
geri çevrildim. Öyle bir geri püskürtülüş ki, Kahlenberg tepe
sinde çadırlarını, erzaklarını, kahve ve sancaklarını bırakarak
kaçan Osmanlı Ordusu herhalde benden iyi durumda idi!
O dehşet geri püskürtülüşün hızıyla baktım, yeniden az
önce bulunduğum tramvay durağındayım. Elbette şimdi gidiş
te değil, dönüşte; inişte ... Viyana'yı sadece iki uzun cadde, bir
yazlık saray ve parkı, üç de toprak rengi işgal, affedersiniz,
'müttefik' askeri; ben, onlar ve ötekiler sanarak ... Başka hiçbir
durakta bekleyemeden, hiçbir tramvaya binemeden, kırk saat
hep aynı çember içinde dönüp durarak, Üçüncü Adam'ın esra
rengiz Viyana kanalizasyon labirentlerine nereden daldığını bi
lemeyerek. Oysa, bütün Amerika, filmin coğrafyasını soluma
ya, kimi kendini Graham Greene, kimi de Orsan Welles sanma
ya koşuyormuş! Bense, süpürge çöpünün açtığı topluiğne başı
delikten hayal meyal kara erkek iskarpinlerini koklayan bir ke
di seçebilmiştim, o kadar.
O çağlarda, birinci Viyana kuşatmamdan elimde kalan
bunlar ve daha eşikteyken geri püskürtülüş!
Ama işte, yıllar sonra Viyana'ya ikinci sefer. Teçhizatım, bi
lenmiş tutkum. Daha ne olsun? Üstelik bu defa kente Münih
treninden inmedim. Kuzeyden geldim, Bratislava' dan.
Franz-Josefs Garı'ndayım. Güzel sesli Maria-Theresia'yı
hatırladım. Beli kırık prensesi de. Tutkum baskınlaştı. Bir tak-
22 | {
"page": 22,
"source": "/content/downs/Adalet Aaolu_Romantik Bir Viyana Yaz.pdf"
} |
siye bindim. Solumda Tuna kanalı. Kanaldan öteleri, bu güz
gününün akşamında, alçak gri yapılarıyla dilsiz. Franz-Josefs
Kai boyunca gittik. Bir aralık Stephansdom'un, Aziz Stefan
Katedrali'nin alemini gördüm, günbatımı renklerini yırta yır
ta göğe saplanıyordu. Aşağı, güneye kıvrıldık. Onlar o za
manlar yüzük demişlerse de, bilezik bilezik bölgelere ayrıl
mış kentin içteki en dar halkasının, Opernring'in bir ucunda
taksiden indim.
Opera ve çevresi gölgeliydi. Ama batı ucundan yumuşak
bir ışık vuruyor, gölgeli alanları, önünde uzanan caddenin giri
şini yaldızlan dırıyordu.
Opera'nın arkasından, ışıltılı yanından yürüdüm. Az sonra
sırtımı Albertina'ya vermiştim. Ulusal Kitaplığın açılmasını
beklemekteyim.
Sözde sabahın çok erken saatiymiş de, kitaplık memurları
henüz yeraltı trenlerinden inmemişler. Ben, onu orada bulaca
ğımdan eminmişim. Tam bugün, bu saatte. Londra' daki ilk kar
şılaşmamızda değil ama, ikincisinde, hamburgerci kapısında
karşılaşınca sözleşmiştik. Öyle ya, yeğenlerim, "Acıktık, acık
tık. .. " diye acele ediyorlardı. Self servis tepsileri de çok güçlük
çıkarıyordu, insanlar kuyrukta, arkadan itiyorlardı. Yine de iş
te, zihnim gün gibi aydınlık, rüyamda görmüş değilim. Biraz
telaşla da olsa, üçüncü kere, rahat rahat Viyana Ulusal Kitaplı
ğı'nda buluşmak üzere sözleşmiştik biz. �aten, Bratislava çağ
rısını neden kabul etmiş, o güzelim Pılag kentinde neden daha
fazla kalmadan buraya koşmuştum ki?
O henüz ortalarda görünmü yor. Ben erken gelmişim. Sabır
sızım. Ya göremezsem, kaçırırsam? Yok ama, o da zaten bu aynı
barok kapıdan girmeyecek mi?
Tam o an, Hyde-Park'ın oralarda dilime takılan tümce bir
yeniden dirilişe uğramaz mı? Üstelik Müzayede Sarayı'nın bu
lunduğu sokaktan gelip buyana kıvrılan Mustafa Kemal, Sofya
Ataşemiliteri haliyle aynı cümleyi söylev tonunda yankılamaya
başlamaz mı? Daha doğrusu o öyle, vurgulayarak söylüyor
ama, sözcükler az aşağımdaki kilisenin duvarlarına çarparak
yankılanıyor. Vurgulu çalgılar hamam kubbesi altında nasıl
yankılanırsa öyle:
23 | {
"page": 23,
"source": "/content/downs/Adalet Aaolu_Romantik Bir Viyana Yaz.pdf"
} |
Irkçılık, milliyetçilik kavramlarına yabancı olan, sınırsızlık, son
suzluk, giderek belirsizliği amaçlayan barok, Ortaçağ'ın koyu karanlık
gecesini tarihin sayfaları arasına gömüp, Rönesans'ın akılla, düzenle,
cetvelle geniş geniş yollarını açtığı büyük keşifler zaferini karnavallar,
taklar, atlar, arabalar, meşaleler, apoletler, arşidük bıyıkları, kadriller,
polkalarla görkemli bir geçit töreni halinde kutlamaktır.
Bütün tannan yankılanışlarına karşın bu, yarı at nah, yarı
kazaska takırtılı uzun tümcede, haketmeyle hazıra konma arası
gidip gelen, aranağmelerinde zeybekten valse, valsten zeybeğe
geçen bir şeyler vardı; esrar, tütün ve gülsuyu kokuyordu. So
kağın ucunda, köşebaşında da, baktım, Mustafa Kemal'in ken
disi değil, yüzünde hiç bilmediğim bir anlamla yeni bir büstü,
kırık bir kolon parçası üstünde duruyordu.
Tutku ve boyuneğiş. Zafer ve yenilgi. Gül ve kan. Aşk ve
cinayet.
Ben, büstün yüzüne, duruşuna böyle anlamlar yakıştırır
ken o da şekilden şekile girmiş, derken, beyazperdede yanıp
eriyen pelikül parçası gibi akışkan, ağır ağır silinip gitmişti.
Ancak pelikül eriyip bittikten sonra anlıyordum: Bu Mustafa
Kemal değildi. Burada buluşmak üzere Londra' da sözleştiğim
kimseydi. Yanılgım yüzünden, işte bir kere daha elimden kaçır
dım! Kendisine orada olduğumu, kitaplığın duvarı dibinde ka
pının açılmasını beklediğimi gösteremedim. Onu, eriyip git
mekten, yine silinip yokolmaktan alakoyamadım. Üçüncü kez!
-Hani Allah hakkı üçtü? Zaten ona hiç inanmadım. Bari dör
düncü şansı aramalıyım.-
Ama, acaba, kruvaze ceketli, çekinik bir beyefendiye ben
bu tarihte, burada randevu vermiş miydim? Vermiştim, vermiş
tim de belki Ulusal Kitaphk'ta değil, belki...
Viyana' da geçirdiğim o birkaç gün içinde, kentin yürüme
diğim caddesi, sokağı, geçmediğim alanı, oturmadığım kahvesi
kalmadı. Fakat, gözümü hangi anahtar deliğine dayasam, öte
yakayı göremiyor, aradığımı bulamıyordum. Aslında alanları,
sokakları, kahveleri, özellikle de Katedral'in çevresini dolduran
herkes oydu ve heyhaaat, hiçbiri o değil! Bukadar çoklukta net
leşmesi, görünür olması büsbütün güç.
24 | {
"page": 24,
"source": "/content/downs/Adalet Aaolu_Romantik Bir Viyana Yaz.pdf"
} |
Bir keresinde, bir U çıkışında apaçık gördüğümü sandım,
değildi. Çok benziyordu da, yuvarlak burunlu ayakkabıları bo
yasızdı, gömleği de çiçekli. Hele çiçekli gömlekle o olması
mümkün mü? Üstelik de kolunu, oksijen yanığı saçları olan bir
kadının boynuna atmış, o saçları kokluyor. Mümkün değil!
Kendisini Katedral'in çevresinde bulacağımı çok umdum.
Hatta, birkaç defa, efendiliği üstüne yanıldığımı yüzüme hay
kıracak kadar netlikle gördüğümü de sandım. İçlerinden biri. o
olsaydı, bana el sallaması, merhaba, demesi, utangaç utangaç
gülümsemesi gerekmez miydi?
Sahi, onun böyle bir gülümsemesi olduğunu nereden bili
yorum? Hani netlikle hiç görünmemişti? Hani hep belirip beli
rip siliniyordu? Ayakkabılarının yuvarlak burunlu olduğunu
biliyorsam, nereden biliyorum?
Buna da yanılım yok.
Artık umutsuzdum. Oturduğum kahvelerde durmadan ya
zıyordum, ama ne yazdığımı da bilmiyordum. Kastamonu, Kü
tahya, Konya hızla geride kalıyor. Tarih, bozuk para gibi eriyip
gidiyor, defter sayfalarım da ...
Artık dönmeliydim. Şu son tümceyi de yazayım hele: Viya
na'ya yağmur yaraşır.
Günler geçiyor, aylar. Bütün bir kışboyu Ba-rok. .. diye baş
layan tümceye uydurulmuş adımlarım eşliğinde odadan odaya
geçiyor, oradan buraya gidip geliyordum. Hep, oltamın ucuna
vurup vurup kaçan balığı düşleyerek. Yalnız onu. Hayatım bu
na bağlı.
Yine gelir mi? Ya da ben yine gidebilir miyim? Ya hayalet
benim peşimi bırakmalı, ya ben onun.
Bazı zamanlar tedirginliklerim tutkumu aşıyordu. İçimde,
deşilememiş bir yaranın ufunetini taşıyorum ...
Bu arada Avrupa çatlamışhr. Mısır patlağı gibi, patırtılarla
eleği doldurmakta. Ama ateş söndüğünde, eleğin dibinde ka
lanlar ne olacak? Şimdiden birçok ceset.
Birliğin, sınırsızlığın her yanda terennüm edildiği, çokyön
lü, değişik renkli kültür etkinliklerinin kapalı salonlardan da ta
şıp alanlara yayıldığı, ışık-ses-görüntü alaşımındaki müzikten
tank ve toplarla Duvaı'ın bir kere daha ve yeniden yeniden gör-
25 | {
"page": 25,
"source": "/content/downs/Adalet Aaolu_Romantik Bir Viyana Yaz.pdf"
} |
kemli bir şekilde yıkıldığı, endüstrileşmenin açlığı yolda tarihin
modern-sonrası zaferini gururla kutladığı yaz aylarında, kendi
mi uzun süredir saplantıyla durmak istediğim, deliğine göz uy
durmak için yanıp tutuştuğum barok kapı önünde buldum.
Acelesiz, rahat, önü açık. Arkamdan itilmiyordum, önümden
kimse kaçmıyordu.
Az önce Venedik'teydim. Neden Venedik, ortalamayı dürt
menin, aradığımı bulmanın kenti olmadı da, ille Viyana? Anı
lar? Günlükler? Hayaller?
Bilmiyorum.
Bu soruların yanıtını hiçbir zaman bulamadım. Bir yazarın
neden yazdığının yanıtını tam bulamaması gibi ...
Şimdi buradayım. Venedik'ten, oradaki Ölüm'den kaçhm.
Canlıyım. Uzunca bir süre için Viyana'dayım. Kentin biraz dı
şında, ormanın eteklerindeki bir evde, yıllardır gereksindiğim
büyük sessizlikteyim.
Rüzgarın fısılhsını dinliyorum. Sanırım benimle konuşma
sını bekliyorum. Ormandan gelen esintilerin, hışırtıların kulak
larımda uğuldayışı bana hala fazla bir şey söylemiyor. Ortada
bir giz var, SEZİYORUM, ta Londra' daki o gündenberi bir şey
beni dürtüyor. Fakat aynı zamanda her şey onu benden sürekli
kaçırıyor. Tutamıyorum.
O zamanlar öyleydi. Hiçbir şey durduğu yerde durmaz,
bugün var dediğin, bir anda yokolurdu.
Bundan bir süre önce, başka bir yaz, o günlerin haritalarına
göre olan Avusturya' da da, bütün Avrupa' da olduğu gibi, bir
'Açıklık Haftası' düzenlenmişti. Artık ortada giz, hayalet, kapı
nın öteki yanı-buyanı ya da ötekiler-bunlar diye bir şey kalma
yacaktı. Rathaus'un önünde sarışın kızlar, ulusal (ortodoks)
giysileriyle -nedense Kazak değil-dansetmişler, gece inerken
Sergey Rijenko elektrogitarıyla bir Amerikalı caz şarkıcısının
çok kullanılmış, kullanıla kullanıla tüketilmiş havasını estirmiş
tir. Oradan geçen eski bir Fransız komünisti ise kendi kendine:
"Ölenler niçin öldüler?" diye sormuş.
Herkesin tarihboyu sora sora yalama ettiği bu soruyu son
defa bir kere daha soran Robert Lafont'dur. Vilayet Parkı'nın
bir köşesinde, kestane ağaçlarının alhnda durup, Belediye Sara-
26 | {
"page": 26,
"source": "/content/downs/Adalet Aaolu_Romantik Bir Viyana Yaz.pdf"
} |
yı'nın neo-gotik önyüzü alhnda çınlayan 'açıklık rock'uyla tanı
şanlardan biri de odur. Geçmişin cinayetleri lanetlenmekte, Ser
gey Rijenko, gitarını çalarken sürekli gülümsemekte, sayıları o
tarihte üç yüz bini bulmuş Macar mülteciler, bir o kadar Romen
ve Yugoslav kaçak, Mariahillfer' de boydanboya sıralanan dük
kanların ucuzluk satışlarından edindikleri ganimetlerine sarıla
rak parkın kanapelerinde soluklanmaktad ırlar. Ganimetler mi?
İşte, tencere, tava, elektrikli meyve sıkacağı, kirpik kıvırma aleti
falan ... Zamanın araştırmacıları, onların böyle, büyük bir ruh
sal doygunluğa erdiklerini söylemektedirler. Egzotik meyvele
rin tadına bakmaları, nice aşklara, tutkulara, öpüşüp sevişmele
re şimdi bin bedel dondurmayı kıtır külahların içinde yalayıp
durmaları da bunun birer kanıtı sayılmaktaymış.
Hepsi ganimetlerini birbirine gösteriyormuş.
İnsanlardan hiçbir şeyi kaçırmayın. Bırakın ilkin ruhları,
yani gözleri doysun. Bırakın onda olan bunda da olsun. Bırakın
gariplere, dokunmayın!
Ruhlar eskiden tanrının gölgesiyle doyarmış. Nekadar az.
Sözünü ettiğim zamanlarda artık başka tanrılar vardı. Bankta
oturanlar birbirleriyle elektrikli masaörtüsü süpürgesinin, saç
jölesinin, koltukalh spreyinin etiketlerini karşılaşhrıyorlar, Ser
gey de elektrogitarını daha bir şevkle çalıyormuş: Ye ye ye ye! ..
Ben oraya vardığımda hala sürmekte: Ye ye ye ye ...
İşte o zaman, kendimden başka hiçbir yere ait olmadığımı,
bir anayurdum varsa onun da sadece yazdığım dil olduğunu
müthiş bir eziklik, büyük bir gururla algıladım. Bu bende Ser
gey'in henüz bilmediği bir özgürlük duygusu uyandırdı. An
cak, bu özgürlüğü ne yapacağımı bilmiyordum. Bu öyle yeni
bir sorundu ki, tutkuyla peşinden kovaladığım şeyi, kimseyi o
curcunada yakalamam büsbütün güçleşiyordu. Saçmalık nere
deyse ruhumu ezmiş, aklım ununu eleyip eleğini duvara as
mak için canahyor, ama tuhaf işte, her zamandan daha canlı
yım, iştahım yerinde, geride kalan tek yurda, yazdığım dile aşı
ğım, onda her gün yeni yetenekler, tarif edilmemiş güzellikler
buluyorum. Bütün bunlar da ruhumla bedenimi amansız bir
kavganın içine sürüyor.
27 | {
"page": 27,
"source": "/content/downs/Adalet Aaolu_Romantik Bir Viyana Yaz.pdf"
} |
Gecelerim rüyasız, fakat gündüzlerim düşlerle, karabasan
larla doluydu. Kafka gözüme minicik görünmekte. Kendini
kendi olarak gördüğü böcekten daha küçük: Seninki de Dava
mı, Milena'yı sömüren bencil herif?
Böyle diyordum, çünkü çaresizlikten, hiçkimsenin dönüp
de bakmadığı kitaplar okuyor, onlardan böyle böyle tuhaf şey
ler öğreniyordum: Bu kitaplardan birinde neredeyse açık açık
Kafka denen sinsinin Milena'yı işleri, yazıları, şusu busu için
kullanıp kullanıp sonra başından savdığı iddia ediliyordu.
Bazan ıhlamur ağaçlarının alhnda Schubert, kuşlarla bir
olup şakıyarak geziniyor, sonra da, ben aman demeye kalma
dan, bu kuşları bestecinin ağzı tel kafesli köpekleri parçalayıp
yutuyordu. Strauss, hiç kılı kıpırdamadan, nefesinde vals nota
ları uçuşarak geçiyor ... Aynı anda barok yapı işçilerinden biri,
kireç ocağına düşüyor. Bu yapıya hayranlıkla bakan turistlerin
hiç aklına gelir mi, nerdee? Adamcağız, içine düştüğü kireç oca
ğında yanarken, Graben'la Katedral arasında, uçları yağlı bez
topuzdan meşaleleriyle karnaval kuklaları geçmeye başlıyor.
Kuklalardan birinin al al şişman yanağında yerküre tarzı iri bir
et beni bulunuyor. Katedral'in kapısında dilenciler kraliçesinin
kızı Lotta, bacaklarını ayırmış, hazinesini bu iri et benine açıyor.
Bazan da ortalığı ölüme benzer bir sessizlik kaplar. Perde
leri inik bir ath araba, içinde tarihin Yahudi Celladı diye adlan
dırdığı Hitler, başında Napolyon şapkası, boynunda sırıma ta
kılı lastik bebek memesiyle, hırsız gibi, casus gibi, teker sesleri
hiç işitilmeden geçer. Arabanın içi, Molotof kokteyli derler, çeşit
çeşit içkiler, tepsi tepsi yiyeceklerle doludur. Heldenplatz' da
araba yavaşlar, dünyanın dörtbir yanından gelip günün o saa
tinde öbek öbek oralara toplanmış insanlara yaklaşır ve Napol
yon şapkalı Hitler ağzına lastik memesini alıp bir yandan emer
ken bir yandan da içki şişelerinden birini ortalığa fırlahr ve
alanda, aile başına ortalama üç kişinin kafası gövdesinden ayrı
larak etrafa saçılır. Ardından ansızın yüksek tonda Mavi Tuna
başlayacak, sağ kalanlar birbirlerine sarılıp, ''Ne oldu?" deme
ye kalmadan dönmeye başlayacaklardır. Alanda, geriye artma
nın sevinciyle bir neşe, bir kıyamet; uçan kelleler, bacaklar ise
ayaklar altında sigara izmaritinden farksız.
28 | {
"page": 28,
"source": "/content/downs/Adalet Aaolu_Romantik Bir Viyana Yaz.pdf"
} |
Tabii insan şaşırıyor. Hiç beklemezken öyle ... Birilerine sor
mak, bi şeyler danışmak istiyor.
Kime danışırsın?
Ungarn Caddesi'ni, o upuzun yolu, İngeborg Bachmann
adındaki tanışı bari görür müyüm ki, diye üç kere gidip gel
dim. Yokuş-aşağı, yokuş-yukarı. Hem de aynı günde. Bach
mann' dan bir ize rastlamaksızın. Sadece Malina'yı film yapa
caklarını öğrenerek. Herhalde, iki aşığın ikisini de aldatan 'fet
tan kadın'ı çeviriyorlardır.
Evet, kime soracaksın? Heldenplatz'da sinsice kurulmuş
komployu GÖREN birkaç kişi varsa, onlar da Mavi Tuna' da sü
rüklenip gitmemek için kendini Mariazell dağlarına atmış, içle
rinden biri de İnce Memed takma adıyla yıllar sonra Toros
lar' da görülmüş.
Buralarda böyle bir söylence vardı, nekadar doğru, bilmi
yorum.
Sık sık kendi kendime bir hayalet zamanda, bir hayal kent
te yaşayıp yaşamadığımı soruyordum. Arada sırada Prens Balt
hasar'a rastlıyordum. Her zaman çok telaşlıydı. Freyung üstün
deki konağını elinden mi alıyorlarmış neymiş, Belediye İmar İş
leriyle Tapu Dairesi arasında mekik dokuyor, peruğunun altın
dan şakaklarına incecik dereler gibi terler süzülüyordu. Linke
Veinzeille'yi dolduran Macar, Türk, Çek, Polonyalı ve Nijeryalı
-o zamanlar Nigeria İmparatorluğu diye bir İmparatorluk yok
tu, bunlar küçük bir kabileydi- pazarcıların yine kendilerine
benzeyen, kendilerinden olan alıcılarına karşın ya önümde sa
dece geçmiş hortluyor, ya ortalıkta in cin top oynuyordu. Kim
di, rüzgar mıydı, kulağıma şöyle bir şey fısıldanmıştı: Boşuna
koklamayın, tarihin kokusu yoktur.
Ufala ez de bak bakalım, taşın bile kokusu çıkar, değil tari
hin. (Bizim de şairlerimiz vardır.)
Kime söyleyeceksin? Arabalar korna çalar, kaldırımlarda
ayak atacak yer yok İstanbul' da, ortalığı çöp götürüyor, tarih
pis pis kokuyor.
Viyana' da hava nemli sıcaktı. Boğucu, hatta, yorucu. Her
şeyden de yakınıp durma, hele güneş çekildikten sonra, kent
29 | {
"page": 29,
"source": "/content/downs/Adalet Aaolu_Romantik Bir Viyana Yaz.pdf"
} |
merkezinin bütün alan ve sokaklarından müzik taşıyor; bir kö
şeden ötekine, bir havuzbaşından berikine akordeonu keman,
kemanı gitar, onu da flüt ve klarnet karşılıyor. Nısfiyyenin klar
net hali Bavyeralı'ya tanıdık gelmektedir. Sonra, ansızın Meksi
kalı'nın harpı, İspanyol'un tek telli sazı kahır dolu inlemekte
dir. Rembetiko buzukiyle ağlaşarak kucaklaşmakta ...
Bazan da Freud'ün dev böcek duyargaları, duyargaların
ucundaki iri patlak gözleriyle üstüme üstüme geliyor, bilinçal
tıma yürüyordu.
Böyle zamanlarda gidip ormanın eteklerinde, sessizlikteki
eve sığınıyordum. Bir şeyler yazıyor, rüzgarı, ağaçların hışırtısı
nı dinliyor, uykularımın arasında ise soruyordum: Freud, açık
gözlülüğü, kurnazlığıyla sahiden Otto Plötzl'ün buluşları üstü
ne mi oturmuştu?
Bunu o sessizlikte bulduğum başka tuhaf bir kitapta oku
muştum. Tam böyle değilse de, bir dokundurma. Doğru mu
acaba? Soru kafamda belirir belirmez, kısa beyaz sakal bıyığı,
ince koyu renk yuvarlak çerçeveli gözlüğü, kalın şeritli fötrüyle
Freud, gözüme sahtekar bakışlı biri olarak görünmesin mi?
Utanıyordum. Aklım karışıyordu. Marketin serin, soğuk ve
normal bölgelerinde çok fazla peynir çeşidi var; hangisini ala
cağımı şaşırıyordum. Deterjanların herbiri en temiz kendisinin
yıkadığını söylemekteydi.
Kent merkezine inmeyegör, Kartneı'le Graben'ın kesiştiği
yerde buzuki hala inlemektedir: Kurtar beni, kurtar beni! Yanı
başında Ugandalı küpe satıcısı, delik kulaklara küpe satmakta.
O tarihlerde insanlar, ataları gibi, kulaklarını deldirir, kağıttan
geçen süpürge çöpü benzeri, bu deliklerden geçirdikleri küpe
leri sallandırırlardı. 'Delik kulak', 'Kulağına küpe olsun', 'Ku
lak yırtmak', 'Kulak dikmek' gibi sözler buradan kalmıştır. Bir
aralık erkekler kulak deldirmiyor, hiçbir şeyi de kulaklarına kü
pe etmiyorlardı, ama benim anlattığım zamanlarda yeniden
hem kadınlar, hem erkekler kulağı delik hale gelmişlerdi. Bu
nun sebebi bilinemiyorsa da, kimi incelemeciler: 'Deli deli tepe
li / Kulakları küpeli' diye bildiğimiz, o gün bugündür günlük
hayatta çok yaygınlaşmış bir selamlaşma biçiminin bu dönem
den kaldığına işaret etmektedirler.
30 | {
"page": 30,
"source": "/content/downs/Adalet Aaolu_Romantik Bir Viyana Yaz.pdf"
} |
Küpeler önceleri değerli madenlerden, taşlardan yapılırdı,
sonraları sadece taş ve tahtadan yapılmaya başlanmıştır ki,
bunlara pet şişelerinden kesme boyama olanlarını da ekleyebi
liriz. Ugandalı küpe sah cısının veba heykelinin oralarda gelene
geçene satmaya çalıştığı takıların böyle şeyler olduğu söylene
bilir. Bu küçük hususu da burada kaydetmeden geçmeyelim.
Dönüp dolaştığım bu yerlerde çok uzun saçlılarla hiç yok
saçlılar vardı. Çok soyunuklar kadar fazla giyinikler de vardı.
Sözüm meclisten dışarı, kendini peygamber ilan etmişler de ...
İşte şu, örnekse: Artık hangi zamanın, hangi dinin peygam
beri ise -her durakta bir tarikat kurulduğu iddia edilmekteydi
bakıyordunuz, sabahlan ulemanın toplaştığı Schottenring'de,
öğleye doğru, eskiden bildiğimiz yazlık sarayın halka en açık
parkı ucunda, Hietzing' de, öğlenleri mutlaka Linke' de, öğleden
sonraları Herrengasse'nin gölgeli tarafında, Cafe Central dedik
leri Merkez Kıraathanesi önünde, akşamları Aziz Stefan Kilise
si'nin -sizlere Katedral de dediğim- dörtbir yanında, geceyarı
sından sonra da kente girip çıkanların bol olduğu Terminal'de
görünüyor, o saatte oraya ulaşan uçak, otobüs yolcularını geniş
selamlarla karşılıyordu: Gelin, gelin, vebadan korkmayın. Sizi
kurtaracağım! Sizi kurtaracağım!
Arada sırada yüzü bana tanıdık gelmiyor değildi. Ama çı
karamıyordum. Af buyurun, bu çılgın, bu güzelim, bu cafcaflı
ve aynı zamanda da son kerte simetrik post-barok (Ne dedim?)
hayatın ortasında insanlara vebadan sözetmesi çok saçmaydı
tabii. Durup dururken ortalığa tedirginlik salıyordu. Buna hiç
gerek yoktu, çünkü sakallı sakallı adamlar, buldukları her alan
da binlerle Veba cildi yakıp duruyorlardı. Ayrıca Linke deyi
yecek dolup taşıyordu. Sacher'den, Aida'dan soprano sesler gi
bi nefis pasta kokuları yayılıyordu ortalığa. Şu yanda deniz
mahsulleri, bu yanda şampanya ve vals, orada sihirli flüt, bura
da Hindistan cevizi ve papaya ... Bu bolluk, bu fetret dönemin
de buzuki de saçmalıyordu tabii ki: Kurtar beni, kurtar beni!.
Demek, tarihin hangi zamanında olursa olsun, bir "Beni
kurtar!" diye inleyenler, bir de "Sizi kurtaracağ ım!" diye haykı
ranlar vardı. "Sizi kurtaracağım!" diyenlerin olması için ilkin
"Beni kurtar ... " diyenlerin olması şarttı.
31 | {
"page": 31,
"source": "/content/downs/Adalet Aaolu_Romantik Bir Viyana Yaz.pdf"
} |
Bizimkisi ise, gün atarken artık Lugeck' dedir. Fırından bir
ekmek çaldığı için asılan adamların idam sehpasında sallanışla
rına bakıp, dili dışarda güler gibi duruşları, korkudan ödü bo
kuna karışmanın örtülmesi sayacak: "Korkma, kurtulacaksın.
Seni kurtaracağım ... " diye haykıracaktır.
Son defa onu orada gördüm. Gerçi o gün ve saatte Lu
geck'in bilmem kaç asırlık darağacında asılmış kimse görün
müyordu, ama herhalde, ne olur ne olmaz, diye, Peygamber,
görevi başında bulunmaktaydı. Bir an bana, yine ötekiymiş gibi
geldi. Sakın, artık hayaleti yakalamış mıydım?
Gerçekten de, bu sefer silinip gitmiyor . Gitmiyor ya, ben
kesinlikle oyum, diyen bir yanı da yok. Zaten onu o, bunu bu
sanmam çok saçma. Şurada burada üstlerine 'Hiçkimse' lev
hası asılı tonla insan var; bukadar 'Hiçkimse' arasında bana
hayal meyal görünüp duran o kimseyi nasıl bulacaksınız ki?
İsterseniz artık karşınızda duvar da olmasın, önünüzde kapalı
kapı.
Bir kente özel bir hikaye uydurulamayacak tarih parçasın
da yaşıyordum.
Hava hep ağır. Günlerdir yağmur yağmıyor.
'Heurigen'lerde fıçı fıçı taze mevsim şarabı tüketiliyordu.
Kiliselerin ayin-konserleri her zaman dolup taşıyordu. Kilise iç
leri serin oluyordu. Pazar dualarının her yaş, her konumdaki
müdavimleri, yorgun yüzlü küçük orospular dahil, rahiplerin
önünde sıraya dizilip ağızlarına kutsanmış ekmek içi konması
nı bekliyorlar ... Ama sanki, hepsi tarihsiz.
Her şey tarihsiz.
Ezsen de, ezmesen de, hangi kokunun peşine takılacaksın?
Onu nasıl bulacaksın, hayır canım yani, Viyana'yı nasıl kuşata
cak, dil yurdunun bayrağını kalelerde, kulelerde nasıl dalgalan
dıracaksın?
Dönüp bakıyordum: Güzel eğimli tepelerin yamaçlarında
üzüm bağları mavimsi yaz sisinin altında bana belli belirsiz
Uyuyan Güzel şatosunun kulesini sunmaktadır. Tepelerin ince
uğultulu rüzgarı ise kulaklara sürekli şu soruyu fısıldamakta:
N erdesin, nerdesin, nerdesin?
32 | {
"page": 32,
"source": "/content/downs/Adalet Aaolu_Romantik Bir Viyana Yaz.pdf"
} |
Rüzgar böyle fısıldarken Ahmet Kudsi Tecer, bir an yattı
ğım yerin alacakaranlığında belirmekte, "Hayır, bu değil," de
memle de silinip gitmektedir. Ama ses, uykumu böler durur:
Nerdesin, nerdesin, nerdesin?
Ulusal Kitaplığa bu üçüncü ve uzun Viyana ziyaretimde de
gidip geliyordum. Benimle orada buluşma sözü veren hayalin
çıkıp gelebileceğini gizli gizli hala umarak, burnumu eski kent
haritaları, gravürleri arasından çıkarmıyordum. Kitaplarda: Bu
rada rüzgar bile Viyanalılara fazladan bir ruh dinginliği sağlamak
için eser benzeri bilgilere rastlayınca umudum kırılır, büyük tut
kumun gizi çözmeye, varlığını sezdiğim yüzü görmeye asla
yetmeyeceğini düşünürdüm. Tarihçiler tarihi yazmış, yaşayan
la yazanı kesin bir kılıç darbesiyle ayırmışlardır, ama kulağı de
likler gibi, tarihin yinelendiği zamanlar da var, yok mu?
Haftalar haftalar geçti.
Hala da bir otobüs durağında bekliyor oluyordum. Bekli
yorum. Semt otobüsünün birkaç dakika içinde şu köşeden beli
receğini biliyorum, nitekim tam zamanında geliyor. Biniyorum.
Bu bende, ortalıkta gizli, gizemli bir şeyler döndüğü duygusu
nu baskınlaşhrıyordu. Oturduğum tepeciğin eteklerindeki
emekliler yurdu, arada bir tarihin hayattan ayrılmadığını sanki
bana somutlukla kanıtlıyor, bu da çarçabuk siliniyordu. Emek
liler yurdundan takma ayakları, bacakları, bastonları, tekerlekli
alışveriş çantalarıyla asırlık insanlar çıkıyor. Bazıları derisini
kemiğini sürükleyerek maden suyu, çocuklarına, torunlarına
doğum günü armağanı almaya, kaçamak çukulatalı pasta ye
meye gidiyorlar. Oysa torunlar-çocuklar, hiçbiri, Noel'e kadar
hiçbirini görmeye gelmeyecek.
Çocuklarının onları neden bukadar unuttukları gibi bir so
rum yoktu. Ama torunları bu insanlardan kimbilir kaçının orta
lama altı Yahudinin ölümünden sorumlu bulunduğunu keşfet
tiklerinde ne yaptılar, diye soruyordum kendi kendime. Şimdi
artık kendileri de yaşlanmış bu çocuklar, bu yüzden mi başka
insanlarla gözgöze gelmekten kaçmaktadırlar acaba, diye? Tam
bu noktada, ırçılık-milliyetçilik kavramlarından uzak olduğu
söylenen barok zamanı kendi zamanıma davet ediyor, onun be
nimle konuşmasını istiyordum.
33 | {
"page": 33,
"source": "/content/downs/Adalet Aaolu_Romantik Bir Viyana Yaz.pdf"
} |
Tarihin ceket-etek ucundan bukadar çekip durursanız, bel
ki size bir süpürge çöpü işlevi görecek bazı kırıntılar bulursu
nuz.
Ben de buldum ve bir akşamüstü, deliğin kağıdını yırttım.
Günbatımı. Kaldığım evin az yukarsındaki kır lokantasın
dayım. Ağır tahta masalardan birine oturmuşum, yazdıklarım
ve yazacaklarımın içinde bana ne tam belli olan, ne bırakıp gi
den hayali arıyor, bir yandan da taze şarabımı yudumluyorum.
Ohh. Güzel bir akşam bu.
Mavi sis yine var, ama hafif pembe karışığı.
Servisi yapan Anita:
"Defteri kapadınız mı?" diye soruyor bana gülerek.
Kederli kederli başımı sallıyorum:
"Yaz bitiyor. Gideceğim. Kapamam gerekiyor, ama henüz
değil."
"Her akşamüstü yazdınız. Ne yazıyorsunuz?"
''Bilmem."
Boşalan bardağımı alıp gidiyor.
İlerde, çimlerin üstünde çocuklar oynaşıyor. Cıvıldaşıyor
lar. Başımı kaldırdım, karşımda o. Kruvaze ceketi, ucu yuvarlak
siyah pabuçları, utangaç gülümsemesi, ceketinin düğmeleri
ilikli mi değil mi, diye yoklayan parmaklarıyla ...
Telaşla, dilimin ucuna gelen ilk soruyu sordum:
"Siz ne arıyorsunuz buralarda?"
"Alma Mahler'i arıyordum," diyor efendi efendi.
Bozuluyorum:
"Ama bunun barokla bir ilgisi yok?"
Başını biraz bana yaklaştırıyor, fısıldıyor. Sanki rüzgarın
uğultusu:
''Niye olsun ki? Ben bir romantik'im. Fakat, bunu öğrendi
ğim yer burası işte, bu barok kent."
İliklerime kadar ürperdim. Tam şu an nasılsam, öyle.
Günlerim sayılı. Umudum kırık. Fakat güneş henüz batma
dı. Akşamın en dürtükleyen saati. Önümde, pembeliği gittikçe
baskınlaşan mavimsi sis. Sisin içinde eriyen asmalar. Asma
34 | {
"page": 34,
"source": "/content/downs/Adalet Aaolu_Romantik Bir Viyana Yaz.pdf"
} |
yapraklarının yarı yarıya gizlediği koruk salkımları. Neredeyse
olgunlaşmış salkımlar. Jülide, Kınalı Yapıncak. Akşam Güneşi.
Maarif Müfettişi. Anadolu Yolları. Küçük kentler, şair öğret
menler ...
Ani ta' dan bir bardak şarap daha istemeliyim. Yazdıkları
ma, yazamadıklarıma bakmalıyım. Ta yanıma gelen, benimle
konuşan hayaleti bu sefer tutmalıyım. Onun sisler içinde eriyip
gitmesine izin vermemeliyim.
Anita, şarabımı getirdi. Ben, kapadığım defteri açtım.
O da ne? Nereden çıktı lise tarih dersleri(m) şimdi?
35 | {
"page": 35,
"source": "/content/downs/Adalet Aaolu_Romantik Bir Viyana Yaz.pdf"
} |
III.
Tarih Ders leri
(Kastamonu)
"Günaydın sevgili çocuklar. Oturun. Oturun. Ooo, sıraları
nız da nekadar gıcırdıyormuş canım! Hep böyle midir bunlar?
Neyse, oturunuz bakalım. Fakat, sizler öyle durmadan kıpırda
nırsanız ben, dişetlerim sızlaya sızlaya nasıl ders anlahrım?
"Pekalaaaa, işte karşınızda bu seneki tarih öğretmeniniz.
Tahta gıcırhsından tüyleri diken diken olan mızmız bir herif.
Yaş yirmi beş. Yolun başı. Tarihi anlatmayı sever, şiiri yazmayı.
En birinci dostu edebiyattır. Yani, bazılarına göre, 'hayali şey
ler'.
"Arkamdan başka söyleyecekleriniz varsa -ki daima olur
bunları bugün bir bir, şöyle gözlerimin önünde ortaya dökelim,
bu iş bitsin. Biz de dersimize bakalim. Dırılh ve dedikodu ha
nemizden uzak dursun. Baksanıza efendim, kız-erkek karışık
müstesna liselerimizden biri burası.
"Evet, ilk tayin, ilk lise, ilk ders.
"İnanın sizlerden heyecanlıyım yavrularım. Benim güzel
kızlarım, efendi oğullarım.
"Demincek mızmızlığımdan, hayakiliğimden dem vur
dum, güldünüz, amennaaa ... Peki şimdi niye güldünüz? 'Yav
nilanm' dedim diye mi? Doğrudur, bellidir. Aramızda gelinlik
36 | {
"page": 36,
"source": "/content/downs/Adalet Aaolu_Romantik Bir Viyana Yaz.pdf"
} |
kızlarımız, kazık kadar oğlanlarımız da var. Belki içinizde yaşı
benden büyük olanlar bile vardır. Fakat, ne yaparsınız, beni de
buraya, tarih öğretmeniniz diye gönderdiler. Bekarım. Çöpsüz
üzüm. Pislik sevmem, biraz fazla titizim.
"Yaaa, dernek bunları zaten biliyordunuz? Adım sayın ba
yanlar, baylar ... Kim söyledi? Yusuf kim? Kimseniz kalkınız ba
kalım ayağa Bay Yusuf. Aaa, nasıl da sarışın, pembe beyaz bir
şey ayol! Peki, peki, söyleyin, neymiş adım? Güzeeel, tastamam
böyle. Kamil Kaya. Doğru öğrenmişsiniz, bravo! Kızmayın ca
nım, alay etmiyorum ki. Milli Eğitim Müdürlüğü'nde bana hep
'Kemal Bey ... ' deyip durdular da ... Bir türlü Kamil, dedirteme
dim. Ben düzeltirim, onlar yine, Kemal Bey ... Yaaa, dernek dayı
nız bu okulda muhasip de ordan ... Memnun oldum. Ancaaak,
dersimde anlattıklarımı da bekarlığını, titizliğim vesairem gibi
aynen aklınızda tutacaksınız. Bunu yaparsanız, beni daha
memnun edersiniz. Teşekkürler ve oturun.
"Evet hanımefendile r, beyefendiler, tarih, lise iki. Türklerin
İslamiyete geçişlerinden başlıyoruz. Osmanlı devletinin kuru
luş yıllarına kadar da geleceğiz. Cumhuriyetimizin otuzuncu
yılını kutlamaya hazırlandığımız bu günlerde tarihimize şöyle
bir gözatrnak daha bir manalı, yani anlamlı olacaktır. Ama tabii
o sıralarda Avrupa'nın, hatta dünyanın hali pür melali ne idi,
bunu da gözden geçirmeyi ihmal etmeyeceğiz kÜçük beylerim,
genç hanımlarım ...
"Durun bakalım, hali pür melal ne dernek, içinizde bilen
var mı? Yok mu? Aman edebiyat öğretmeniniz işitmesin, ara
mızda kalsın olur mu? Çünkü neticede sizlere öğretilen çağdaş
edebiyat değil yazık ki, hep en eskiler, en eskiler, eh onu da
böyle kulak ardı ederseniz ... Efendiler, sayın bayanlar, beyefen
diler, hali pür melal, tam da şimdi içinde bulunduğunuz du
rum dernektir. Sıkıntı, usanç dolu bir durum.
"Güldüğüme bakmayın. Daha başlarken, inanın ben sizler
den çok daha sıkıntılıyım. Sıraların gıcırtısı, sizlerin şimdiden
bıkkın haliniz, Yusufun peşin bilgileri, fısıltılar ... Hepsi birer
dert tabii. Fakat dostlarım, lisemize bugüne kadar merkezden
birer geniş dünya ve ülke haritasının gönderilmemiş bulunması,
tarihini anlatacağım yerleri şöyle her daim gözümüzün önünde
37 | {
"page": 37,
"source": "/content/downs/Adalet Aaolu_Romantik Bir Viyana Yaz.pdf"
} |
bulunduramamamız ... Benim kederimin asıl sebebi budur genç
dostlarım. Maalesef şimdilik tarihi coğrafyasız öğreneceğiz,
çünkü, coğrafya dersinde kullandığınız el kadar atlaslar da bi
zim fazlaca işimize yaramayacaktır. Yine de umudumuz kesil
mesin. Belki, ilerde beklediğimiz duvar haritalarına kavuşuruz.
Gelecek, gelecektir. Durun, bunu not alayım. Tam da yeni şiirim
için aradığım söz.
"Yalnız harita mı kardeşler, elimizin altında şöyle bol bol
gravürle r, resimler, fotoğraflar falan olmalı. Mısır, dedik mi, Al
lahım, ben sizlere Firavun mezarlarını, Bizans dedik mi Ayasof
ya'yı her bir yanıyla göster�bilmeliyim. Selçuklu deyince köp
rüleri, kervansarayları ... Bakın işte, tarih kitabınızda Selçuklu
İmparatorluğu diye bir şey çizilmişt ir, ancak koskoca impara
torluk neyle çevrili, bu yok. Bir iki nehir, bir iki göl resmedil
miş, o kadar. Bunlar dışında ne yaylalardan, ne dağlardan ha
ber var. Bilhassa komşular, hiç. Ne yazıyor şurda, okunamıyor
bile. İmparatorluk diye gözümüzde canlanan, mücerret, yani
soyut kocaman bir boşluk. Bu İmparatorluğun hiç mi bölgeleri,
şehirleri yoktur? İsfahan nerede biter, Hamedan nerede başlar,
değil mi ya?
"Ben bunları zaman zaman tahtaya elle çizeceğim. Artık
hayal edebildiğim kadar. Elimden de doğru dürüst resim, çi
zim gelmez Allah kahretsin! Kimbilir boyutlarda ne yanlışlar
yapacağım. Hazer Denizi, diyeceğim, gözünüzde göl, Aral
Gölü, diyeceğim umman canlanacak. Öfff, ne yapsak? Artık
biraz da kafayı çalıştırırız, çizdiklerimizin içini düşlerimizle
doldururuz. Yine niye güldünüz? Kalkın bakayım ayağa, siz
den çıktı bu kikirdeme. Siz, karakafa arkadaş, kalkın diyorum,
söyleyin, gülüş sebebiniz? Haaa Türkçemiz bazan bir alem,
herkes her sözü kendine göre bir yana çekebiliyor . Ama sizler
de yok musunuz, ah sizleeer, aklınız fikriniz hep ... İlkin söyle
yin hele, adınız? Aykut. Güzel, Aykut, aklınıza gelen şey bi
zim de burnumuza kötü kokular getirdi. Hele kız arkadaşları
nızın. Şimdi bunu temizlemelisiniz, ortalığı mis gibi bir şiirle
kokutmalısınız. Hadi, dinliyoruz, bize bir şiir okuyun baka
lım. Hadi ama, bekliyoruz. Benim cezalarım böyle, buna alış
malısınız. Hadi Aykut!
38 | {
"page": 38,
"source": "/content/downs/Adalet Aaolu_Romantik Bir Viyana Yaz.pdf"
} |
"Oğlum, bu mu şiir? Şiir bu mu? Marş bu yahu, marş! Üs
telik kan revan içinde bir şey.
"Şişşt, arkadaşlarınızla alay etmek yok. Aykut kardeşimiz
bize gayet tumturaklı bir şey okudular; gerçi sesi sedası tamam,
ölçüsü uyağı yerinde de, şiir, nasıl desem ... En iyisi biz ona bir
başkasını okumalıyız ki, aradaki farkı görebilelim. Aykut' a ilk
kim güldü, kim alay ettiyse, o okuyacak. Yusuf, siz. Gördüm.
Hadi bakalım, okuyunuz bir şiir. Okuyunuz da bir de sizin zev
kinizi görelim.
Ne çektim böyle gülünceye dek
Eh işte şeniz hep bu düğünde
"E, hadi yaaa ...
"Peki bir başkası:
Akıyordu su
Gösterip aynasında söğüt ağaçlarını!
''Yok mu? Böyle bir şiir de mi bilmiyorsunuz? Peki, ne bili
yorsunuz? Ne biliyorsanız onu ...
"Kimden bu? Benden mi? Yok yahu, sahi mi? Yalla utan
dım. Evet çocuklar , Yusuf arkadaşımızın okuduğu bu şiir, ma
alesef ve tastamam benim bir şiirim. Nasıl olur? Mümkün de
ğil. Acaba Yusuf kardeşimiz, tarih öğretmenlerinin kıyıda kö
şede kalmış bir şiirini nereden biliyorlar? Merak ettim doğru
su. Nereden, Yusuf? Yaa, halanızdan demek? Sizin aile de,
maşallah ... Halanız ne iş yapmaktalar, yani nerden böyle? .. .
Dilim dolanıyor, hoşgörün çocuklar, heyecanlandım ne olsa .. .
Okunmayan, bilinmeyen genç şairler, işte böyle, hiç umulma
dık yerden ses verdiler mi, kendilerini artık bütün dünya tanı
makta sanırlar ... Onları anlayışla karşılayacaksınız. Ya demek
39 | {
"page": 39,
"source": "/content/downs/Adalet Aaolu_Romantik Bir Viyana Yaz.pdf"
} |
halanız radyodan? .. Yurtta ayın dergileri, diye okunurken ...
Ev kadını olduğu için, devamlı radyo başında, akşam bulaşık
ları yıkarken falan? .. Demek sana, "Bu seneki tarih öğretmeni
niz hayalcinin teki, bilmiş ol Yusuf," dedi? Başka? "Hayalci
Hoca," dedi. Eh, Kastamonu lakabımız belli oldu. Artık ömür
boyu da böyle sürer bu.
"Dersimize dönelim. Tarihe ve hayale. Çünkü hanımlar,
beyler, hayalsiz tarih olmaz.
"Şimdi, İslamiyete gelmeden önce, benim sizlere birkaç so
rum daha var. Söyleyin bakalım, içinizde kaçınız Kastamonu
doğumlusunuz? Yani, kaçınız buranın yerlisi? Hımmm, otuz
üç. Ya geri kalan beşiniz?
"Sen? İnegöl.
"Sen? Erzurum.
"Ya sen? Ne? Arhavi. Ah şimdi teferruatlı bir haritamız ol
mamalı mı? Arhavi nerde, kim biliyor? Siz kızım, siz nerden?
İstanbul. İçinizde başka İstanbul doğumlu olan var mı? Yok
mu? Nasıl yok? Ben varım ya? ..
"Geçelim. Şimdi mademki hepimiz Kastamonu' da yaşıyo
ruz, topumuz Kastamonulu sayılırız. Hanım kızımız dahil. Ni
ye mi? Niye olacak, insan doğduğu yerli değil, doyduğu yerli
dir, demişler de ondan. İstanbul'a tatil için gitmek bile birçok
aile için yıkımdır, yıkım ...
"Eveeet, Kastamonulu kardeşler, acaba, buranın kimler ta
rafından, ne zaman kurulduğunu içinizde kaçınız biliyor? Bek
liyorum. Cevap yok.
"Ayıp ayıp. İnsan doğduğu, hem de doyduğu yerin tarihi
ni bilmezse, ne memleketin, ne dünyanın tarihini bilebilir. Bu
nu kafalarınıza böylece yazın, kuzucuklarım. Bir tarihi ezberle
mek başkadır, orada kendi yerinizi ete kemiğe bürünmüş ola
rak bulmak başka ...
"İşte, ilk ev ödeviniz: Gelecek dersimde sizlere, şimdi anla
tacağım yerleri soracağım. Gidin, bakın, öğrenin, sonra gelin,
bana anlatın. Kalesini, Kitaplık'ını, Atabey Camisi'ni ... Yaaa,
demek 'Hayalci Hoca!' Aman canım, adımı ne koyarsanız ko
yun, lakin ayağınızı bastığınız yeri tanıyın. Eyyy bu topraklar
için toprağa düşmüş asker / Gökten ecdad inerek öpse o pak alnı de-
40 | {
"page": 40,
"source": "/content/downs/Adalet Aaolu_Romantik Bir Viyana Yaz.pdf"
} |
ğer! diye gümbürdemek kolaydı ... Bilmediğin bir vatan toprağı
için nasıl öleceksin, ille ölünecekse?
"Efendiiiim, Kastamonu, On İkinci Yüzyıl'ın sonlarında Bi
zanslılar tarafından kurulmuş. O zamanlar adı Kastamon imiş.
On Üçüncü Yüzyıl'ın başlarında Çobanoğlu Türklerinin eline
geçiyor. Ondan sonra da adı Kastamonu oluyor.
"Çobanoğulları bir Selçuklu uç beyliği idi. On Üçüncü
Yüzyıl sonlarına kadar da Selçuklulara bağlı kalmışlar. Ta On
Beşinci Yüzyıl yarısına kadar ise Kastamonu, Candaroğu lla
rı'nın başkenti olmuş. Osmanlı Devleti'ne İstanbul'un fethin
den sonra, Fatih Sultan Mehmet tarafından kahlriuş. O sıralar
da Kütahya' da bir Anadolu Eyaleti vardır.
"Pekiii, Kütahya nerede? Canım artık bunu bilirsiniz. Orası
da coğrafya-tarih kitaplarınızda gösterilmiyor değil ki? Hiç
memleket haritası görmediniz mi? En uyduruk haritalarda bile
görünür Kütahya. Ne? Küçücükmüş! Yazısı okunamıyormuş!
Yazısı küçükse küçük, baskısı kötüyse kötü; var ya! Gelmişsiniz
lise ikiye, koskoca insanlarsınız, şimdiye kadar coğrafya öğret
menine kim sordu, 'örtmenim şurda ne yazıyor, bura nere?' di
ye?. Sizi siziii ... Bilmiyorsan soracaksın. Memleketini sevmek
kellesini kılıca, göğsünü kurşuna bağışlamakla olsaaa ... Bir şeyi
bilmeden o şey sevilir mi kardeşler?
"Peki, içinizde Avrupa görmüş olan var mı? Bak bak, Kas
tamonu gibi bir yerin lisesinde bile üç parmak birden kalktı� İyi
valla. Ben hala görmedim. Hiçbir yerini. Bu gidişle kimbilir ne
zaman artık. Nerelerini gördünüz? Girit. Selanik. Ne? Kıbrıs
mı? Oraları da mı Avrupa' dan sayılıyor güzel kızım?
"Siz söyleyin delikanlı, siz, Selanik'i bilen. Kastamonu, Kü
tahya' daki Anadolu eyaletinin nesiydi? Nesi olabilir? Sancak
merkezi. Ne zaman? Osmanlı zamanında. Hatta süzgün gözlü
güzel çocuk Sultan Cem, burada tam on altı yıl boyunca sancak
beyliği yapmıştır. Kaçtı sonra. Öldürülecekti, kaçh ya, o mah
zun bakışlı oğlancık öyle, el ellerine, ahh içler acısı, zehirlenmiş
deniyor, bana felaket bi şey geliyor, saray entrikaları öyle, kar
deş kardeşi şeydiyor ... Zaten, tayin Kastamonu'ya, dediler de
mediler, aklıma derhal Sultan Cem düşmüştür.
41 | {
"page": 41,
"source": "/content/downs/Adalet Aaolu_Romantik Bir Viyana Yaz.pdf"
} |
Gülerdi taht-ı zerrin üzre Cem gülşende güllerle
Sebil endam sakiler elinden bade geldikçe,
diye buyurmuşlar Yahya Kemal üstadımız: Cem, altın tahtında
gül bahçelerini dolaşırken, yakışıklı, güzel oğlanların, yani sa
kilerin, yani içki sunucuların elinden şarap içtikçe yüzünde
güller açılır, güllerle birlikte gülermiş. Fakat, dikkat buyrula, bu
Cem, bizim Sultan Cem değildir. Buradaki Cem, şarap tanrısına
telmihtir, o denmeye getirilmektedir. Yanılmıyalım.
"Ay boğazım kurudu çocuklar. Son zamanlar hep böyle
oluyor. Dilim damağım çarçabuk kuruyor. Hava değişikliğin
den herhal.
"Pekala işte, yine döndük geldik Kastamo nu'yaaaa ... Şehir,
yani kent, evet, kent, Tanzimat'tan sonra eyalet merkezi olmuş
tur. Düşman saldırısı görmemiş yerlerimizdendir. Böyle talihli
ilimiz azdır ha ... Kastamonu'nun ne zaman il olduğunu bileni
niz var mı? Hah, aferin size. Adınız? Banu. Evet, öyle Banu'cu
ğum, Cumhuriyet' ten sonra tabii. Başka ne zaman olacak? Peki,
Cumhuriyet deyince, Kastamonu'nun bu tarihimizdeki önemi
nedir? E arlık bunu da bilemezseniz çocuklar, ders yılı sonunda
ağzınızla kuş tutsanız, İslamiyet nerelerden nerelere nasıl yayıl
dı, tıkır lıkır sayıp dökseniz nafile, derim. Bitti, çaktınız. Yahu,
içinizden biriniz bile cevap vermeyecek mi? Bekliyorum. Ümit
siz vak'a.
"Atatürk şapka devrimini ilk defa burada, Kastamonu' da
ilan etmemiş midir, hay benim tın lın kafalılarım hay! Iyyyy, bi
liyorduk, unuttuuuk !.. Aklınızı başınıza toplayın bayanlar, bay
lar. Sizler şapka devriminin ilan edildiği bir şehrin, pardon ken
tin, bir kentin lisesinde okumaktasınız. Hem de ülkenin en uy
gar, en iyi liselerinden birinde. Türklerin İslamiyete geçişini öğ
renmekte gecikmiş olabiliriz, ama bunu bilmeden geçemeyiz
ki. Peki, kaç yılında ilan edilmiş bu şapka devrimi? Değil kü
çükbey, değil. 1926' da değil. 24 Ağustos 1925'te. Bunu da böyle
ce bir tarafa yazın. Bir daha da unutmayın haaa. Sonra müna
zaralarda kaybedersiniz. Kız Meslek Lisesi'nden küçükhanım
lar bilir, siz delikanlılar bilemezseniz, o kızlar sizi beğenmez,
selam bile vermezler. Yarın içlerinden biriyle evlenmek istese-
42 | {
"page": 42,
"source": "/content/downs/Adalet Aaolu_Romantik Bir Viyana Yaz.pdf"
} |
niz, onlar sizi istemez. Bu da aklınızda bulunsun. Sonra 'Hayal
ci Hoca' dediydi dersiniz.
"Peki, burada, o tarihte kim ilan etmiş şapka devrimini?
Gülecek ne var kınalıkafa? Ya siz Yusuf, yüz buruştur maktası
nız öyle, niye? Hep bir ağızdan, 'Atatürk örtmeniim!' diye ba
ğırsanız olmaz mı? Anlaşılan, onu bilmeyecek ne var, demeye
getiriyorsunuz; yanıtlamaya tenezzül buyurmuyorsunuz, böyle
kolay sorular sormam gururunuza dokunuyor ... lncinir düz cad
dede /Dağda gezen ayaklar, Yusuf beyefendi, acaba halanız hanı
mefendi Faruk Nafiz Çamlıbel diye bir şair de işitmişler mi, bir
dahaki derse öğrenip gelir misiniz lütfen?
"Aaaa zil! Ne çabuk? Daha İslamiyetin İ'sine bile gelmedik.
"Aman koşun, koşun hadi, şehrin hiç bilmediğiniz kitaplığı,
içine girmediğiniz müzesi, yanından bakmadan geçtiğiniz bü
tün tarihi yerleri sizi bekliyor. Sizi gidi oyuncular sizii... Sizi
çapkınlar. Kastamonu'nun neresinde ne var, neyin önünden, ya
nından geçip gitmektesiniz, bilmeden fırlayın gidin bakalım! ..
"Neyse, bakarsınız haritalarımız, yerküremiz haftaya gelir.
Ya da belki merkezden bir :razı gelir baylar: Haritalarınız çok
yakında gönderilecektir, bekleyiniz.
"Bekleriz.
"Bugünlük bukadar. Tanıştığımıza sevindim efendim."
Üç Yıl Sonr a
(Kastamonu)
"Sayın bayanlar , baylar, derse biraz geciktim, sizleri beklet
tim, özürler dilerim. Ceketimin düğmelerinden biri kopmuş da,
Hayriye Hanım'a iğne iplik bulduruncaya kadar işte ... Rengi
pek tutmadı, ama eve gidene kadar idare eder artık. Efendim?
Düğmelerimi kendim mi dikiyorum? Tabii kendim dikiyorum,
kızcağızım kim dikecek? Pantalonumu, gömleğimi? Onları da
kendim ütülüyorum baylar. Şikayetim yok. Zeytinyağlı dolma
da doldurabilirim, ama sarma saramam. Zaman ayırsam onu
da yapabilirim, fakat o vakti kitap okumaya, yazı yazmaya
ayırmak daha hoşuma gidiyor.
43 | {
"page": 43,
"source": "/content/downs/Adalet Aaolu_Romantik Bir Viyana Yaz.pdf"
} |
"Kim diyormuş? Aman, desinler bakalım. 'Hayalci Ho
ca'ya bir de cinsiyet eklemeleri zaten şarttı: Hayalci Hanım Ho
ca. Üçü de H ile başlıyor, hoşuma gitti. Yine de dersimize dön
mek gerek arkadaşlar.
"Kastamonu Lisesi'nde üç yıldır sizler gibi birçok gençle
dostluklar kurduk, çarpışmalar geçirdik; birlikte memleketler
işgal ettik, kaleler yıktık, burçlara bayraklar diktik, arada
punduna getirip getirip şiirler bile okuduk. Birinci Leo
pold'ün Margarit-Terez'le, ki İspanyol prensesiydi kendileri,
Viyana' daki görkemli düğünlerinin neredeyse baş konukları
bizler olduk. Aman efendim, o ne debde beydi öyle, değil mi?
Bir yanda veba insanları kırıp geçirmekte, bir yanda düğün
dernek, karnaval ! Bu Avusturya-Macaristan İmparatorluğu da
bir alem imiş.
"Aramızdan okulu bitirerek ayrılanlar oldu. Babaları başka
yere tayin edildikleri için ayrılanlar oldu. Evlenip çoluk çocuğa
karışanlar bile oldu. Sahi söylüyorum, benim bu yıl torunum
oldu. Bir Aykut arkadaşımız vardı, liseyi bitirir bitirmez on se
kizinde evlendi, on dokuzunda, tıpkı kendisi gibi kara kaşlı,
kara gözlü, neredeyse de bıyıklı bir oğlu oldu.
"Bu arada İznik'i alan Haçlılar, dostlarım, Anadolu içlerine
doğru ilerledi. Onlar böyle ilerlerken, Kılıç Aslan da, Kayseri
Emiri Hasan Bey' den yardım aldı. Eskişehir Ovası'nda kıran kı
rana bir savaş başladı.
"Küçük hanımlar, küçük beyler, bu din savaşları, bütün la
net savaşların en kötüsü. Hoş, savaşın iyisi mi olurmuş? Oğ
lum, niye burnunu karıştırıyorsun, mendilin yok mu senin?
Neydi adın? Ömer. Ömer, kardeşim, af buyur, af buyurunuz,
benim miğdem bulanıve riyor, lütfen yapmayın öyle, dersi şaşı
rıyorum. Kız arkadaşlarınızdan utanıyor insan.
"Geçen derslerimizde Onuncu, On Birinci ve On İkinci
Yüzyıl'ları, hatta On Üçüncü Yüzyıl'ın yarısını da boydan boya
saran Haçlı Seferleri'nin nasıl başladığını anlatmış bulunuyor
dum. Özetlersek: Yavrucuğum, sen söyle bakayım, siz söyleyin
yani, kaç haçlı seferi olmuştur tarihte? Altı. Daha çok, daha çok.
Fakat, bunlardan ilk dördü çok önemli olduğu için, bizim okul
ların tarih kitapları bu dört sefer üstünde durmaktadır. Müfre-
44 | {
"page": 44,
"source": "/content/downs/Adalet Aaolu_Romantik Bir Viyana Yaz.pdf"
} |
dat icabı, ders programı gereği, biz de öyle yapmaktayız. Şimdi
bakalım, Birinci Haçlı Seferi, nasıl baş!amıştı?
"Evet, papaların güçlerini ve Avrupa' da nüfuzlarını arttır
mak istemeleri sonucu. Müslümanlık hızla yay ılmıştı. Fran
sa' da ortaya çıkan Katolik bir tarikat da Hıristiyanları Müslü
manlara karşı toptan ayaklandırmak istiyordu. Sonra efendim,
Kudüs'ü ele geçirme inatları da var, daha işte, ticari micari bir
yığın başka sebep yüzünden de tam üç yüz yıl Avrupa ve Bal
kanlar'la Anadolu, ta aşağılara kadar kana bulanmış bulunuyor
idi.
''Yazık ki çocuklar , sınıfımızın duvarında şöyle geniş boy
bir Avrupa, Balkanlar, Akdeniz haritası yok. Görüyorsunuz,
memleket haritamız bile el kadarcık. Duvar büyüklüğü nde ya
pılanları galiba bazı büyük devlet dairelerine veriliyormuş, li
selerimize maalesef ancak bunlar gönderiliyor. Bu sene lise üç
lere de ders veriyorum. Onların tarih kitabından şuncağız bir
haritayı kendi ellerimle büyüttüm, işte bu Orta Avrupa-Balkan
lar-Türkiye haritası. O zamanın sınırları, kim nerelere yayıl
mış ... Tahtaya parça parça büyüterek de çizeceğim, bu sınırlar
sahiden o zamanın sınırları mı, ondan da emin değiliz. Geçen
sene kent kitaplığında rastladığım, sonra İstanbul' dan da bir
arkadaşıma sahaflardan buldurup getirttiğim haritaları karşı
laştıra karşılaştıra ortaya şöyle bir şey çıkarttım. Onu da buraya
asıyorum. Ne olsa insan görmediği yerleri gözünde tam teces
süm ettiremiy or, canlandıramıyor. Bunu çizerken, ben belki bir
ölçüde de kendi hayallerimin esiri olmuşumdur.
"Haa sahi, içinizde hiç Avrupa görmüş olanınız var mı?
Sen ·mi Fikret? Tatilde mi gittiniz? Neresine? İtalya'ya? İtal
ya'nın neresine, neyle yani? Vapur'la? Liman liman ... Olmadı.
Müzeleri hiç gezmediniz mi? Bak, Venedik'e de uğramışsınız
işte. Büyük imkan. Burada Bizans İmparatorluğu'nun kurulu
şunu da öğrenmeye çalışıyoruz, hele şu Dükalar Sarayı'nı bir
görseydin bakalım, bakalım o kilise ve alanı, şu çok ünlü San
Marko .. Ha, orayı gördünüz demek? Alışveriş ettiler? Ne aldı
lar? Kristal vazo. Sana da top ve kep aldınız demek? Haklısın,
ahh şu büyükler, onlar her zaman plastik çanak tabak, tuzluk
biberlik peşindeler. Muhakkak Babaya da bir Borsalino şapka
45 | {
"page": 45,
"source": "/content/downs/Adalet Aaolu_Romantik Bir Viyana Yaz.pdf"
} |
alınmıştır. Dükalar Sarayı'nı, Bizans İmparatorluğu'nu kim dü
şünür desene? Tam yüz yirmi düka, oradan adına Serrenisme
denen, nasıl anlatsam, gürlük-bolluk döneminin yöneticileri ol
muşlar.
"Bazı geceler yatağıma girince arkadaşlarım, şu bizim ha
yatlarımızı düşünüyorum. Güleyim mi, ağlayayım mı, bileme
yince, ruhumu şiirlerime döküyorum. Venedik, ah Venedik!
Sizlere ora tarihini de anlata anlata neredeyse kendimi Rialto
köprüsünden geçerken, iççekme köprüsü üstünde gözyaşı dö
kerken buluyorum, silkelenip bakıyorum, kentin tek taşını tanı
dığım yok.
"Geçelim. Evet, Haçlı Seferleri, varan iki: Bu seferki bin
yüz kırk yedilerde başlıyor. Eskişehir Ovası'ndaki savaştan
sonra haçlılar Anadolu' dan adım adım çekilmeye, silinmeye
başlamışlardı ama, bu hep böyle sürmedi. Musul'da bir devlet
kurmuş bulunan İmadeddin Zengi, sınırlarını Halep' e kadar
genişletmişti. Bu durum Kudüs Krallığı ile Antakya, Trablus
Kontluklarını tehlikeye düşürmekteydi. Ya da tarihler böyle di
yor. Tabii, Haçlı Ordusu, Anadolu' da zaten büyük kayıplara
uğramış, Kudüs de tehlike altında. Bu durum karşısında Avru
pa hop oturup hop kalkıyor; Hıristiyanlığın büyük tehlike al
tında olduğunu düşünüyor ve yeni bir Haçlı Seferi yapılmasına
karar veriliyor. Bu İkinci Haçlı Seferi' ne canlarım, Alman İmpa
ratoru Üçüncü Konrad ile Fransa Kralı Yedinci Lui yönetimin
deki haçlı orduları katı lmış. Bunlar bu sefer öyle kalabalık gel
mişler ki, efsane edildiğine göre, atları içe içe Anadolu'nun bü
tün nehirleri kurumuş. Her savaşın böyle masalları, destanları
olur. Biz kendimiz bunları aklın terazisinden geçirmezsek şu
soruyu sorabilir miyiz? Peki, nehirler kurudu da, bunlar Men
deres'i içip bitirdikten sonra ta aşağılara, Antalya'ya kadar na
sıl indiler? Bu arada Selçuklular nasıl sağ kalıp Kral Lui asker
lerini yendiler? Yine mesel edildiğine göre dostlarım, Selçuklu
lar onları öyle dövmüşler ki, sonunda attıkları dayaktan üzü
lüp yardım etmişler. Buna göre Selçuklu, düşmanına yardım et
tiği için yenilmiş oluyor. Düpedüz, hakedemedik, yenildik, de
mek ayıp mıdır arkadaşlar? Demek ayıp. Bu 'ayıp' hatta bugü
ne kadar sürüp geliyor. Herkes, 'bilmiyorum', 'başaramadım'
46 | {
"page": 46,
"source": "/content/downs/Adalet Aaolu_Romantik Bir Viyana Yaz.pdf"
} |
demeyi zul sayıyor, nerde bir terslik, olmazlık, nerde bir yenil
gi; suç hemen karşı tarafta aranıyor.
"Zil! Ne çabuk? Bu zil, çenemi tutayım diye zırladı galiba ...
"Perşembeye arkadaşlar , Haçlılar bahsini, herbirinizin ken
di yorumunuzla istiyorum. Güzel günler.
"Ömer, sınıftan çıkmadan ceketin düğmesini açma dostum.
Sözüm hepinizedir. Aramızda hanımlar var. Hepimiz birbirimi
ze karşı saygılı olmalıyız.
"Çıkabilirsini z."
Altı Yıl Sonra
(Kütahya)
" ... Çocuklar , bilenler biliyor ya, bilmeyenlere bildirmek is
terim ki, Kütahya Lisesi'nde bu alhncı yılım. Alh yıl önce, kız
erkek karışık bir okuldan Kastamonu' dan buraya, Selçuklu
Türklerinin Haçlı askerine karşı şefkatinden şüphe ettiğim için,
sürgünen gönderilmiş bulunmakta idim. Bugün ise, lise son,
siz değerli arkadaşlarıma elveda dersimi vermekte yim. Sürgün
edildiğim kent açısından şanslı idim. Kütahya' da sizler arasın
da pekala iyi idim. Hepinizi, sizden öncekiler gibi, sizi de sev
dim.
"Ne o, gidiyorum diye sevindiniz mi? Efendim? Yoksa ora
dan duyduğum bir hıçkırık sesi midir?
"Haaa, Asafın sesiymiş! Ne var Asaf arkadaşım? Yoksa,
bugün yine hassas günümdür deyip, damarıma basacak, bana
bir şiir mi okutacaksın? Nerde? Nedir o? Sahi? Bakıym. Getir
hele. Allahım ne güzel şey bu, ne harika! Gördünüz mü dost
lar, Asafın bizler, şey, sizler için, hepiniz için elleriyle yaptığı
şu yerküreye bakın! Su kabağı üstüne işlemiş. Nereden buldun
bu tostoparlak kabağı Asaf? Bravo, yaşa! Biz ömrümüzü duvar
haritası, merkezden yerküre, diye inlemekle geçirirken bak he
le sen, böyle bir şeyi yapıp çıkmışsın. Ay nolur şu, dersyılı ba
şında elimizde olsaydı! Kaçıncı yüzyıl dünyası bu, kürenin üs
tündeki? Bugünün. Bakın çocuklar, biz daha dün, Osmanlı'nın
Kafkasları nasıl fethettiğini okuduk, Kanuni'nin bir yandan
47 | {
"page": 47,
"source": "/content/downs/Adalet Aaolu_Romantik Bir Viyana Yaz.pdf"
} |
Moskof Kralı'na, öte yandan Portekiz Kralı'na, hem de Porta
kal Kralı, diye çektiği notaları. .. Rusya nere, Portekiz nere, ki
min nerede denizleri, toprakları var, işte Asafın armağanı yer
küremizde somut biçimde görünüy or, böyle daha iyi hayal
edebiliyoruz, değil mi? Venedik nerede? Çevirin çevirin, hah,
na işte orda, tam yerinde, içerlere doğru giren Adriyatik Deni
zi'nin tam şu üst köşeciğind e. Viyana? Viyana da işte. Ahhh
Viyana. İçinizde Viyana'yı gören biri var mı? Geçen yıl üçüncü
sınıflara Birinci Viyana kuşatmasını anlatırken, o yerleri gör
müş olmayı öyle istemiştim ki, pek canım çekti. Sizler bana
'Hayalci Hoca', 'Hayalci Hanım Hoca' falan dersiniz, hiç go
cunmam. Yıllardır, Kastamonu' da olsun, burada olsun, ne za
man Birinci ve İkinci Viyana kuşatmalarını anlattıysam, o ka
dar da Viyana şehrini, pardon, kentini hayal etmişimd ir, doğ
ru. Yani arkadaşl ar, düşünebiliyor musunuz, halk vebadan kı
rılıyor, İmparator da avenesini toplamış, şehri terkediyor. Ka
çıyor. Viyana kuşatmasında da aynı şeyi yapmış saray. Çapul
cular da surlardan içeri girip bunların saraylarına bir güzel
yerleşmemişler mi? Saray parklarına, bahçelerine yayılmışlar .
Fakat eminim yazlık sarayın bahçesinde ki Neptünlü havuzda
ki Neptün heykelinin burnunu kırmışlar dır. Kısmet olur da gi
dersem, bakacağ ım bakalım. Onu kırmadılarsa bile, Hof
burg' daki avizelerin, halıların canına okumuşlardı r. Çingene
kralı Otto Kar'ın oralarda bir yerlerde duran kemanını param
parça etmişlerdir. Ayol oraları daha ne debdebeler gördü, ben
gidene kadar hepsi onarılmıştır. Yine de, Neptün heykelinin
burnuna bakacağım, ekleme mi, değil mi?
"Geçelim. Nerde kalmıştık? Ha, Osmanlıl ar, bir taraftan
Kafkaslara, öteki taraftan Avrupa'nın ortalarına, beri yanda
Akdeniz' de ilerlerken Avusturya-Macaristan İmparatoru Ferdi
nand da artık Kanuni ordularıyla savaşmaktan yorulmuş,
Avusturya'yı Cizvitlerle doldurmuş, ayrıca da imparatorluğu
üç varisi arasında taksim etmiştir. İkinci Maksimilyen' e Avus
turya, Rudolf a Çek bölgesi, Matiyas' a da Macaristan tarafı
düşmüş, ammaaa, gelin görün ki dostlarım, bunlar da kendi
aralarında geçinemiyorlar. Çünkü Maksimilyen koyu protes
tan, berikiler sıkı Katolik. Al sana bu sefer de Otuz Yıl Savaşla-
48 | {
"page": 48,
"source": "/content/downs/Adalet Aaolu_Romantik Bir Viyana Yaz.pdf"
} |
rı ... Bunlar, katolikler egemen olacak, yok protestanlara da hak,
derken, fırsat bu fırsat, sıra tabii Osmanlı'nın ikinci defa Viyana
kapılarına dayanmasına geliyor. Kardeşleriyle bir türlü geçine
meyen Maksimilyen'in paçaları tutuşmuş vaziyette, babası Fer
dinand, imparator yani ...
"Ne o Celal, gözüne bir şey mi kaçtı? Maksimilyen'e mi
üzülüyorsun yoksa? Kalk bakayım ayağa. Söyle. Yoksa ben mi
geleyim oraya? Yaklaş yaklaş ... Ne? Bunun son dersim olması
na mı üzüldün? Yapma. Bak ben de ağlarım şimdi. Zaten ken
dimi güç tutuyorum. Hayat uzun. Bakarsın bir gün yine karşı
laşırız. Birlikte Viyana'yı nasıl hayal ettiğimizi falan konuşuruz.
"Viyana, deyince yine, barok dönem Viyana'ya geç gelmiş.
Gelince de pir gelmiş ama. Otuz Yıl Savaşlarından yirmi, otuz
yıl sonra, birden ortada bir görkemlilik merakı, bir tannanlık,
mimaride, resimde, müzikte ... Giyim, kuşam, hayat. Gösteriş
egemen. Tüketim, hep tüketim. Tam bir sefahat. Yarını düşün
mek yok. Tutkular, aşklar, cinayetler, balolar, gözyaşı ve kahka
ha. Hepsi bol. Bu yaşama biçimi halk arasında da yayılmış. Bu
nedenle, bakın ne demiş büyük Alman şairi Schiller? Tuna kıyı
sında, mağribf dahi Viyanalı kesilir. Yani, baroku bile Viyanalılaş
tırmış Tuna. Mağribi nedir, biliyor sizler? Yok bilmek? Efendim,
Mısır hariç, Afrika'nın kuzeyindeki her yere Avrupalılar Mağ
rip derlerdi, hurda oturanlara da Mağribi. Onlar için en aşağı
tabaka, en hödük, en kalas, en pis. Yani düşünün, Tuna'nın bü
yüsüne koca Alman şairi bile nasıl kapılmış! Celal, geç yerine
dostum. Dersi dağıttık yine. Fakat, bu bizim birlikte son dersi
miz olduğuna göre, tarihin nehir kıyılarında kolkola dolaşma
ya biraz hakkımız vardır a canım.
"Ne var yine? Ne diyorsun? Kütahya mı? Öyle ya, evet.
Elin kuşatması, Kafkaslar mafkaslar derken, hele Tuna' sıydı,
Barok'uydu ... yaşadığımız yeri unuttuk gitti. Haklısınız dos
tum, benim öyle bir alışkanlığım var idi. Bu yıla kadar sürdü,
bu yıl bıraktım. Her ilk dersimi içinde yaşadığımız kentin tari
hi, coğrafyası üstüne verirdim. Madem ki istek boygösterdi, gi
derayak biraz değinelim, Kütahya tarihine bir göz atalım.
"Asaf bize bir yerküre armağan ettiyse sayın baylar, bakın
işte, ben de sizlere koccaman bir Kütahya şehir, pardon kent,
49 | {
"page": 49,
"source": "/content/downs/Adalet Aaolu_Romantik Bir Viyana Yaz.pdf"
} |
kent haritası armağan etmektey im. Ders bitiminde, anlatmaya
cak, kendi ellerimle boyadığım bu planı sizlere armağan edip
gidecektim.
''Nasıl buldunuz? Güzel olmuş değil mi? Bakın, Aslanbey
Camisi'ni de kondurdum. Belki bunu yeşile boyamalı idim, ben
tuttum maviye boyadım. Masmavi bir cami. Bu da Kitaplık.
Kütahya da ilk Kitaplık Bin Sekiz Yüz On İki yıllarında Ulu Ca
mi'nin son cemaat yerindeki bir odada Kilisli Vahit Paşa tara
fından açılmışmış. Bin Dokuz Yüz Otuz Üç'te İmaret Mesci
di'ndeki bu yerine taşınmış. İçinizden kim gitti? Yok. Bendeniz
küçükbeyl er, hayli sık gittim. Bakhm: gördüm ki kent kitaplığı
nızda, hem de hepsi birbirinden değerli tam yirmi beş bin kitap
var, yirmi beş kişi bile gelip kapağını kaldırmıyor. Ol nedenle
ben kitaplığınızı griye, keder ve yalnızlık rengine boyamış bu
lunuyorum .
"Burası da Yahya Kalesi malumunuz. Bizanslılar tarafın
dan yapılmış. Hani geçen yıl, Asaf falan, beşimiz Yalçın Tepe'ye
tırmanmışhk, gidip bakmıştık? Etekleri gelincikli . Ama ben sa
rıya boyadım, çünkü ... duvar dipleri, af buyurun, pislik içinde.
Bu yüzden kirli sarıya boyadım.
"Bütün bu gördüklerinizi ben böyle, Kütahya çinilerine
benzesin diye, çini mavisi bir renk üstüne çizip boyadım. Kas
tamonu' daki eğri büğrü haritalarımdan, resimlerimden sonra
burada gösterdiğim bu gelişmeden heyecan duydum.
"Efendim, Kütahya tam yüz elli yıl boyunca Germiyano
ğulları'na merkezlik etmiş. Selçuklular zamanından beri de çi
nileri ile ün salmış. Ama asıl kimler tarafından, ne zaman ku
rulmuş, bileniniz var mı? Peki, anlat kardeş. Ne zaman? Hayır.
Daha önce. Milattan önce bin beş yüzde. Kimler kurmuş? Evet,
Frigyalılar. Adı önceleri Kotiyon imiş. Yine Milattan önce atmış
yıllarında Sezaı'ın damadı Pompe tarafından Romalıların eline
geçmiş. İkinci Yüzyıl' da Roma hıristiyanları için önemli bir pis
koposluk merkezi olmuş, Dördüncü Yüzyılla On Dördüncü
Yüzyıl arasında Bizans, On Bir ile On Üçüncü Yüzyıllarda ise
Selçuklu ların yönetiminde kalmı ştır. Nereden nereye ha? Bü
tün Anadolu toprağı gibi hemen hemen, neler görmüş geçir
miş. On Dördüncü Yüzyılın sonlarına doğru Germiyanoğlu Sü-
50 | {
"page": 50,
"source": "/content/downs/Adalet Aaolu_Romantik Bir Viyana Yaz.pdf"
} |
leyman Beyin kızı Devlet Hatun için Kütahya toprakları çehiz
olarak verilmiş. Kime? Evet, Yıldırım Beyazıd' a Celalciğim.
Düşünün, Devlet Hatun, Kütahya'yı dağı tepesi, bağları bahçe
leriyle çehiz sandığına koymuş, Yıldırım Beyazıd'a gelin gidi
yor. Bohçasında neler yok daha, neler! Bizans Kalesi, Roma Ha
mamı, Takyeciler Çarşısı, Camisi...
"Kütahya, On Altıncı Yüzy ıl'da Kanuni'nin oğulları Beya
zıd ile İkinci Selim'e sancakbeyliği etmiş; On Altıncı Yüzyılın
hemen başlarında Celali İsyanlarına sahne olmuş. On Doku
zuncu Yüzyılın başinda Mısırlı İbrahim Paşa tarafından alın
mış, bir anlaşmayla tekrar Osmanlılar' a bırakılmış, hatta Bin
Sekiz Yüz Ellilerde Macar Cumhurbaşkanı altmış kadar Macar
mülteci ile buraya sığınmış. Neler, neler ...
"Ey tarih, ey tarih!. Seni kentlerin hayatından sorsunlar.
Kütahya'yı buraya ilk defa Bin Sekiz Yüz Doksan Dörtte düü
düt diye gelen trenden sorsunlar ve telgrafhaneden.
"Ey tarih, ey tarih, seni tarih kitaplarından, tarih öğretmen
lerinden çok, o tarihi yaşıyanların taşa, kağıda, kile, tuğlaya,
boyaya, çizgiye döktüklerinden sorsunlar. Konakladıkları han
lardan, içinde yıkandıkları ırmaklardan ve hamaml ardan, ye
dikleri kaplardan, içtikleri kaselerden, giyip çıkardıklarından
sorsunlar. Ar�ç ve gereçlerinden, onları ne biçimde kullandıkla
rından ve kadınların elişlerinden sdrsunlar; yaktıkları kandil
lerden, baş koydukları yastıklardan, döktükleri gözyaşlarından
sorsunlar ...
"Boşverin siz arkadaşlarım, Viyana Kapısı, dedik mi, yeni
çerinin tak tak vuran şah damarı da, Viyana kalesi içinde serse
fil yatan gariplerin küt küt atan yürecikleri de aklınızda olsun.
Genç kızların yarım kalmış çehiz kanaviçeleri, bağbozumların
da damağa vuran şıranın tadı, savaş tarlalarında açan kiraz
ağaçlarının çiçekleri aklınızda olsun.
" ... Ah, nerden çıktı bu yeni göç, kış kıyamet, şimdi de hadi
bakalım Konya'ya ...
"Gidelim dostlar, bakalım Mevlana'mız ne buyurmakta ?
"Elveda ...
51 | {
"page": 51,
"source": "/content/downs/Adalet Aaolu_Romantik Bir Viyana Yaz.pdf"
} |
"Ten ehli ilmin yükünü taşır
Gönül ehli ilme binip ulaşır.
Kalbe giden bilgi faydalı mutlak
Tende kalan bilgi bir yüktür ancak.
"Ahh ah, kitapların yazdığına göre anlathğırnız bütün o
yerler, o tarihler ... Onları salt tenin yükü olmaktan nasıl çıkar
malı, kalbe giden yolu, nasıl bilgi yolu kılmalı?
"Bu tatilde şöyle bir Konya'ya uzanın arkadaşlar. Gelebilen
gelsin, beni orda bulsun. İş güç tutmadan, çoluk çocuğa karış
madan, gelin dostlarım, gelin, yeniden buluşalım. Kalbin yo
lunda birlik olalım.
"Hoşçakalın. Gidebilirsiniz. Buyrun çıkın. Hayır, siz önden
çıkın, lütfen."
Bir Yıl Sonr a
(Konya)
"Dostlarım, lise üç, iki, hatta birlere, yeni tarih öğretmeni
niz bendeniz: Kamil Kaya. Namı diğer, 'Hayalci Hoca', Kon
ya' ya hoşgelrniştir. Hepinizi sevgilerimle selamlarım.
"Bugün siz üçüncü sınıf gençlerimizle birlikteyi z. Bakalım
kimler var sınıfımızda. Burada kırk sekiz öğrenci olmanız gere
kiyormuş. Tamam mıyız? Okula deyip sinemaya, kız peşine gi
den, tuvaletlerde sigara içmeye kalan kaç kişi, bir görelim hele.
"Aa, Asaf, ne oldu dostum, Kütahya' da çaktın mı? Dernek
sen de Konyalı oldun? Herhalde bendenizden ayrılamayıp pe
şirnsıra geldin? Ne yaphn öyle, saçlarını mı uzattın, yoksa bo
yattın mı? Saç sakal, kıllarında bir gürlük var maşallah. Bize ye
ni bir küre yapacak mısın? Kabağı benden, boyaması senden,
olur mu?
"Sen. Ne gülüyorsun horozibiği? Adın ne bakayım? Hüs
nü. Kütahya tamam da, Konya' da da böyle çilli suratlı güzeller
olacağını hiç sanmazdım doğrusu.
"Sahi Asaf cığım, merak ettim, belge falan almadın ya? Ca
nım işte, nakil zorunda bırakılmak ... Ha tabi, babanın tayini.
52 | {
"page": 52,
"source": "/content/downs/Adalet Aaolu_Romantik Bir Viyana Yaz.pdf"
} |
Zaten senin ikmale kalabileceğini dahi düşünmezdim. Burda
da arkadaşlarını seveceksin, onlara kendini sevdirece ksin, emi
nim. Oo, Kütahya lisesinden bir dostumuz daha var. Celal, kal
dırınız başınızı efendim. Beni tanımadınız mı? Yoksa siz de mi
burada bitirmek zorunda bırakıldınız? Hangi öğretmeninle ta
kıştın bakayım? Aritmetikçiyle? Niye yahu, Ayten Hanım loga
ritmayı öğren dediyse, öğreneceksin. Üç de çarpım toplam.
Hem iyi bir kadındı aritmetikçini z. Herhalde onun saçıyla alay
ettin? Belki çantasını beğenmedin? Zaten bir kadın öğretmen
görmeyin, ya körkütük aşık olursunuz, ya onunla alay edersi
niz, yüz bulamayınca da düşman kesilirsiniz. Bir türlü öteki öğ
retmenlerinize baktığınız gibi şöyle normal, tam kendisi olarak
bakamazsınız onlara. Bu erkek cinsinin bir hastalığıdır ve asıl
bu cinsin sorunud ur, unutmayın .
"Durun bakalım a canım, belki Celal arkadaşımızın böyle
bir sorunu yok. Ne dedin Celal? "O kadın da o haliyle bana ter
biye dersi vermeye kalkmasaydı," gibi bir şey homurdandın,
işittim. Ee bak, ben dersi bıraktım, dakikalardır terbiye dersi
verip duruyorum, niye hiç sesin çıkmıyor? Ben başkaymışım !
İşittiniz mi genç dostlanm? Ben niye başka oluyorum aziz efen
dim? Anlaşılan bu konulara yeniden dönmemiz gerekecek.
Şimdilik burada kesiyorum bunu.
"Dersimiz tarih.
,,
!ki Gün Sonra
"Efendiiim, tarih kitaplanmız alındı mı? İçlerine şöyle bir
bakıldı mı acep?
"Sizleri üzmek istemem, fakat bu ders yılı neler öğrenece
ğimizi hiç mi hiç merak buyurmamanızdan ötürü derin üzün
tülerimi bildiririm baylar.
"Peki, bari içinde doğduğunuz ve yetişmekte olduğunuz
bu şehri, pardon kenti, bu kenti tanıyor musunuz? Hüsnü? Pe
kala, söyleyiniz Bay Hüsnü, neler biliyorsunuz Konya, Kon
ya'nın tarihi üstüne?
53 | {
"page": 53,
"source": "/content/downs/Adalet Aaolu_Romantik Bir Viyana Yaz.pdf"
} |
"Hı, hı.. Hm. Evet, Selçuklu eseri boldur. Başka? Meram
Bağları vardır. Hı, hı.. Sonra? Her yıl Mevlana törenleri yapı
lır, Mevleviler döner, yabancı turistler gelir. Başka? Yok. Peki.
Otur.
"Siz söyleyin bakalım, oradaki. Siz siz .. Ayağa kalkmanız
gerekmez, oturduğunuz yerden söyleyebi lirsiniz. Hadi Kon
ya'mızın altın çocuğu, Göksel saçlı yıldızımız, anlat. Canım, ne
var kızacak? Baksana bana yıllardır gittiğim her okulda 'Hayal
ci Hoca', o kadarla kalsa iyi, hatta 'Hayalci Hanım Hoca' deyip
duruyorlar. Ne olur ki, dostlar arasında? İncilerim dökülecek
değil ya? Böyle deyimleri, dil cambazlıklarını yeni edebiyat öğ
retmeniniz Nesrin Hanıma sormanızı bilhassa rica ediyorum.
Kendisi sizler için büyük şans. Genç olmasına rağmen olgun,
bilgili, dost, sıcak. Onun ağzının içine bakın. Mesela, hayal
d üş-rüya-ütopya üstüne sorun, aralarında ne fark var, sorun,
bakın nasıl güzel anlatacak sizlere. Hem de edebiyattan örnek
ler vererek, yetmedi resimden örnekler vererek. Hayattan da ...
''Yok mu? Lisesinde son sınıfa geldiğiniz bu şehir üstüne
diyeceğiniz hiçbir şey bulunmuyor mu? Ne? Ha evet, Alaattin
Camisi. Halili Türbesi ... Peki ne zaman yapılmış o cami? Bakın
ne zaman. On İkinci Yüzyıl Başlarında, Selçuklular tarafından.
Söylendiğine göre de, yapımı tam altmış yılda tamamlanmış.
En son on yıl kadar önce onarıldığını işitmiştim. Eski Arap üs
lubunun en süslü camilerinden. Anadolu' daki en eski örneği
olduğunu da bir yerlerde okumuştum arkadaşlar . İçinizde Ka
ratay Medresesi'ni gören var mı? Şimdi Çini Eserleri Müzesi
imiş de, ondan merak ettim. Henüz gidip göremedim. Sizler
buralısınız, içinizde gidip o çinileri gören yok mu allahaşkına?
"Sayın baylar, öyle burun karışhrarak, lök gibi oturup ayak
parmaklarınızla oynayarak ömür geçmez. Geçer de yaşam, in
san yaşamına benzemez. Dikkat, yaşam, yaşanh, hayat, bu söz
cükler de yanlış kullanılmaktadır. Radyo yayınları buna büyük
katkıda bulunmakta. Nesrin Hanım öğretmen iniz bunu da siz
lere öğretecektir, eminim.
"Ne diyordum? Mevlana demeyle, oturak alemi turizmiyl e
iş biter mi? Bakın işte, Mevlana Celaleddin dediğimiz bu kişi
kalkıp taa Acem diyarından buralara gelmese, hayat üstüne ka-
54 | {
"page": 54,
"source": "/content/downs/Adalet Aaolu_Romantik Bir Viyana Yaz.pdf"
} |
fa yorup beyitler, mesneviler döktürmese, Konya'nın namı Av
rupalara kadar yayılır mıydı? Yabancı turistlermiş ... Ayol canla
rım, onlar sizin yüzünüzü görmeye gelmiyor ki, Mevlana adına
geliyor. Üstelik bir düşünsenize, burası il olarak ülkenin en ge
niş ili yahu! Tarihi İsa' dan önce iki bin beş yüzlere, altı yüzlere
kadar uzanmakta. Daha sonra gelmiş buraya Bakır Çağı, sonra
cığıma Hitit Çağı, sonra efendim sırayla Frigler, Lidyalılar,
Persler ... Ardından dostlarım, Büyük İsken der, yedi asır boyun
ca ise Bizanslılar. Vaaay vay, neler görmüş geçirmiş bu toprak
lar. Şimdi bizim Cumhuriyet Çağı'ndan da gelip görmeye, ba
kılmaya değer bir şeyler bırakmamız iyi olmaz mı? En küçük
sarsınhda yıkılıverecek, çatısı nere, bacası nere belirsiz şu uy
duruk aparhmanlarla yarına nasıl iz bırakırız efendiler? Meram
Bağları da bitmiş, insaf!
"Kim o parmak kaldıran? Söyle. Ne? Konya, özbeöz Türk
bir vatan köşesidir, öyle mi? Sadece Türk olur mu canım? Bak
sanıza, buralardan Romalılar geçmiş, Bizanslılar geçmiş, Kim
söylemiş senin söylediğin o lafı? Kim? Atatürk? Yok yahu, val
laha bilmiyordum. Hiç duymadım, bir yerde de okumadım
doğrusu. Nerde demiş bunu? Kim biliyorsa söylesin, aklım ta
kıldı canım.
"Araşhrın, gelin. Ben de araşhracağım. Ama durun, belki
demiştir. Ulus olmayı ille Türk olmaya bağlamak gibi bir .. bir
şeyi de vardı ya onun?. Neyse. Ben yine de böyle büyük bir ta
rihi bilgi yanlışına düşebileceğini sanmıyorum.
"Kentin adı Romalılara göre İkon yum' dan geliyormuş.
İkon, ikona nedir, biliyor siz? Yok bilmek ikona? Canlarım, iko
na diye, kiliselerdeki boyalı süslere deniyor, hani canım şu dini
tasviri resimler, Meryem Ana, İsa, melekler , azizler filan. Ta
mam, geçiyorum . Şimdi Müslüman mahallesinde salyangoz sa
tarak olay çıkarttırmayalı m. Hoş zaten Araplar da hemen hası
ralh etmişler bu Hıristiyan adı, yerine önceleri Kuuni demişler,
ne demekse? İnanın bilmiyorum dostlarım, herhalde İkon
yum'u ezip büzüp bu hale getirdiler. Biz işi gevezeliğe döktük
diye, İkonyum da zaten sonsuza kadar Bizanslılar' da kalacak
değildi. Tarih göçebedir. İnsanlar, aklınızın almadığı yerlerden
kalkıp yaya, at, deve, ne buldularsa öyle akın akın aklınızın al-
55 | {
"page": 55,
"source": "/content/downs/Adalet Aaolu_Romantik Bir Viyana Yaz.pdf"
} |
madığı yerlere konmuşlardır. Akınlar, saldırılar hiç bitmez. Me
rak ve ihtiyaç gibi iki ana nedenle kimse durduğu yerde dur
maz. Durunca da kıtlık başlar. Bu ne iştir, akınlar, kıyımlar bu
gün de bitmemi ştir. Yalnız usuller değişmiştir.
"Adınız? Ne? Sıtkı. Ne buyurdunuz Sıtkı kardeş? Yüksek
sesle lütfen. Savaşa karşı mıyım? Ah Sıtkı'cığım, savaşa karşı
olmasak olur mu? Hayvan dünyası mıyız ki, karın doyurmak
için türümüzün kanını içiyoruz. Öf. Aç insan inançlarını bile
yer'miş. Bu da büyük bir adamın sözüdür, ama insanı aç koyan
da yine insan değil midir? Sistemle r, yönetiml er, devletler ...
"Biz yine Konya'mıza dönelim. Şimdi içinizde bazılarınız
şöyle diyorsunuz dur, işitir gibiyim: Peki ama öğretmenim, On
Birinci Yüzyılla On Üçüncü Yüzyıl arasında Konya'nın Selçuk
lu başkenti olduğunu bilince ne olacak? Başımıza güller mi ya
ğacak? Gelen gelmiş, geçen geçmiş, biz bugüne bakalım. Veya,
diyorsunuz ki mesela, Cem Sultan'ın, il. Selim'in Konya Vali
likleri ettiklerini bilince ne olacak? Beni Konya'ya Vali mi tayin
edecekler? Şimdiki valimiz ne yapıyor, onu bilsek daha iyi ol
maz mı, falan filan ...
"Dostlarım, insanlığın toplumlar, topluluklar tarihini bil
mek, uygarlıkların birbirini nasıl izlediğini, nerede nasıl etkile
diğini bilmektir. Bunu bilmek, bugünü, bugünkü kendimizi bil
mektir. Kendini bilen, tanıyan, kendi ölçülerini de bilir. Hesabı
nı kitabını ona göre yapar. Kaldı ki, yanından geçip gittiğin şu
han duvarını kimler taş taş üstüne koyarak kaç zamanda ör
müş, bunu bilmezsen, insanı hissedemezsin. Hissedemeyince
senin için insan hayatının değeri kalmaz. Sen tarihe hakkını ve
receksin ki, tarih de sana hakkını vere.
"Geçmişi insan hayatlarıyla düşünmek, onların sevinçleri,
kederleriyle hayal etmek beni heyecanlandırır. İnanın arkadaş
larım, geceleri, yatağımda gözlerimi kapıyor, gündüzleri sizlere
anlathğım olayları asıl o zaman anlamlandırabiliyorum. Çünkü
bir imparatorluğun kuruluşu, çöküşü ya da bilmem ne savaşı,
saraylar, kaleler, deniz muharebeleri gözümde bütün bu olaylar
olurken insanların yiyip içtikleri, yahp kalkhkları halleriyle
canlanıyor. Düğünleri, cenazeleri, insan ilişkileriyle ... Ortaçağ
keşişlerinin öyle bir avuç buğdayla nefis körletebilmeleri ya da
56 | {
"page": 56,
"source": "/content/downs/Adalet Aaolu_Romantik Bir Viyana Yaz.pdf"
} |
okunmuş bir lokma ekmek, bir yudum şarapla ömrü nasıl geçi
rebildikleri en büyük meselem, pardon sorunum olup çıkıyor.
Kraliçe Elizabet, der demez mesela, yanımdan biri ipek etekli
ğinin hışırtıları ve hatta birazcık koltukaltlarının ter kokusuyla
geçiveriyor.
"Tarih arkadaşlar ...
"İşte zil. Hep bu. En çabuk da dersin en tatlı anlarında ça-
lar.
"Ha, Asaf, dostum, okul çıkışı boşsan bana yardıma gelir
misin? Kütahya'da bize kabaktan bir yerküre armağan ettiğin
den beri, ben de haritaları daha özenle çizip boyamaya heves
ettim. Bu yıl kitaplardaki haritalar daha silik, baskılar daha kö
tü. Resimlerden hiçbir şey anlaşılm ıyor, büyüklerimiz duyma
sın. Biz yaza yaza usandık, Bakanlık, "Y akında gönderilecek
tir," cevabı vermekten usanmadı.
"Asaf cığım, sen bize yeni bir yerküre armağan edinceye
kadar, benim komik haritalarla idare edeceğiz, zaten bitmek
üzere, ama boya için yardım edersen ....
"Serbestsiniz arkadaşl ar. Çıkabilirsiniz.
"Lütfen baylar, siz önden ... "
Beş Ay Sonr a
(Konya)
" ... şiirle, şairlerle ilgili sorularınızı bana değil, çok değerli
edebiyat öğretmeninize sorunuz. Nesrin Hanım, inanın, bu ko
nularda benden daha bilgili. Laf aramızda çocuklar , liselerimiz
de böyle bir edebiyat sevdalısına kolay kolay rastlanmaz. Hele
şimdilerde herkes ya çok biçimci şiiri yüceltiyor ya da fazla
gümbürtülü, yumruğu her zaman sıkılı, haykıran slogan şiire
çeviriyor yüzünü. İyi şiir büyük oranda arada kaynayıp gidi
yor. Ben mi? Benim şiirlerim? Canım efendim, benim şiirlerim
öyle sesi yüksek şiirlerden değil. Yoo, yo, alanlarda, müsamere
lerinizde okuyamazsınız. E tabii, duyguları, düşünceleri derin
lemesine verebilmek için dili oya gibi işlemek gerekir. Bakın,
57 | {
"page": 57,
"source": "/content/downs/Adalet Aaolu_Romantik Bir Viyana Yaz.pdf"
} |
gerçekten bence bunu Nesrin Hanım'la tartışın. Benim dizele
rim, nasıl olduysa bir kere radyodan okumuşlar ama, biraz içi
ne kapalı şeyler ... E tabii Sıtkı, tabii, şiir üstüne, şiir dili üstüne
bilgi, birikim olmadan şiir yazılır mı canım? Sadece duyguyla,
gençlik heyecanlarımızla, ne bileyim öyle kalıp sözlerle falan
olur mu?
"Hayır efendim, okuyamam. Ben sevmem kendi şiirlerimi
okumayı. Başkalarını da iyi okuyamam zaten. Nesrin Hanım,
değerli şairlerimizin şiirlerini çok güzel okuyor mesela, Na
zım'ı, Tanpınatı, Oktay Rifat'ı, hele Melih Cevdet'in Anı adlı
şiirini, Behçet Necatigil'i, hele bakın özellikle onu çok çok gü
zel okuyor. Benimkileri mi? Mahcup oluyorum dostlarım, fakat
evet, ne yalan söyleyeyim, benim o çok solgun şiirlerimi bile!.
Ayol hayır, beni bırakın. Eğer içinizde şiirle sahiden ilgilenen
varsa, Nesrin Hanım' dan da rica ederiz, ayrı şiir akşamlan dü
zenleriz. İzin verirlerse burada, olmazsa benim evde toplanırız.
Yeter ki siz isteyin. Gümbürdemek için değil, dili, türkçemizi
hissetmek için ... Kendi şiirlerini mi Sıtkı? Toplanırsak, bize
bunları mı okumak istiyorsun? E, elbet canım, dinleriz, neden
dinlemeyelim? ..
"Eveeet, biz yine Osmanlı-A vrupa ilişkilerine dönsek iyi
olacak. .. "
58 | {
"page": 58,
"source": "/content/downs/Adalet Aaolu_Romantik Bir Viyana Yaz.pdf"
} |
On Yıl Sonra
(Kırşehir) Tarih Dersleri 2
11 Arkadaşlar, bugünkü dersimiz, Kanuni Sultan Süleyman
devrinde Avrupa' daki gelişmelerdir. Bu gelişmelerin başında
Macaristan Seferleri gelmektedir. Yıl, bin beş yüz yirmiler.
"Kanuni Sultan Süleyman padişah olduğu sıralarda Os
manlılar için en büyük tehlike Şarlken idi. Roma-Cermen İmpa
ratoru Şarlken. Almanya, İtalya'nın kuzeyi, Fransa'nın kuzey
ve doğusundaki bazı kısımlar ile Avusturya topraklarından
meydana gelen geniş, güçlü bir devlet kurmuş bulunuyor du.
Üstelik de Şarlken ... Oğlum, hey Babür kardeş, gece uyumadın
mı? Başın önüne düşüyor. Sen de ... Oradaki ... Şey, neydi adın,
ders yılı başından beri, üç aydır bir türlü aklımda tutamıyo
rum, Zülfükar , Zülfü yavrum, esnemekten ağzın yırtılacak, bari
elinle kapa şöyle. Nedir yani, çok mu sıkıcı buluyorsunuz tarih
derslerinizi? Sıksa da, sıkmasa da, öğreneceğiz, çare yok.
"Ne diyorduk? Şarlken çok güçlenmişti; üstelik de Maca
ristan Kralı İkinci Layoş' a kızkardeşini vermiş, onun kızkarde
şini de kendi erkek kardeşi Ferdinand'la evlendirerek Macaris
tan'ı dahi kendi nüfuz bölgesi içine almış idi. İşte bakın, sen ba
na, ben sana ilişkiler ... Bu dünya böyle. Çıkar dünyası!
"Fatih öldüğünde, biliyorsunuz, Osmanlı sınırları Macaris
tan kapılarına, Kanuni zamanında da, aşağıda neredeyse İtalya
bağrına kadar dayanmış bulunuyordu. Fransa, bu sıkışık du
rumda varlığını koruyabilmek ve sürdürebilmek için Osmanlı
Devleti'nden yardım istiyordu. Kitabımızın dediğine göre, Os
manlı açıkca Macaristan' a saldırmaya zorlanıyor.
59 | {
"page": 59,
"source": "/content/downs/Adalet Aaolu_Romantik Bir Viyana Yaz.pdf"
} |
"Anlatbğımız tarihi koşullar Osmanlı için gerçek bir zorla
yıcı mıdır, ille Macaristan'a saldırmalı mı? Tarih kitabımızın
yazdığından ötesini merak eden varsa, araştırmalarını o doğ
rultuda yapar, bir fikir edinir. Ne diyeyim? Elimizdeki kitaba
göre, durum zorlayıcıdır ve bir de Osmanlı, yardım isteyen bir
ülkeye elini uzatmadan edemeyecek kadar yüceyürekli, iyilik
sever ve kahramandır; kötü olan sadece son Osmanlı padiŞah
ları. Koca İmparatorluğu perişan ettiler mızmızlar , cahiller. Biri
kızını ona verse, beriki bundan damat alsa olmaz sanki. Ama
işte Doğu; ne diyeceksiniz arkadaşlar? Kırk yılda bir , bir iş yap
maya kalktılar, bu sefer de kimin nereye damat olacağı konu
sunda kendi aralarında çekişme vuku buldu, özür dilerim, tar
tışma çıktı. O zaman da böyle oldu. Fakat iyi oldu. Bizler de o
sayede Cumhuriyet yüzü gördük. Zaten her şey küçük bir ba
haneye bakar. Büyük yangınlar küçük bir kıvılcımdan çıkar.
Bütün tarih bundan ibarettir.
''Dostlarım, yaşıma başıma bakıp beni Osmanlı' dan kalma
bir parça sanmayın. Gözümü açtım, Cumhuriyet'i gördüm. Ona
kul köle_ oldum. O da tuttu, yok derslerde öğrencilerin kafasına
olur olmaz acaip şeyler sokuyor, yok evinde gizli toplanblar dü
zenliyor, diye beni yirmi yıllık öğretmenliğimden atb. Derken,
suçum ne bilmeden, affa uğradık. Herhalde, 'yahu sahi, biz
Cumhuriyet idik, hak-hukuk devleti idik, unuttuk gitti' dediler.
Neyse, aman işte yeniden birlikteyiz ya dostlar. Ne iştir!
"Bendeniz sayın Bay lar, tarihin koşullarını anlamaya hazı
rım, ama hiç değil sınıflarımız bunca yıl sonra iyi bir tarih kita
bına, duvarlarımız genişce haritalara kavuşsa. Hadi bunun mo
dası geçti, şimdi slaydlar, filimlerle eğitim var , diyelim, peki
onlar nerede? İşimiz kaldı yine hayale?
"Gözümüzde canlandırmazsak, onu duymazsak, tarihi na
sıl anlayıp anlamlandıracağız? Kuru kuruya filan savaş şu ta
rihte başladı, bu tarihte bitti demekle olur mu? Böyle olacak
mış, ya sabır.
"Sabır ve dersimize devam efendim.
"Belgrad da fethedildiği halde Macaristan Osmanlı için ha
la bir tehlike idi. Bu arada Fransa Kralı Birinci Fransuva da
Şarlken'e esir düşmesin mi? Onun öyle Cermen İmparatoru'na
60 | {
"page": 60,
"source": "/content/downs/Adalet Aaolu_Romantik Bir Viyana Yaz.pdf"
} |
esir düşmesi Osmanlı için büsbütün kötü olmuş. Çünkü, eğer
Fransa da Şarlken'in hakimiyetine, yani egemenliği altına girer
se, Avrupalılar artık Tuna'yı kolayca aşıp Osmanlı üstüne yeni
bir Haçlı seferi düzenleye bilirlermiş. Tarih On Altıncı Yüzyıl
ortalarını gösteriyo r, ortalıkta hala din kavgası. Yirminci Yüz
yıl'ı gösteriyor, yine öyle: Baksanıza, İsrail-Filistin. Kudüs hala
paylaşılamadı a dostlar. İlle, o toprak senin, bu toprak benim:
Altında ya ırk, ya din! Bu arada Tuna boylarında oturanlara,
Anadolu' da, ötede, Doğu Anadolu yaylalarında oturanlara,
oturamayıp oradan oraya göçenlere ne oluyor? Bu insancıkla
rın neden haberleri var? İki tohumcuk birbirine rastlamış, bu
garipler dünyaya gelmişler, yaşamaya çalışıyorla r. Dapdaracık,
küçücük hayatlar üstüne büyük büyük hesaplar kuruluyor. Bir
kavga, bir kıyamet, sayısız can telef oluyor. O güzelim kaleler,
kuleler, yollar, fabrikalar yerle yeksan. Köprüler yıkılıp yıkılıp
gidiyor. İnsanoğlu kavgaya harcadığı o kadar canı, malı, parayı
barışa, buluşa harcasa herkes gül gibi yaşar giderdi, diyorum.
"Efendim? Ne buyurdunuz? Ha, evet. Hayalci Hoca! Bu ad
bana, daha öğretmenliğe başladığım ilk günden takılmıştı. An
laşılan sen de şu söylediklerimi boş bir hayal sayıyorsun. Hadi
efendim hadi, Konya' daki müzevir arkadaşlar gibi siz de bu se
fer, 'bu adam vatanı düşmana öyle teslim edivermek yanlısı
manlısı' gibi tutturmayın bakalım. Tarihe bakın, bakın da ders
alın. Bütün bunları niçin anlatıyor, niye, yok efendim Orta
çağ' da şöyle olmuş, On Altıncı Yüzyıl' da böyle olmuş diye ne
fes tüketiyoruz? Beni dinle Zülfü kardeş, Vatan, uğrunda ölmek
için sevilmez, üstünde adam gibi yaşayabilmek için sevilir.
Otur.
"Ne diyorduk? O koşullarda, Osmanlı'ya göre önce Macar
sorunu halledilmeliydi. Bu karar sonucu Kanuni ordusu hare
kete geçti, Macar ordusu ile Mohaç'ta karşılaştılar. Biz buna
Mohaç Meydan Muharebesi diyoruz.
"İçinizde bilen var mı, bu çarpışma nasıl sonuçlandı? Kimse
bilmiyor mu? Pekala, o zaman kitabınızdan okur, öğrenirsiniz.
Okursanız, belki sözlü iletişimden yazılı iletişime geçmek için
de bir başlangıç olur bu. Sahi yahu, eskiden benim öğrencilerim
bir iki kitap okurlardı, şiir severlerdi, iyi kötü, merak ederlerdi.
61 | {
"page": 61,
"source": "/content/downs/Adalet Aaolu_Romantik Bir Viyana Yaz.pdf"
} |
"Haydi, birbirimize biraz gayret verelim çocuklar. Bir şeyi
sahiden öğrenmeye, severek öğrenmeye çalışalım. Böyle, gece
leri televizyona gözümüzü dikerek de olmaz ki... Hı, ne? Bu
mu? Ceketim mi? Niye mi hep bu biçim ceket giyiyorum? Kru
vaze. Nesi var? Derse her zaman önü ilikli gelinirdi. Biz de öğ
retmenlerimizden böyle gördük. Karşılıklı saygı kötü bir şey
mi? Tabi, blucine de karşı değilim. Benim yaşımda bile giyenler
var, ben böyle daha rahat ediyorum. Herkese uymak zorunda
mıyız çocuklar?
"Bu zil de bugün amma geç çaldı. Ya da bu ders bana çok
uzun geldi. Karşımda biriniz uyuklar, öteki elinde pilli bir şey,
cırt cırt cırt. Neymiş o? Ne işe yarıyor? Koy bakalım şimdi cebi
ne, dersten sonra getir, göster. Biz de öğrenelim. Baban Alman
ya' dan getirdiyse getirdi, ille sınıfa taşımak, herkese çalım at
mak mı gerekir? Ne işçisi baban orada?
"Neyse, zil. Gidebilirsiniz. Buyrun çıkın, lütfen ."
Üç Gün Sonr a
(Kırşehir)
" ... Hayır oğlum, Kırşehir'in kuruluş tarihi çok daha eski.
Fatih zamanına gelene kadaaar! .. Buranın Hititler zamanında
kurulduğu sanılıyor. Bizans döneminde bir kasaba imiş. Adı da
Makissos mu, Makesos mu, böyle bir şeymiş. Ama asıl önemi,
taa Danişment ve Eratna dönemlerinde buranın bir darphane
kenti oluşu. Darphane, yani para basım yeri. Altın, sikke, her
neyse ... Ayrıca Kırşehir'iniz Ahilik merkezlerinden de biri. Bu
da önemli. Çünkü Ahilik, bilmem içinizde bilen var mı, bir çeşit
esnaf örgütüdür. Ta o dönemde örgütlenmeyi bilen insanların
yaşadığını haber verir bu durum bize. Burada bir esnaf örgütü
olduğuna göre, demek Kırşehir ticaret merkeziydi.
"Dinliyorum . Başka ne biliyorsunuz içinde yaşadığınız yer
üstüne? Pek bir şey bildiğiniz yok. Öğrenmeye hevesiniz de
yok. Ben bu ödevi size vereli iki kocaman gün oldu tosunlar.
Nekadar az merak etmişsiniz. Hayır efendim, burası daha An-
62 | {
"page": 62,
"source": "/content/downs/Adalet Aaolu_Romantik Bir Viyana Yaz.pdf"
} |
kara Eyaleti' ne bağlanana kadar birkaç kere Osmanlı hakimiye
tine girip çıkmış. Ankara Eyaleti'ne bağlı beş sancaktan biri
oluşu, Tanzimat'tan sonra, taa bin sekiz yüz yetmişlerde. Adı
da o sıralarda Kırşehri imiş. Bir ara Gülşehri de denmiş. Kimbi
lir, ya gülleri boldu, ya insanlar böylece bir özlemlerini dile ge
tirmek istedi. Yüzü gülen, güllerle bezeli bir şehir hayal ettiler
belki. Görüyorsunuz, bir ad için bile kaç türlü olasılık var.
"Osmanlı'nın Avusturya-Almanya seferleri için de bir yı
ğın bilmediğimiz , tarihlerin açıklamadığı neden olmalı. Bizim
önümüze konan tek neden: Cermen İmparatorluğu' nun denge
siz güçlenmesi, Osmanlı üstüne yeni bir Haçlı Seferinin müm
kün görünmesi. Buna geçen dersimizde değinmiştik. Mohaç
karşılaşmasına kadar da geldik. Bu meydan savaşı, Osman
lı'nın lehine sonuçlanmı ştır.
"Mohaç zaferi ile Osmanlı ordusu Macaristan'ı kontrol altı
na almış görünüyordu. Fakat Şarlken, hemen kardeşi Ferdi
nand' a arka çıktı. Bir ara burası yeniden Ferdinand'ın eline geç
ti. Sen misin inatlaşan, Kanuni de şahlanıyor. Zaten o zamanla
ra kadar geri basmaya alışmamış, kaybetme ye. Derhal bir
Avusturya-Macaristan, şey, yani Macaristan-A vusturya seferi
düzenliyor. Yıl, bin beş yüz yirmi dokuzdur; resmi tarihlerde
bu seferin adı 'Gaza-ı Bec' diye geçmektedir. Biliyor siz nedir
Bec? Bilmiyor? Osmanlılar Viyana'ya Bec derlermiş yakışıklı
baylarını. Kitaplarınızda adı Viyana Seferi diye geçen bu sefer
de Avusturya kuvvetleri Macaristan' dan çıkarılıyor. Eski Macar
Kralı, yine Macar Kralı oluyor; e madem böyle olacaktı onca in
sancığın kanı niye aktı, demez misiniz; beri yanda da Kanuni
ordusuna buyuruyor ki, hazır yola çıkmışken varın gidin Viya
na kapıların a! Onlar da, kolay mı, hayır, desinler, tabii gidiyor
dayanıyorlar. Artık bukadar ını olsun kitaplarınızda görmüşsü
nüzdür, buna Birinci Viyana Kuşatması denmektedir.
"Ah dostlarım, siz güledurun ya, bu kenti bir de ben ken
dimce kuşatsam! Viyana benim için sanki hiç ulaşılamayacak bir
hayal şehir. Kolay mı, yirmi iki yıla yakın hemen hemen hep ay
nı tarihi olayları hep aynı biçimde anlatıp duruyorum. Birinci Vi
yana, İkinci Viyana, yok Kara Mustafa Paşa, yok Kahlenberg te
pesi, Osmanlı'nın duraklayışı, gerileyişi, sonra al baştan Türkle-
63 | {
"page": 63,
"source": "/content/downs/Adalet Aaolu_Romantik Bir Viyana Yaz.pdf"
} |
rin İslamiyete geçişi, İslam yayılışı, Hıristiyan telaşı, Haçlılar,
Otuz Yıl Savaşları, hadi bakalım yine Budin, Mohaç, Viyana ...
Sizler karşımda her iki üç yılda bir değişiyorsunuz, ben hep aynı
yerdeyim, anlattıklarım hiç değişmiyor, kentten kente sürülüyo
rum, öğretmenlikten ahlıyorum, dönüp yine başlıyorum, efen
dim, o sıralarda Roma-Cermen İmparatorluğu çok güçlenmişti ...
Bütün bunları hayalimde nekadar süslesem, nihayet hayal! Bi
zans İmparatorluğu, Venedik, Dükalar, Cenevizl er, Macarlar ,
Lehler, Avusturya, Karnaval, Viyana ... Ah hele Venedik ve Viya
na!.. Oralara gitmeliyim. Elimi saray duvarlarına sürmeliyim, es
ki alanlarda durmalı, daracık, taş döşeli sokaklarında gezinmeli
yim. Öğretmenlikten ahldığımda İstanbul' da düzeltmenlikti, da
nışmanlıktı, ansiklopedicilikti derken kaç işi birden yaphm, eli
me bir seyahatlik para artmadı, hadi arttı diyelim, bu sefer de
tam dört yıl pasaport alamadık. Venedik. .. Viyana. Böyle yerlerin
bir büyüsü var. İnsanı çekiyor. Aynca çok ayıbıma gidiyor beyler,
bir tarih öğretmeni kırk yıl aynı kentlerin, yolların, ülkelerin se
rüvenlerini anlatsın da, şu devirde oralara ayak basamasın!
"Büyülü kentler. Prag'ı düşünün. Bir başka nehir hayatını.
Akınları. Güneşin İmparatoru Birinci Leopold'ün dedelerinden
bir bakıma ikinci başkent olarak devraldığı Prag'ı. Nehrin sula
rı bir yandan Bohemya havaları yankıland ırıyor, bir yandan
Otuz Yıl Savaşları'nda ölenlerin cesetlerini ta nerelerden sürük
leyip getiriyor. Köprü başlarının gözcüsü kristal sokak lambala
rından çoğalarak dökülen kandil ışıkları, nehirde yeniden yeni
den kırılıyor; şişmiş cesetler, şairin koyun sırtı dediği dalgaları
çağrıştırıyor.
"Beri yanda, dönelim yine Viyana'ya. Viyana, On Altıncı
Yüzyıl'ın başı ile sonu arasında, veba, opera, karnaval ve cina
yetlerin, düşman saldırılarıyla vals nağmelerinin en büyük bo
yutlarda yaşandığı bir kenttir. Şövalyel er, savaş alanlarından
buraya atlarının sırhnda barok rüzgarlarıyla gelmişlerdir. Birin
ci Leopold, İspanya'daki Avusturya Prensesi Mari-Terez'in desti
izdivacına talip olmuş, uzattığı el incelikle geri çevrilmiş, fakat
İspanya Kralı, koskoca Güneşin İmparatoru' ndan utandığı ya
da korktuğu için, Mari-Terez'in küçük kardeşi, İspanya Prensesi
nam Margarit-T erez'i ona vermiştir. Tarihler Avusturya-Macaris-
64 | {
"page": 64,
"source": "/content/downs/Adalet Aaolu_Romantik Bir Viyana Yaz.pdf"
} |
tan İmparatorluğu'nun o güne kadar böyle görkemli bir düğün
görmediğini yazmaktadı r. Ama hangi tarihler? İşte, siz de sor
dunuz? Hangi tarihler öğretmenim? Düğün dernek deyince he
men uyandınız, kulak kesildiniz. Böyle ayrıntıları elbette okul
tarih kitaplarımızda bulamazsınız; oralardan, hep bildiğimiz gi
bi, sadece olayların tarihleri, kim nereye saldırmış, kim nereyi
istila etmiş, kime karşı zafer kazanmış, böyle şeyler ezberlenir.
"Sizleri derin uykuların ızdan uyandıracak başka şeyler de
anlatabilirim. Margarit -Terez'in İspanya'dan Viyana'ya gelin
gelmesi aylar, aylar sürmüş, biliyor musunuz? Neden derseniz,
Prensescik daha çocuk yaşta, pek de zayıf naif bir şeymiş. Atlı
arabaya binmekten ödü koparmış. Onun için, omuzlar üstünde
bir koltukta taşınıyor muş. Bu da hayli sarsıcı oluyormuş. Sallan
tıya dayanabilmesi için adamlar günde ancak on kilometre ya
pabiliyorlarmış . Anladığıma göre, bu uzun yolculuk bir yandan
da müstakbel damadın işine gelmiştir. Kendileri aynı zamanda
bestecidir. Sarayın orkestrasını arada sırada yönettiği bile ol
muştur. Çalgıcılarına grev hakkı tanıyan ilk ve tek İmparator ol
duğu bilinmekted ir, ne ilginç değil mi? İşte İmparator, müziğe
karşı duyduğu bu derin aşk nedeniyle, gelini beklerken, düğün
töreni için İtalyan bestecilere çeşit çeşit baleler, operalar ısmarla
mış. Parlak şeyler. Bütün sarayı görkemli bir bale temsili için se
ferber etmiş. Bu balenin çok görkemli olmasına önem verdiği,
bu nedenle de provalara bizzat katıldığı edindiğim bilgiler ara
sındadır. Hofburg sarayının içi bir tiyatro sahnesine dönüştürül
müş. Sahneye, pupayelken koskoca bir gemi geliyor. Saray soy
tarısı, kadın kılığında bir cüce sahnenin önüne geliyor, taklalar
atıp öndeyişi okuyor. Prolog yani. Bu bitince gemiden müthiş
süslü, pırıltılı pelerinleri içinde şövalyeler iniyor. Artlarında
uşakları, seyisleri ve yine görkemli pelerinleriyle atları. Bunlar,
o tarihlerde kurulmuş Saray Atçılık Okulu öğrencileridir. Avru
pa'nın en ünlü beyaz atları burada adeta bale öğrenmektedir ve
bu atlar, binicileri tarafından muntazam sıralar halinde danse
derek bir geçit töreni yaparlar. Onlar dansederken, bizzat İmpa
rator tarafından yönetilen başka atlar, binicileriyle birlikte aynı
yere akıp gösteriye başlarlar. Tarihte böyle olağanüstü bir bale
nin bir daha görülmediği de söylenmektedir.
65 | {
"page": 65,
"source": "/content/downs/Adalet Aaolu_Romantik Bir Viyana Yaz.pdf"
} |
"Fakat bir de şunu gözlerinizin önüne getiriniz. Barok bu
kente geç gelmiş, ama pir gelmiş. Çalgı, çigan, dans, opera gır
la. Ancak, karnavalın ertesi günü, yarı sarhoş, kapılarını açan
lar ne görsünler? Eşiklerinde, yollarda yüzleri mor mor ölüler!..
Şarapla tütsülenmiş kafalar, kabus gördüklerini sanıyorlar, ne
münasebet! İnsanlar patır patır düşüyor, cesetler üstüste yığılı
yor, büyük çukurlar açılıp üstüste bu çukurlara atılıyorlar, yine
de gömmeye yetişilemiyor. Viyana kokuyor!
"İnsan böyle tuhaf, çok tatlı, çok tuzlu, çok acı olaylara
sahne olan yerleri merak etmez mi dostlar? Kendi adıma bura
ları benim rüyalarıma girmektedir. İstanbul' da da ne zaman
Topkapı'nın oralardan geçsem, ne zaman ki Cağaloğlu'na bir
işim düştü, ya vezirlerin kelleleri yollarda yuvarlanırken görü
rüm, ya fener alayları, sünnet düğünleri, Padişah'ın şenlik tö-
ren ............. Veba ve karnaval bir arada!..
"Ben ne yapıyorum ·çocuklar? Beni niye susturmuyorsu
nuz? Neden zil çoktan çaldı örtmenim, demiyorsunuz? Akşa
mın karanlığı çökmüş, saat bilmem kaç olmuş, hay allah!
''Bu böyle olmayacak. Gelecek dersimizde Budin mesele
sinden başlayacağız. Kaldığımız yerden de devam ederiz son
ra, oldu mu? Bu arada kapitülasyonları atladık. Bana hatırlatın,
bir nebze de ona değinmek istiyorum."
Üç Yıl Sonr a
(Kastamonu)
"Arkadaşlar, bugün sizlerle İkinci Viyana Kuşatması'nı
gözden geçireceğiz. Fakat, daha önce, o tarihlerde Avrupa'nın
durumu ne idi, buna bir gözatalım.
"Atalım da, nasıl atalım? Kitabınızdaki haritalar çok kötü,
hiçbir şey seçilemiyor. Eski kitaplarda biraz daha iyiydi bu çiz
giler. Şimdi artık hiçbir şey anlaşılmıyor. İçinizden hiçbirine,
şunu büyüt de gel, diyemiyorum.
"Neyse, ben şimdi elle tahtaya bir şeyler çizeceğim. Sizler
de artık hayalinizde canlandırırsınız, Avusturya nerde başlıyor-
66 | {
"page": 66,
"source": "/content/downs/Adalet Aaolu_Romantik Bir Viyana Yaz.pdf"
} |
muş, Osmanlı nerelerde bitiyorm uş ... Eskiden bu lisede kız ar
kadaşlarımızın sayısı epeyceyd i. Şimdi birkaç tane kızımız var;
ondan mı acaba, sınıfımız pek tozlu. Soluk alınmıyor.
"Özür dilerim çocuklar, bugün başımda tuhaf bir dönme ...
Kendimi iyi hissetmiyorum .
"Acaba rica etsem de, sizler bu iki saati kendiniz sınıfta ça
lışarak geçirseniz ... Kitaplarınızın Osmanlı-A vusturya -Macaris
tan ilişkileri bölümünü açınız. Şu haritayı da iyi kötü, şöyle ...
"Yok, hiç iyi değilim. Orhan, sen oğlum, geç tahtaya. Arhk
kitabınızdan çıkarabildiğin kadar şuraya bir On Yedinci Yüzyıl
Avrupa-Osmanlı haritası çıkar, yani çiz ... Hava çok mu sıcak?
Bir yandan da titreme... Demek artık üzüntüyü kaldıramıyo
rum. Bu sabah kötü bir haber aldıydım. Konya' da çok sevip
saydığım bir edebiyat öğretmeni vardı, o zamanlar kızları üç
yaşında ... Nesrin Öğretmen kocasını aniden kaybetmiş ... Benim
de, belki tansiyonum düştü, belki çıktı ...
"Teşekkür ederim Orhan' cığım. Kendim gidebilirim sanı
yorum. Sen haritayı şuraya güzel güzel çiz; arkadaşlar hep bir
likte bir şeyler öğrenmeye çalışın, biraz da hayalleriniz hareke
te gelsin, tarih şöyle gözlerini zde canlansın, ben o zaman ger
çekten memnun olurum. Nerminciğim, Zerrinciğim, siz de sını
fın tozunu şey yapıverseniz ... Hadememiz Akil bunu pek bece
remiyor belli...
"Oturun, oturun, rahatsız olmayın lütfen ... Kapıyı kendim
açabilirim ... "
lki Ay Sonr a
(Kastamonu)
"Kalp, dediler, kalp çıkmadı şükür. Karaciğer dediler, o da
sağlam ... Ama bu baş dönmeleri. Kan da sayıldı, dostlarım, ga
yet normal.
"Bilmem söylemiş miydim? İlk tayin olduğum yer yine
burası, Kastamonu idi. O zamanlar sadece lise ikilere ders ve
rirdim. Türklerin İslamiyete geçişi, yayılma dönemi, Osmanlı
Devleti'nin kuruluşu ... Bütün bu zaman içinde, Avrupa' daki
67 | {
"page": 67,
"source": "/content/downs/Adalet Aaolu_Romantik Bir Viyana Yaz.pdf"
} |
durum. Unutmad ığınızı umarım. Gerçi her şeye çok özet ba
kabiliyoruz, programlar yüklü. Şimdi lise iki, son sınıflar,
hatta hala birlere de ders veriyorum, büsbütün özet oluyor.
Sınıflar da kalabalık. Fakat kız arkadaşlarımız gitgide azal
makta.
"Arkadaşl ar, tarihte bütün olup bitene hızlı bir gözatar
ken ben hep toplumların o olaylar sırasındaki hayatlarını, kül
türlerini, sanatlarını bilmemiz gerektiğini de düşündüm. Ki
taplarımızda yazılanlardan azıcık daha fazlasını bilmek, dö
nemlerin düşünce akımlarını karşılaştırmak gibi, ne bileyim ...
Doktorumuz bana, bukadar ayrıntıyla uğraşmamın sağlığımı
olumsuz etkilediğini söyledi. Kendisi işitmesin, ama buna
inanmak zor. Eğer bir şeyle etraflıca ilgilenmek sağlığı bozsa,
bütün incelemecil er, araştırmacılar , hele sanatçılar sapır sapır
dökülür gider.
"Biz geçmişte öğrencilerimle çok neşeli dersler yapardık.
Ben ciddi bir şey söylerken bile onlar kıkır kıkır gülerlerdi.
Şimdiki gençlik hep içine kapanık. Ne düşünürsünüz, ne ya
parsınız anlamıyorum. Biz hazan Alaaddin Kalesi'nin oraya
pikniğe giderdik. Osmanlı Devleti'nin gelişme, büyüme döne
mindeki sınırlarını toprağa çizdiğimiz haritalar üstünde tasav
vura çalışırdık. Böyle inip çıkan bir tansiyon hastalığına hiç ya
kalanmadım. Öğrencil erimden uzaklaşhrıldığım, şu, iğneyle
kuyu kazar gibi minik minik, ömür törpüsü Ansiklopedi çalış
malarını yaptığım sıralarda bile.
"Rahatsızlığımdan buyana gevezeleştim sanırım. Bu ko
nuya asıl, sizlere sonsuz teşekkürlerimi bildirmek için girmiş
tim. Bana, hastaneye çiçek göndermişs iniz, ne kadar duygu
landım anlatamam. Sizleri öyle özlemişim ki arkadaşlar ... Be
nim ailem sizlersiniz. Canlarım, hele bir de yokluğumda ders
lerinizi boşlamamış sanız beni öyle mutlu edeceksiniz ki? Kü
çük bir sınav yapalım mı? Osman, söyle bakayım, İkinci Viya
na Kuşatmasını hazırlayan koşullar neydi, ordunun başında
kim vardı? .. "
68 | {
"page": 68,
"source": "/content/downs/Adalet Aaolu_Romantik Bir Viyana Yaz.pdf"
} |
Üç Yıl Sonr a
(Kütahya)
"Genç arkadaşl arım, edebiyat öğretmeniniz Nesrin Hanı
mın inceliği. Onu yıllar önce Konya Lisesi'nden tanırım, do
ğum günümü unutmaması, bunu sizlere de hatırlatması. .. Ne
diyeceğimi bilemiyorum. Şurama bir şey takılıyor , sevinçten
ağlayabilirim. İnsanlar tarihin bazı dönemlerinde hemcinsleri
ne olan güvenlerini yitirirler. Sonra, hiç beklemediğimiz bir
günde bir yerden öyle bir ışık çakar ki, insana karşı güvensizli
ğe düştüğünüz için kendinizden utanırsınız. Bana armağan et
tiğiniz bu güzelim Kütahya çinisi tabak karşısında, armağanın
taşıdığı anlam bakımından şimdi işte böyle bir utancı yaşıyo
rum. Fakat bu, mutlu bir utançtır. İnsanın ruh zenginliğinden
duyduğum kuşkuyu yüreğimden silip götüren bir günü yaşı
yorum. Kimbilir, bundan sonra sınıfta nekadar çok çekişeceğiz.
Bazan ben sizlere öfkeleneceğim, bazan da sizler bana. Karşılık
lı güven yitimine uğradığımız her seferinde benim artık sığına
cağım bir yerim var. Nesrin öğretmenin dikkatiyle inceliğini ve
sizlerin bu inceliği paylaşmanızı simgeleyen bu derin mavi ta
bak.
"Şimdi tam elliyle altmış arasındaki orta duraktayım. Kas
tamonu' dan Kütahya' ya yirmi yıl aradan sonra yaptığım bu
ikinci yolculuk da benim tarihimin bir olgusu. Osmanlı'nın
İkinci Viyana Seferi gibi bir şey, desenize! Hele şükür, sizleri
gülümseteb ildim! Doğum günümü o kadar ciddi, kapalı yüz
lerle kutladınız ki, kendime sizlerle biraz şakalaşma izni tanı
dım.
"Birkaç zaman önce Kastamonu Lisesi'nde tuhaf bir rahat
sızlık geçirmiştim. Asabi tansiyon mu, şekerim mi düşmüş, pek
anlaşılamadı. İkide bir başım döner, gözüm kararır, sırtımdan
aşağı buz gibi terler iner ... Gerçi artık lis.emizde genç hanım öğ
rencilerimiz de var, ama bizler öğretmen-öğrenci olarak sorun
larımızı açıkca konuşmalı, paylaşmalıyız. Yaşdönümü bunalımı
yalnız kadınlarda oluyor sananlar, yanılır. Erkeklerde de olur.
Fakat benimki bundan değil, sanırım daha çok ülkenin, toplu
mun içine düştüğü bunalımın sonucuydu. Bir buhran, sadece
69 | {
"page": 69,
"source": "/content/downs/Adalet Aaolu_Romantik Bir Viyana Yaz.pdf"
} |
ülkenin geneli için geçerli olmuyor yani. Tek tek insanların iç
dünyalarını da değişik biçimlerde etkileyebiliyor. Bendeniz
edebiyatla, şiirle de uğraştığım için, fazlaca mı kendime dön
müş oldum acaba? Kastamonu' da doktorlar geçirdiğim rahat
sızlığı ayrıntı düşkünlüğüme veriyorlardı, kendim de üstümü
ze çöken bungun havadan etkilendiğimi keşfettim. İnsan rahat
sızlığının kaynağını doğru saptarsa, birçok durumda kendi
kendisinin iyileştiricisi olabiliyor. Tarih olayları da böyledir
dostlarım. Bunun için ben sizlere, bu olayların yanısıra, o dö
nemleri yaşayan insanların iç dünyalar ını da keşfetmeye çalış
mamızı öneriyorum. Tarih, sanıldığı gibi ölü değildir. Canlı bir
şeydir. Çünkü insanlar tarafından yapılmıştır.
"Daha ilk tarih dersimi verdiğim günlerde bana 'Hayalci Ho
ca' adını takmışlardı. Sonradan Romantik, diyenler de oldu. Ama
bunu daha çok, şiirle uğraştığım için söylediler nedense. Hiçbiri
ne itiraz ehnedim. Doğrudur, dersimi verirken kafamın içi hayal
lerle doludur. Örnekse ben, 'İkinci Viyana Kuşatması' nda ordu
nun başında Kara Mustafa Paşa vardı,' derken imkanı yok, o sıra
da onun bağırsaklarının iyi çalışıp çalışmadı ğını, savaş alanların
da bir çadır aşkı yaşayıp yaşamadığını, sabah kahvaltılarında ne
yiyip içtiğini düşünmeden edemem. Başka türlü, o savaşın ruhu
nu anlayamam. Sürekliliğin tekerleklerini bulamam.
"Kütahya' da ilk derslerimi verdiğim yıllarda gençlerin
dünyası ne idi? Bugün sizler neredesiniz? Ben eski ben miyim?
Yazık ki bizim toplumsal hayatımız doğal akışı ile gelişmedi.
Bunu biz. hep kesintili yaşadık. Onun için, bugün karşımda be
ni böyle kapalı yüzlerle dinleyen sizleri anlamamın kolay ola
cağını sanmıyorum. Sizler de beni yadırgayacaksınız. Doğum
gününü kutlama inceliğini gösterdiğiniz öğretmeniniz sizlere
çok aykırı gelebilir. Sandığım gibi bu bir gerçekse, bizler bu
uzaklığı, bu kopuşu birlikte aşmaya çalışalım. Nesrin Hanımın
öncülüğündeki armağanınız aynı zamanda da bizim bu uzak
lıkları aşma özlemimizin bir simgesi olsun.
"Önümüzde duran bir sorun da şu: Dostlarım, o kadar çok
zaman, o kadar çok ve artık değiştirilemez tarihi olayı hep öyle
kendi zamanlarının içinde donup kalmış haritalar üstünde an
lattım ki, hazan kendi kendime bu sabrı nerden bulduğumu so-
70 | {
"page": 70,
"source": "/content/downs/Adalet Aaolu_Romantik Bir Viyana Yaz.pdf"
} |
ruyorum. Bir bakıma tarihin bu 'aynı'lığından iki ders yılı bo
yunca sıkılıveren sizler, acaba bir tarih öğretmeninin değiştiril
meyen bir geçmiş karşısındaki durumunu hissedebilir misiniz?
Burada, önünüzde sürekli akan, değişen bir hayat var. Orada,
geride hep olduğu gibi duran bir geçmiş, tarih ... Ve biz yüzü
müze hep bu aynada bakıyoruz. Buna nasıl katlanıyoruz? Ya
artık kendimizi görmez olarak, oraya kör kör bakarak. .. Ya da
genç dostlarım, tarihe önümüzden akıp geçen, değişen bugü
nün aynasından bakarak. ..
"A, kim o 'n' ooolur bırakın bu yakınmaları ... ' diye çıkış ya
pan arkadaşımız? Hiç değilse bir ses, bir soluk! Kim ama, göre
yim. Aaa, siz! Öyle ya, sizinle derse girmeden önce tanışmıştık.
Daha doğrusu çocuklar, bu arkadaşımız kapı önünde kendisini
bana tanıtmıştı. Birtakım dergilerden sözetmiştiniz, değil mi? O
dergilerden çarçabuk bazı yazılar, şiirler aktardınız. Yusuf ... Yu
suftu adınız yanılmıyorsam? Peki, Yunus. Özür dilerim. Yıllar
önce, Kırşehiı' de miydi, Kastamonu' da mı, Yusuf adında bir
öğrencim vardı. Eh zihinde Kuyucaklı Yusuf'tan da silinmez bir
iz var ne olsa, böylece bütün Yunus'lar beni şimdiden hoşgör
sünler, hep karıştırıyoru z.
"Pekala, sizi dinliyoruz Yunus. Açıklayınız. Hangi yakınma
sizi ne bakımdan rahatsız etti? Hadi, ama ... Hiç, hiç, diyerek bu
çıkışınız açıklanmış olmuyor ki. Konuşmak istemiyorsunuz.
Sonraya bırakıyorsunuz. Öyle olsun.
"Bugün hem kendi adıma, hem de izninizle sizler adına,
bir sevincimi daha dile getireceğ im. Sınıfın kapısında karşıma
bir yığın edebiyat dergisiyle dikilen Bay Yunus'un özellikle
dikkatini dilerim. Hayatta herkesin, her şeye karşı farklı yakla
şımları, değişik bakışları olur. Bunu doğal karşılamalıyız. Zaten
bir kültürü birlikte oluşturmak, birlikte bir hayat biçimi kur
mak, farklılıkları birlikte yaşayabilmekle olur. Yine de dostla
rım, insan hep aynı saatlerde aynı sınıflara girip çıkarken, hep
aynı dersleri anlatırken, ötede, bir başka kapının arkasında si
zin özel ilgilerinizi de paylaşan birinin olduğunu bilmekten bü
yük coşkular duyar. Nasıl desem, o kadar aynılık ortasında si
zin, silik-soluk da olsa, farklı dünyanızı paylaşan biri varsa,
gurbetlerin gurbetinde dahi yalnızlıktan kurtuluyorsunuz.
71 | {
"page": 71,
"source": "/content/downs/Adalet Aaolu_Romantik Bir Viyana Yaz.pdf"
} |
"Konya Lisesi'nde, iki yıl için benim böyle çok özel bir dos
tum olmuştu. Edebiyat öğretmeniniz Nesrin Hanımın birkaç
yıldır burada olduğunu, şimdi aynı okulda bulunduğumuzu
bilmek benim hayatımın ikinci büyük şansıdır. Bu aynı zaman
da sizin de şansınız arkadaşlar. Kendileri şiir yazmaz, fakat ço
rak bir hayatı, çevresi, kendisi, öğrencileri için bir şiir kılar.
Edebiyatı sizlere kokusu, lezzetiyle tattıracakt ır, hiç kuşkum
yok bundan. Eğer bugün geride bir iki bin şiir, edebiyat okuru
kalmışsa, bunu Nesrin öğretmeniniz gibi öğretmenlere borçlu
yuz. Onun benim övgülerime ihtiyacı yok. Sadece elinizin al
tındaki bir olanağa dikkatinizi çekmek istedim. Nesrin Hanı
mın derslerinde kulağınızı ve yüreğinizi açık tutmanızı dile
mekteyim. Çünkü benim tarihi anlatışıma yaklaşabilme niz de
böyle mümkün olacaktır.
�'Efendim, bu uzun girişten sonra yüzlerimizi tarih kitapla
rına çevirebiliriz, Baylar, hayalci hocanız bu ders yılında sizlere
Osmanlı İmparatorluğu'nun çaptan düşe düşe ... Ooo, yine Yu
suf. Pardon, pardon, Bay Yunus. Evet, cancağızım, yine ne di
yorsunuz bakalım? Neee? Ne diyorsunuz siz? Teessüf ederim.
Çok ayıpladım. Yok, galiba ben gittikçe şu değişen hayatın dışı
na düşüyorum, bu ne biçim bir değişme ise! Bana baksana sen,
edebiyat öğretmeninizin dulluğu, senin kendisini doyumsuz
lukla yaftalamanı gerektirmez. Ne çirkin şey bu! Çok pis bir
yaklaşımınız var. Anladığım kadarıyla her taşın altından çık
mak, hep gözönünde bulunmak, dikkatleri sürekli üstünüze
çekmek istiyorsunuz. Benim böyle zıpırlıklara karnım tok. Bak
işte, benim de dilim bozuluyor artık. Doğrudur. Alışılmışın dı
şında bir hareketi anlayışla karşılayabilirim. Ancak, her sivrilik,
her puştluk özür dilerim, farklılık demek değildir. Sivriliklerin
de bir dayanağı olmalı. Farklı olmak başka, o rolü oynamak
başka. Marjinalmiş! Marjinalsen bu sınıfta ne işin var? Hepsi
icazetli o dergilerle ne işin var? Git kendi dergini çıkar beyim.
"Oturunuz Bay Yusuf. Ve ... dersten sonra odama gelin lüt
fen. Sayın bayanlar, baylar, bir arkadaşımızın aykırılık rolü ne
deniyle güzelim doğum günü dersimiz acı bir kesintiye uğra
mıştır. Buna neden olan kişinin sizlerden özür dileyeceğini hala
umuyorum. Bugün değilse, yarın.
72 | {
"page": 72,
"source": "/content/downs/Adalet Aaolu_Romantik Bir Viyana Yaz.pdf"
} |
"Evet, şimdi bakalım, On Dokuzuncu Yüzyıl' dan Birinci
Dünya Savaşı'na gelene kadar koca Osmanlı İmparatorlu
ğu'ndan geriye ne kaldı?
"Güçsüzleşme öyle birden olmuyor. Tıpkı insan organiz
ması gibi toplumların hayatı da ağır ağır yaşlanıyor ve sönü
yor. Ancak çöküşü hızlandıracak etmenler her zaman sözkonu
su edilebilir.
"Dediğim gibi, tarihle insan hayatı birbirine benzer. Onun
için ben, insan hayatını en iyi anlatan, açığa çıkaran edebiyatla
toplumların hayatını aydınlatan tarih arasında sıkı bir bağ ol
duğunu düşünürüm. Bizim bu bağı gözden kaçırmamamız,
akıl ve gönülden gizlemememiz gerekir. Arşivler ortada, açıkta
olmalı. Her şey enine boyuna tartışılabilmeli.
"Şimdi bakın ne diyeceğim. Yahya Kemal üstadımız Açık
Deniz şiirinin Kar Besteleri'nde:
Bin yıldan uzun bir gecenin bestesidir bu
Bin yıl sürecek zannedilen kar sesidir bu
Bir kuytu manastırda dualar gibi gamlı
Yüzlerce ağızdan koro halinde devamlı
Bir erganun ahengi yayılmakta derinden
Duydumsa da zevk almadım Islav kederinden
derken ve bu yeryüzündeki yalnızlığını:
Gönlüm bu devirden bu şehirden çok uzakta
Tamburi Cemil Bey çalıyor eski bir plakta
dizeleriyle dışa vururken bize farklı bir kültür insanının kederle
niş şeklinin bile farklı olduğunu söylemiyor mu? Kendini Slav
seslerine değil, Tanburi Cemil Beye yakın duyuyor. Bunu bir tu
tuculuk sayanlar yanılırlar. Bu, şairin şiirine de bir yer ve yurt
aramasıdır. Onu bir tarihe, coğrafyaya yerleştirm esidir. Ama sa
dece bukadar mı arkadaşlar? Eğer biz bu dizelere bir de Yahya
Kemal' in kendi özel tarihinden yaklaşırsak ne görürüz? Kimbilir,
belki de onu yadellere salan şeyin, kendi topraklarındaki iç yal-
73 | {
"page": 73,
"source": "/content/downs/Adalet Aaolu_Romantik Bir Viyana Yaz.pdf"
} |
nızlığı olduğunu . Bu iç yalnızlığına yabancı bir kültür ortasında
mazeret aradığını belki. Çünkü şairimizin özel hayatı 'hiçkimse
siz' dir. Bu, bir sanatçının zaten mahkum bulunduğu yalnızlık
değildir. Ona eklenen çok özel bir yalnızlıktır da. Evli, çoluk ço
cuk sahibi öteki şairler akşamları evlerine çekildiklerinde, bir ka
dının sıcak kollarıyla sarıldıklarında Yahya Kemal, evsiz, ailesiz,
otel odalarında çifte kavrulmuş bir yalnızlığın dantelalarını örer.
Fiziksel dezavantajlarının onu kadınlardan ya da evlilikten uzak
tuttuğu söylenir. Büyük bir şair ve bir 'erkek' olarak reddedilme
korkusu, onun somut yalnızlığını açıklamanın bir yolu belki, an
cak böyle bir onur kırılması korkusu, kendini büyük görmenin
de sonucudur; alçakgönüllülükten uzak bir iç dünya.
"Siz, ne dediniz kızcağızım? Ben mi? Değilim, evet. Hayır,
hiç evlenmedim. Oo, beni mahcup ediyorsunuz doğrusu. Bil
mem, evlenmedim işte. Belki. Kimbilir. Kimbilir çocuklar , her
birimizin derinlerimizde bilmediğimiz ne korkularımız vardır.
Adınız neydi? Gülsen. Şey, Gülsen'ciğim, Yahya Kemal benim
çok sevdiğim bir şair. Ama bekarlığını ona benzemeye çalışmak
tan çok, sorumluluktan kaçışımın bir sonucu olabilir, başka şey
ler olabilir ... Ben Yahya Kemal' e dil hazinemizi çok iyi tanıyıp
kullanan bir şairimiz olduğu için hayranım . Geçen gün Nesrin
Hanım pek ilginç bir örneğe dikkatimi çektiler. Yahya Kemal,
Ahmet Haşim'i şair olarak beğenirmiş, ama dilimizi kullanırken
çok sık hata yaptığını söylüyor. Bunu da birkaç örnekle kanıtlı
yor. Siz bu örnekleri edebiyat öğretmeninize bir sorun.
"Ooo, saat kaç olmuş. Giriş dersimiz nekadar uzamış. Vak
tinizi almışım, özür dilerim. Zilin eli kulağında herhalde. Haa,
bu arada dostlarım, bakıyorum bu yılki tarih kitaplarında hari
talar biraz daha özenli basılmış gibi. Ben artık müdürlükten
yerküre, duvar haritası, slayd falan istemekten bıktım. Onlar da
herhalde yukarı yazmaktan bıkmışlardır. Biz kitaptakilerle yeti
neceğiz. Eskiden kendim de bir şeyler çizerdim, hazan arkadaş
larınız yardım ederlerdi. Fakat artık bu usulü bırakıyorum. Bu
çağda, çok tuhaf ... Siz yine mümkünse çantalarınızda birer at
lasla gelin derslerime. Her dönem devletlerin, imparatorlukla
rın sınırları değişse de şehirlerin, pardon kentlerin çoğu yerli
yerinde durmaktadır ya. İşte, yüzyıllardır Venedik Venedik'in-
74 | {
"page": 74,
"source": "/content/downs/Adalet Aaolu_Romantik Bir Viyana Yaz.pdf"
} |
de, Viyana Viyana'sında, Paris Paris'inde ... Bizde ise her gün
her yerde yeni bir yerleşim bölgesi kurulmakta. Doğrusu arka
daşlar, İstanbul da İstanbul yerinde kalacak mı, kuşkudayım ...
"Ne gülüyorsunuz Yunus?
"Evet efendim, öyle. Bizler idealistleriz. Bu kuşak öyle. Siz
lere bukadar ayrıntılı ... Bin dereden su getirerek, evet...
"Ders bitti. Serbestsiniz beyler.
''Yunus, odamda bekliyorum. Unutmayın."
On Sekiz Gün Sonr a
(Kütahya)
" ... son iki haftadır bir yandan Osmanlı- Venedik ilişkileri
ne, öte yandan On Yedinci Yüzyıl' da Osmanlı ıslahat hareketle
rine kısaca gözattık. Gördüğünüz gibi, bu yüzyıl Avrupa için
tantana, görkem, Osmanlı için ise bir iç isyanlar, ayaklanmalar
dönemi olmuştur. Anadolu' da çıkan en önemli isyan, Celali İs
yanları' dır ki, bunu bundan sonraki derslerimizde ayrıntılarıy
la ele alacağız.
"Bu arada, bugünkü dersimizi bitirmeden önce bayanlar,
baylar, arkadaşımız Yunus' a teşekkür borcumuzu ödemeliyiz.
Kendileri çok güzel bir özür dileme biçimi seçmişle r, bize, o dö
nemi sınırları, yaylaları, dağları, gölleri, nehirleri, denizleriyle,
hatta her yerin komşuları, kaleleriyle son derece açık gösteren
bir duvar haritası çizmişler, bunu sınıfımıza armağan etmişler
dir. Son on gündür anlattığım tarihi olaylar bugün gözünüz de
biraz canlanabildi, bir somutluk kazanabildiyse, bunu arkada
şımızın büyük emek ürünü bu haritasına borçluyuz.
"Yunus, dostum, elinizden nekadar iyi çizim geliyormuş!
Bu beceriyi nasıl edindiniz? A, öyle mi? Demek babanız grafik
çilerimizden ... Ah üzgünüm, ayrıca başınız sağolsun gerçekten.
Büyük kayıp. Hepimiz için. Soyadınızdan anlamalıydım. Sor
malıydım size. Üzgünüm, evet. Peki, Kütahya Lisesi, neden?
Babaannenizin yanında... Anladım, peki, başka sorum yok.
Evet, üzgünüm.
75 | {
"page": 75,
"source": "/content/downs/Adalet Aaolu_Romantik Bir Viyana Yaz.pdf"
} |
11 Arkadaşlar , bundan sonraki dersimiz Celali İsyanları, de
miştim. Ancak, ilk derste sizleri Osmanlı-Venedik ilişkileri üs
tüne bir sınavdan geçireceğimi belirteyim . Ona göre hazırlanın.
Demedi demeyin. Bu yoklamamda sizler bana elbette Venedik
nerede, kaç yılında kimindi, kaç yılında ne oldu, bunları anlata
caksınız. Fakat ben sizlerden şunu da bekliyorum : Venedik de
yince, o çağda hayalinizde nasıl bir hayat canlanıyor? İnsanlar
nasıl yaşıyor, nasıl giyinip kuşanıyor , neyle uğraşıyor, bunları
da bilmek istiyorum. Düş gücünüz le bir On Yedinci Yüzyıl Ve
nedik filmi çekmenizi bekliyorum. Tabii, Karlofça Anlaşma
sı'ndan sonra cesaretlenip pupa yelken Mora'ya kadar saldıran
bir Venedik hayal edeceksiniz. Ben kendi filmimi çoktan çek
tim. Bakalım sizinkiler nasıl olacak, karşılaştırır ız.
"Yunus, güzelim haritamızı sizin koruyuculuğunuza bıra
kıyorum ... "
lki Ay Sonr a
(Kütahya)
" ... işittim ki bir hanım kızımız, bizim tarih öğretmeni, bir
Venedik' e, bir de bilhassa Viyana' ya takmış, diyesiymiş. Orala
ra bir gitse, görse de kurtulsa, yoksa delirecek, diyesi... Haklı
dır. İnsan otuz yıl aynı tarih parçalarını anlatınca böyle oluyor.
Ayrıca benim Barok dönemin müziğine, resmine özel bir mera
kım var. Barok kentler, o tuhaf tantanalı hayatlar ilgimi çekiyor.
Bir yanda büyük gösteriş, bir yanda büyük bir sefalet. İnsanlar
savaşlarda, salgın hastalıklarda kırılıp kırılıp gidiyor, yine de
başta kendileri, vur patlasın, çal oynasın ... Bu çok dikkat çekici
gelmiyor mu sizlere? ..
11 A, Günay, sen saçını at kuyruğu mu bağlıyorsun artık?
Yunus zaten oldum olası bir kulağı küpeli. Ben böyle şeylerin
bozgun Doğu Bizans, dediğim İstanbul'umuzda göründüğünü
sanırdım. Demek, Kütahya'mız da ... Eh işte, her yerde birlik
beraberlik. .. Deli İstanbul' da olan neden burada olmaya, değil
mi ya? Eskiden bizim insanlarımız eğilimlerini, özel merakları-
76 | {
"page": 76,
"source": "/content/downs/Adalet Aaolu_Romantik Bir Viyana Yaz.pdf"
} |
nı açığa vurrnazlarrnış, gizli yaşarlarmış. Herkes hep aynı bı
yıkla, hep aynı saç traşıyla, hatta benimki gibi hep aynı kruvaze
ceketle görünürdü. Şimdi valla hoşuma gidiyor, gençler her
şeylerini, zevklerini, eğilimlerini açıkca ortaya vuruyorlar. Ne
o? İçinizde bu duruma kızanlar, homurdananlar mı var? Alışılır
baylar. Hayatta her şeye alışılır. Baksanıza, geçmişteki o kadar
kıyımı bugün yok sayabildiğimize göre?
"Sahi dostlarım, neden hep dış görünüşte cesur olunuyor
acaba? Neden saç sakal, giyim kuşarn daha cansiperane savu
nuluyor da, iç dünyalar, düşünceler bukadar bir heyecanla de
ğiştirilip dışa vurulmuyor? O konuda yeterli bir dayanışma
sağlanam ıyor, neden? İş bu soruya dayandı mı ortalıkta ya bü
yük bir sessizlik, ya her yan kan revan.
"Şimdi bakalım, Genç Osman neden öldürüldü? Çünkü
efendim, İkinci Osman, daha ta Birinci Viyana Bozgunu'ndan
sonra, Hotin seferi sırasında yeniçeri ordusunun bozulduğunu,
işe yaramaz hale geldiğini farketrnişti. Buna çare olarak da, bu
ordunun ıslahına, yani iyileştirilmesine karar vermişti. Ancak
kendisi, adı üstünde, çok genç idi. Bizim birçok değişimci, geli
şimci gencimiz gibi deneyimsiz, aynı zamanda sabırsız idi. Ha
zırlıksızdı. Kemikleşmiş bir ordunun değiştirilmesi, yenilenmesi
kimbilir kaç türlü taktik, beceri ister, değil mi? Kolay mı yüzyıl
ların içinde kök salıp yerine sımsıkı yerleşmiş, dünya aleme de
hep kuşatıcı, kurtarıcı ve koruyucu kılığında görünmüş bir or
dunun öyle pat diye başka bir ruha dönüştürülmesi? Genç Os
man da tabii, dediğimiz gibi, o güne kadar hiç yumruğuyla yo
ğurt yememiş bulunduğundan, karşılaşacağı çetin direnişten
habersizdi. Yeniçeriler onun reform niyetlerini öğrenince, kuşa
nıp saraya yürüdüler. Sultan Osrnan'ın, akıl hocalarının ve ya
kınlarının kellesini istediler. Saray da kapılarını ardına kadar
açıp, Buyrun işte kelleler, demeyince, bunlar Birinci Mustafa'yı
karga tulumba tahta çıkarhp -dernek tarih ·gerçekten bir teker
rürden mi ibaret canlarım? Şöyle bir başınızı çevirip etrafa, ya
kınlarınıza bakın-, ıı:e diyorduk, elleriyle Birinci Mustafa'yı tah
ta çıkartıp keman kaşlı, gül dudaklı, pembe beyaz tombul Os
man' cığı da sille tokat, çeşitli hakaretlerle Ye dikule zindanlarına
attılar. Burada, sanki kendiliğinden oluvermi şe getirip, hayalını
77 | {
"page": 77,
"source": "/content/downs/Adalet Aaolu_Romantik Bir Viyana Yaz.pdf"
} |
noktaladılar. Yıl, bin alh yüz yirmi ikidir , şaşırmayalım. Genç
Osman, artık buğday biçer gibi bir yeniçeri kılıcıyla mı halledil
di, zindanda boğularak mı öldürüldü, orasını çıkartamıyorum.
Bu konuda rivayetler muhtelif. Lakin arkadaşları m, şimdi sıkı
durunuz, kutsal sayılan Sultan'ın böyle saray beslemesi bir ordu
tarafından ortadan kaldırılması memlekette öyle yankılar yapı
yor ki, yıllarboyu devam ediyor , gelip bugünlere ulaşıyor . Ula
şıp da ne oldu, diyeceksiniz. Huylu huyundan vaz mı geçti? Yo
oo. Görünüşe bakılırsa, al dünü, vur bugüne. Fakat biz yine o
günlere gidersek, ne görüyoruz? Yeniçeri ordusu gerçekten de
bozulmuş, çürümüş. Öyle çok yiyip içmiş ki, şişmiş . Devlet büt
çesini emmiş bitirmiş. Sefer sefer üstüne ayrıca. Barışta ise bü
tün o paşalara, vezir vüzeraya yalılar , hanlar , hamamlar, bağış
lanan köyler , obalar ... İhsan. Resmen bağış yani. Allahın vekili
padişah bağışı. O zamanlar öyleymiş. Son model bir araba ba
ğışlanır gibi, bir yazlık konut tahsis buyrulur gibi, hektarlar ca
koruluk, ormanlık, başarılarınızın karşılığı, denip veriverilirmiş.
''Demek balık baştan kokmu ş. Kumandanlar , paşalar , gevşe
miş. Başı öyle gören ayaklar da, ne reformuyrnuş, neyimiz varmış
bizim eyy tüysüzler , deyüp, değişime karşı çıkmış . Ama daha
İkinci Osrnan'ın öldürülmesi üstünden otuz yıl bile geçmeden,
buyrun size İkinci Viyana bozgunu. Benim değişik kaynaklardan
öğrendiğime göre sevgili bayanlarını, baylarını, buradaki yeniçeri
ordusunun kumandanı Kara Mustafa Paşa, kentin kapısına daya
nıldığında, eh arhk gerisini nasıl olsa askerlerim halleder Allahın
izniyle, deyüp, Baden kaplıcalarının şifalı sularında cıp cıplarna
ya gidesi. Fakat ne diyelim, Allah izin vermemiş işte. O da bu se
fer bu başarısızlığının cezasını dönüşte kellesiyle ödeyecektir. Al
lah Osmanlı ordusunun yardımına koşmamış, ama o sırada Leh
Kralı Üçüncü Sobiyeski ve müttefikleri, Krakow' dan tam yirmi
bin askerle koşup gelip Habsburg İmparatorluk askerine yardım
etmiş. Yoksa, onlar gelene kadar Saray bayağı korkmuş, pılıyı pır
hyı toplayıp kent dışına kaçmış. Halk da tarlalara tepelere topla
nıp, defile seyreder gibi Osmanlı askerlerinin Viyana'yı kuşatma
sını seyre derlerm iş! Tam da Ağustos ayı. Sıcak. Kahlenberg Tepe
si ana baba günü. Yahu, ben sizlere şimdi bu tepenin Viyana'nm
neresine düştüğünü göstermeliyim ki, Hıristiyanlık elden gidi-
78 | {
"page": 78,
"source": "/content/downs/Adalet Aaolu_Romantik Bir Viyana Yaz.pdf"
} |
yor avazeleriyle buraya akan Cermen ordusu ne yandan gelmiş,
derken Leh ordusu bunlara ne yandan eklenmiş, bunlar böyle at
mış beş bin kişilik koskoca bir ordu edip Yeniçeri ordusunu ne
yandan kovalamış ve Tuna ne yana doğru akacağını nasıl şaşır
mış, şöyle gözlerimizde güzelce canlandırabilelim. Ah Yunus' cu
ğum, bir kere daha bin teşekkür, en azından işte karşımızda Viya
na. İşte bu da Osmanlı'nın çadır kurduğu tepe .. : Tuna, işte. Akma
Tuna akma ben bir dertliyim /Yar peşinde koşan kara bahtlıyım ...
"E, kolay mı canlarım, bütün o askerler, yıllaaar, yıllarboyu
sevdiklerinden, analarından, çocuklarından uzak, savaş mey
danlarında, yarı aç, yan tok. Dayan ha dayan. Şu savaşların gözü
körolsun. Kimbilir, bütün o ercikler öyle, çadır çötek oralarda, ke
mirir içimi bir sinsi firak diye diye ayrılık ateşiyle kavrularaktan ...
"Hayalci Hocanız yine coştu canlarım. Bir film sahnesi gi
bi, ne yaparsınız? Düşünün ki, bu kuşatmadan daha üç gün ön
ce bizzat İmparatorun kendisi Sonsuzluk Mabedi diye muhteşem
bir baleyi yönetmektedir. Bu gösteride perde dev bir dünya yu
varlağı üstüne açılmakta, bütün Habsburg sülalesi teker teker
altın tozlar içinde görünmekte, bu heykellerin sonuncusu, bir
den yeryuvarlağını bırakıp sahnenin önüne doğru gelmekte.
Heykel sandığımız, kanlı canlı, İmparatorun ta kendisidir; altın
işleme ipek kadife pelerinini şöyle bir savurtup sahne önüne
gelir; açılış bu şekilde tamamlandıktan sonra, baleyi yönetmeye
koyulur. Şimdi arlık sahneye her yanlan renkli taşlar, sırma
püsküllerle süslü filler dahil olur. Üstlerinde karayağız, yarıçıp
lak fil terbiyecileri; fillerin dansı başlar. Kırbaçlar şaklamakta,
alınları göğüsleri çiçek resimli, başları tuhaf serpuşlu baletler,
yani erkek balerinler fillerle adeta kadın cariyeleri gibi oynaş
maktadırlar. İmparator Birinci Leopold, bu dansın ateş dozunu
gittikçe yükseltmek istemekte, Avusturya-Macaristan İmpara
torluğu'nu temsilen sahnede bir billilr küre gibi parlayıp duran
dünyanın üstünde güneş hiç batmam akta, bale, rengin, müzi
ğin, zenginliğin, aşkın, tutkunun, efendilik ve köleliğin doru
ğunda seyretmektedir.
"Kilise dahi Viyana'ya has barok hayat biçimine uymuş,
bunu kendine uydurmuş bulunmaktadır. Kiliselerin tavan ve
duvarlarının neredeyse çırılçıplak kadın resimleriyle süslenme-
79 | {
"page": 79,
"source": "/content/downs/Adalet Aaolu_Romantik Bir Viyana Yaz.pdf"
} |
si izni o zaman çıkar; ressamlar kolları sıvarlar. Artık her yanı
boyamaktadırlar . Evleri, iç mekanları ... Hatta tabutlar bile çiçek
resimleriyle donatılır.
"Bir düşünün dostlarım, buna çok benzeyen bir barok, ülke
mizde şimdi, üç-dört yüz yıl sonra boygöstermemekte midir?
Televizyonda gördüğünüz törenleri, renkli basında sergilenen
düğünleri, ziyafetleri düşünün ... Evet, evet, tarih canlı bir şeydir.
"Ay ben nerelere açılıp gitmişim çocuklar. Günay kardeşi
niz oradan, "Zil... zil!" diye uyarmasa, canlı tarihin peşine takı
lıp kimbilir daha ne ... A, Günay, sen saçlarını ne yaptın dos
tum? Boyattın mı, ıslattın mı? Nedir öyle parıl parıl, cam gibi?
Ne? Ha öyle mi, demek jölelenince böyle oluyor? Ben de jöleyi
yenen, hani şöyle serin tatlılara konan bir şey sanırdım. Yok ca
nım, pekala yakışmış.
"Gelecek derste, Osmanlı'nın Hodin meselesine döneceğiz.
Çıkabilirsiniz sayın bayanlarım, baylarım. Yunus, sen kal. Ge
çen gün bana verdiğin şiirlerini okudum da ... onu konuşalım.
Evet? Ne var Gülsen kızım? Acele Müdür Bey mi çağırmakta?
Geliyormuş deyiver lütfen. Yunus, sen en iyisi akşama benim
eve uğra. Daha rahat konuşur uz.
"Pekala, dağılabilirsiniz.
"Hay Allah, göbeklendim yahu, ceketin önü zor kavuşuyor.
"Buyrun çıkın hepiniz; biraz çabuk olalım lütfen ... "
Altı Yıl Sonr a
(Kütahya)
" ... öğretmenliğimin kesintiye uğramadığı tek dönem, bu
radaki şu son altı yılım. Sizlerle, ikinci lise mezunu kuşağa
öğretmenlik ettim demektir ve artık emekli oluyorum sevgili
bayanlarım, baylarım. Bugüne kadar sürç-Ü lisan ettikse affo
la. Ağzımdan kötü bir söz çıktıysa, sizlere karşı kötü bir dil
kullandıysam, bilgide ve davranışlarımda yanlışlar yaptıy
sam, hoşgörüle ...
"Bu son yıl baktım da, aramızdaki yaş farkı büsbütün ge
nişlemiş, anlayışlardaki fark da beklenenin çok üstünde. Yine
80 | {
"page": 80,
"source": "/content/downs/Adalet Aaolu_Romantik Bir Viyana Yaz.pdf"
} |
de, siz kendi adınıza ne dersiniz bilmem, fakat ben, canlarım,
sizlere hiç bukadar yakın olmadım. Çünkü işte bugün sizler de
yeni bir hayalın başındasınız, ben de öyle. Öğretmen ve öğrenci
birbirine hiç bu denli benzememiştir.
"Bu dersin başında, içimde büyük bir kahkaha uçverdi.
Çığlık gibi bir şey. Kendimi tuttum; o kahkahayı ya da çığlığı
daha uygun bir zaman ve zemine sakladım.
"İçimde kopan, şiddetli bir fırtına, bir depremdi sanki.
Çünkü ansızın kendimi gördüm. Sabah akşam, sizden önceki
ler gibi sizlere de, otuz yedi yıldır Bizans, Venedik, Avustur
ya-Macaristan, Roma-Cermen, Hotin-Budin, Viyana, yine Vi
yana diye anlatıp duran, kafasından sürekli kaleler, kuleler,
kHiseler, katedrall er, saraylar, nehirler ve denizler geçen, ama
benliğini kuşatan sınırların üç adım ötesine geçememiş olan
kendimi ... Ben sizlere, bütün bu anlattığım İmparatorlukların,
sarayların müzelik hallerini bile gösteremedim dostlarım.
Kendim de, ne zaman Topkapı Sarayı'nı gezsem, ne zaman
Dolmabahçe Sarayı önünden geçsem, Ayvazovski tablolarının
o saray duvarlarına tuhaf biçimde yabancı kalışı gibi, kendi
tarihime de yabancı kaldığımı hissediyorum. Neden? Çünkü
ben de hep kendi hayalimdeki tabloları anlattım sizlere. Tek
tip tarih dersi kitabımızı kendi uydurmalarımla çeşnilendir
meye çalıştım. Ümidi zülfüne tutmuş idim velf bildim / O dahi
ömr gibi bivefa imiş ey dost diye beyitler, kasideler dizen ve gen
cecik yaşında öldürülen Cem Sultan'ın yediği son yemek aca
ba neydi, diye, tıpkı vurulan gençlerimizin, ünlü kişilerimizin
yakınlarına son sözleri neydi acep, sorusunu sorar gibi, merak
ettim, bu sorular peşinde uykularımı kaçırdım. Ümidi yüce,
sonsuz bildim; genç ve gür saçlarınızla bir tuttum, ama o da
ömrümüz gibi ölümlüymüş dostlarım, demek istemiyorum.
Umudumu diri tutmaya çalışıyorum, emeklilikte artık, anlata
anlata en fazla tutulduğum Venedik ve Viyana'yı mutlaka gi
dip görmeyi tasarlıyorum .
"Öğrencilerime de sık sık önerirdim. Ellerinden gelen oldu,
hiç gelmeyen oldu, isteyen, ilgilenen oldu, ilgilenmeyen oldu
ve aslında ilgisizlik zaman içinde epey arttı yaşadığımız top
rakları şöyle iyice bir tanımamız açısından.
81 | {
"page": 81,
"source": "/content/downs/Adalet Aaolu_Romantik Bir Viyana Yaz.pdf"
} |
"Bendeniz arkadaşl ar, her tatilde ülkeye bir ucundan yak
laşmaya çalıştım. Gidip, Yavuz Sultan Selim zamanında Bo
zok'lu Celal'in mehdiliğini ilan ederek binlerce taraftarıyla
patlattığı isyanın Yozgat'ını gördüm örnekse; bugününe, bu
günkü toplum hayatına, ekonomisine, eğilimlerine, dinsel
yaklaşımlara bakarak dünü, o isyanları kavramaya çalıştım;
buna çalıştıkça da bugününü daha iyi anlamaya başladım. Ya
da sevgili dostlarım, Erzurum Beylerbeyi Abaza Mehmet Pa
şa'nın Genç Osman kanını dava ederek-o zamanlar böyle ka
na kan davalar vardı, diye bugün yokolup gitmiştir sanmaya
sınız, kılık değiştirmiştir salt-ortaya bir isyanla çıktığı, ele ge
çirdiği yeniçerileri katlettiği, işkencelerden işkence beğensin
ler diye sürüyüp götürdüğü Erzurum yaylalarını. .. gezdim.
Tarih o zaman gerçekten diriliyor. Bizimse bu kapalı sınıflar
da, bunları, buraları gözümüzde daha rahat canlandırabilece
ğim filmlerimiz, slaydlarımız biryana, ayrıntılı duvar haritala
rımız bile olmadı.
"Üç yıl önce bu sınıfta Yunus adlı bir arkadaşınız vardı. Şi
ire, çizgiye eli yatkındı. İyi resim yapardı. Tuhaftı, ama yete
nekli bir genç dostumuz ... O bize, tarihini anlattığımız her ye
rin, her döneme ait geniş, güzel haritalarını çizmeyi alışkanlık
edinmişti. İşte benim sizlere üstünde ders anlattığım, artık çok
eprimiş bu haritalardır hala... Çok eski yıllarda adını dahi
unutmadığım Asaf diye bir öğrencim vardı, o da bize topto
parlak bir su kabağı üstüne dünyayı nakşetmişti. Kim orada?
Niye gülüyorsunuz bakayım, su kabağı tabii ya ... Ona gülmü
yor musun Osman? Ya neye? Ne derlerdi Yunus'a? Kız Yunus
mu derlerdi? Sebep? Küpesi mi? Kulağının birindeki küpe ...
Ha evet. Tuhafsınız arkadaşlar . Görünüş insanı her zaman ya
nıltır. Ama diyelim ki yanılmadınız, size ne? Bak beni iyi dinle
karakaş oğlum, şimdi artık her yerde binlerle, yüzbinlerle deli
kanlı saç uzatıp küpe takınmaktadır. Bunu belki de her yanı
fazla 'erkek adam' doldurduğu için yapıyorlar, belki yiğitliğin
yüzünü değiştirmek, mesela başkalarının çok özel hayatına
burun sokmamanın yiğitlik olduğunu göstermek istiyorlar.
Belki insanın farklı olabilme hakkını savunuyorlar? Ya sen be
nim sarıkafa oğlum, sen niye kikirdiyorsun ha? Yunus'u unut-
82 | {
"page": 82,
"source": "/content/downs/Adalet Aaolu_Romantik Bir Viyana Yaz.pdf"
} |
madım, evet; unutmak mı gerekiyordu? Hepimiz için fazladan
bir şeyler üretmiş, belki biraz tuhaf, öfkeli, ama yetenekli, ve
rimli bir arkadaşı unutsak ayıp olmaz mı? Tarih ne için öğreni
lir çocuklar?
"Ne? Eh evet, belki bunda da sen haklısın Osman'cığım.
Arlık bu benim son dersim olmasaydı, bugüne kadar başkaları
nın 'kız', seninse şimdi 'karı' diye daha şeddeli nitelediğin Yu
nus konumunu belki bukadar açık savunamazdım, evet efen
dim, korkardım.
"Hiçbirinizin benden korkmasını istemedim. Karşılıklı say
gımız olsun istedim. Çünkü, benden öğreticilik bekleyenler ,
kendilerinden korkmamı da beklemişle rdir.
"Arlık ayrılıyoruz. Sizlere bakıyorum. Bakıyor, her şeye
karşın kendi kendime şöyle diyorum: Ah ne tuhaf, şu bizim
okullarımızda sınıflar, kitaplar, giyim kuşamlar tek boyut, tek
renk, tek biçim, ama çocuklarımızın saçları, gözleri, rengarenk
tir. Kiminiz kara gözlü, kiminiz mavi; kimi kumral, kimi siyah
saçlı; kiminiz hatta kızıl, kiminiz saman sarısı ... İçinizde Kızıl
derili gibi, bakır tenli olanlar da var. Kiminiz ince uzunsunuz,
kiminiz tıknaz, bodur. Çok sıska olanlar ile pek tombullar ...
Ama ne yazık, dıştaki farklılığı biz düşüncelerde ve duygular
da pek göremiyoruz. Yaşama biçimlerimizde göremiyoruz .
Hatta insanlar, yapılarındaki farklılığı bile yaygınlaşan saç bi
çimleri, giyim kuşamlar içinde silikleştiriyor, yokediyorlar. İlle,
herkes ne yiyorsa o yenecek, ne giyiyorsa, o giyilecek, ne yapı
yorsa, o yapılacak. Bence sizler, kendini böylece silen, yokeden
ler çoğunluğu değil, kendini varederek o varlığı, kişiliği savu
nanlar çoğunluğu olmalısınız, bilmem ki anlatabildim mi sev
gililerim? 'Kaderinizi' değiştirmelisiniz.
"Görüyorum, sıkıldınız.
"Zaten artık "Elveda" demenin zamanı.
"Hiç değilse ben, bundan böyle kendi kaderimi değiştirme
ye çalışayım. Viyana'yı hala görememiş bulunmaklığım bir
alın yazısı değildir ya?
"Bu arada, hiç kuşkunuz olmasın, o büyük, görkemli ve
sırlarla dolu aşk kahramanlarının birlikte intihar ettikleri Ma
yerling av köşkünü de göreceğim. Son defa baş koydukları yas-
83 | {
"page": 83,
"source": "/content/downs/Adalet Aaolu_Romantik Bir Viyana Yaz.pdf"
} |
tıkta Barones Vetsera'nın kurumuş gözyaşlarına bakacağım.
Henüz on yedi yaşındaki Mari Vetsera ile Arşidük Rudolf'u,
onların aşklarını, son gecelerini düşünürken, ölümden az önce,
köşkün yemek salonunda intihara sahiden birlikte mi karar
vermişlerdi, diye yeniden yeniden soracağım; orada, akşam ye
meğinde ne yemiş olabileceklerini de bulmaya çalışacağım. Ba
na gülebilirsiniz, fakat bu kafamı çok kurcalayan bir soru. O za
manlar düklerin, baronların, sultanların, prenslerin yemek lis
teleri akıllara durgunluk verecek çeşitliliktedir. Bizim Osmanlı
sarayındaki normal iftar sofraları da bunlardan aşağı kalmazsa
da, Arşidük Rudolf'la Mari Vetsera'nın intihar öncesi sofrala
rında neler bulunduğunu öğrenmek benim en büyük tutkula
rımdan biridir. Ne yediler, ne içtiler? İştahları yerinde miydi,
değil miydi? İnsan buna bakarak bile, bir ölümün intihar mı, ci
nayet mi olduğunu anlayabilir? Ya da fazla yemekle çılgınlık
arası mesafenin çok kısa olduğunu ... Ah, tarih! Saraybosna' da
vurulan Arşidük Ferdinand'ı alalım mesela ... Onun kanlı üni
forması, bir müzede ....
"Özür dilerim, uzattım.
"Ders bitti, genç dostlarım!
"Hayalci Hocanız sizlere, geniş ufuklu günler, merak dolu
bir gelecek diliyor.
"Ooo, çok teşekkürler Ruhi' ciğim, hepinize çok teşekkür
çocuklar. Nekadar duygulandım. Gümüş çerçeve içinde son sı
nıfımızın grup fotoğrafı . Sizler ve ben ... Neredeyse ağlayaca
ğım. Fakat hele şu benim halime bakın, kruvaze ceket amma da
daralmış !. Yok canım, ben genişlemedim tabii, o daraldı. İşte
saçlarım da dökülmemiş, ne ak var, ne bi şey ... Oh çok şükür,
sizleri böyle gülümsettim ya ...
"Haa, bu arada, bu akşam değerli edebiyat öğretmeniniz
Nesrin Hanım'ın, emekliye ayrılışım dolayısıyla hazırladığı
sofranın konuğu olacağım. Arkamızdan dedikodularla Nesrin
Hanım'ı üzücü şeyler olmasın diye, siz çocuklarımı da bu fo
toğrafla masanın üstünde bulunduracağım.
"Sizin de hayatınız ve tertemiz dostluklarınız hiç kirlenme
sin canlarım.
84 | {
"page": 84,
"source": "/content/downs/Adalet Aaolu_Romantik Bir Viyana Yaz.pdf"
} |
" Vakit azaldıkça çoğalmam gerekiyor
Hemen yetişmeliyim kaçan taşıtlara
Yaşansın son bir anılar
Zaman yok bir daha
demişlerdir has bir şairimiz. Anlayana.
İnsan yaşlanınca yollarda kalıyor
Yaşansın kendimi atacağım odalarda.
"Çıkabilirsiniz, sevgili çocuklarım.
"Hayır, rica ederim, önce sizler, her zamanki gibi.
Buyrunuz, geçiniz. Geçin ... "
85 | {
"page": 85,
"source": "/content/downs/Adalet Aaolu_Romantik Bir Viyana Yaz.pdf"
} |
IV.
Hayatın Kumarı
"Demek burada da yazıyorsunuz?"
Başımı kaldırdım, oturduğum masanın boş yanında, kar
şımda duran yüze baktım. Tanımıyordum. Kibar kibar gülüm
süyordu.
Şaşkındım. Burada, üstünde doğup yaşlandığım topraklar
dan çok uzaklarda, semt sakinlerinden başka kimsenin de pek
uğramadığı bu kır lokantasında bana anadilim ve adımla hitap
eden kişi kim? ·
Hayır. Hiç tanımıyordum o yüzü. O anda, Yirminci Yüzyıl
başlarında Sarayevo'da vurulan Arşidük Ferdinand'ın yüzü bile
bana daha tanıdıktı. Habsbutgların son temsilcilerinden İmpa
rator Franz Jozefin acıları da. O kadar yufka yürekli imiş ki,
monarklığı hiç becerememi ş. Hoş zaten çağ da artık hanedanla
rı, imparatorları falan takacak çağ değil. Hepsi bir bir yıkılmış,
yıkılmakta ... İşçi hareketleri bir yanda, anarşist eylemleri, sui
kastler bir yanda. Bugünkü gibi neredeyse herkes bir cumhuri
yet olana kadar baş ayakla, ayak başla: didişip durmakta ve ina
nılır gibi değil, hala ırk ve din kavgaları ortalığı kasıp kavur
makta; Almanı, Macarı, Çeki, Slovakı v� Romanı, herbirinden
de birkaç bi� adet Yahudisi, çigan.:.çengi, veba-tifüs bir arada ya
şayıp gitmiş Avusturya-Macaristan toprakları sen sen, ben ben
kavgasına tutuşmuş bulunmaktadır .. Bu durumda, duyarlı ve
dertli İmparator da, h�r sabahın altısında bir tiyatro sanatçısı
86 | {
"page": 86,
"source": "/content/downs/Adalet Aaolu_Romantik Bir Viyana Yaz.pdf"
} |
olan metresinin kapısını çalarak ona içini dökmektedir. Nasıl
dökmesin ki? Yapayalnızdır. Koskoca imparatorluktan ortalarda
kimse kalmamış gibidir. Pek sevgili karısı, Güzel Elizabet, Sissi,
diye de anılan Kraliçe Elizabet, biraz kaçırmış, ruhu çok bunal
dığı için sık sık Viyana' dan ayrılıp Avrupa'nın orasında burasın
da dolanır olmuştur. Kardeşlerinden Maksimilyen, Meksika' da
vurulmuş tur. Yeğeni Arşidük Salvador da tuhaf bir adam çık
mış, İmparatorluk ailesiyle bütün bağlarını kopararak Güney
Amerika'ya yelken açmış, kimseler izini bulamasın, diye de adı
nı Johann Orth olarak değiştirip, oralardaki Viyanalı bir tüccarın
kızıyla evlenmiştir.
Bukadar olsa iyi. İmparatoru daha da büyük acılar, yıkım
lar, yalnızlıklar beklemektedir. Varisi, oğlu Rudolf, -herkesin
pek iyi bildiği gibi-Mayerling' de, sevgilisi Barones Mari Vetse
ra ile birlikte intihar etmiş, intihar nedeni ya gizlenmiş, ya bir
giz olarak kalmışhr. Derken, Viyana Operası'nın mimarı Van
der Null, eseri Viyanalılar, özellikle de İmparator tarafından
çok eleştirildi diye kendini asmış, burasını birlikte tasarladıkla
rı mimar arkadaşı, olayın sarsıntısıyla fücceten vefat etmiş, bü
tün bunlardan da fazlaca etkilenen Fran21 Jozef ise, suçluluk
duygularına kapılarak eleştirilerinden pişmanlık duymuş, de
rin üzüntülere garkolmuş, sonuçta, bir kararname ile, her nebi
çim altında olursa olsun sanat eserlerinin eleştirilmesini yasak
lamıştır. Ondan sonra kendisi de, kim neyi nasıl yaparsa yap
sın, "Pek güzel olmuş, memnun kaldım," demeyi bir alışkanlık
haline getirmiştir.
Fakat, Tanrının ve halkının karşısında bukadar alttan al
makla İmparatorun acılarının dinmesi şöyle dursun, çektikleri
ne daha da beterleri eklenmiş, sevgili Elizabet'i Cenevre' de bir
anarşist tarafından vurulmuşt ur. Çok geçmeden Sarayevo sui
kasti vuku bulmuş, uluslar savaşı patlamış, şaşkınlıktan şaşkın
lığa düşüp dili tutulan Franz Jozef, savaşın ikinci yılında gözle
rini içinde yaşadığı operalar ve cinayetler dünyasına kapamış
tır ki, işte ben, tam o sırada bir yandan arabasında vurulan Ar
şidük' ün kanlar içinde yana devrilişine, "Aa, Ay, Ayy!" demek
te, öte yandan da, sarayında neredeyse tek başına ölen Franz
Jozefin gözkapaklannı ellerimle örtmekte, örterken de: Bitti,
87 | {
"page": 87,
"source": "/content/downs/Adalet Aaolu_Romantik Bir Viyana Yaz.pdf"
} |
artık hiç üzülmeyeceksiniz işte, demeye hazırlanmaktaydım.
Üstelik uzunca bir sosyal demokrat dönemden sonra, şu olan
lara bakın.
"Uzun süredir şurada oturmuş, size bakıyordum. Ülkemin
bir yazarı. Hemen tanıdım; çalışıyordunuz, fevkalade kaptır
mıştınız, bölmek istemedim, ama ... "
Sanki bir korunma duygusuyla, masada, önümde duran
defterimi çarçabuk kapatıvermi ştim. Her fırsatta başına çöküp
ne işe yarayacağını bilmeden sürekli notlar aldığım defterim. O
zamanlar, böyle binde bir de olsa, hala elle yazı yazanlar bulu
nurdu; görüldüğü gibi ben onlardan biriydim, ama antikalı
ğımdan utanmıştım doğrusu. Defterimin kapağını öyle bir ka
patış kapatmıştım ki, bu sefer de o hareketimden utandım. Giz
li gizli şiir yazan lise öğrencilerine benziyord um. Ya da tarihçi
nin dersinde amiral battı oynayan yeniyetmelere ...
Bana böyle suçüstü yakalanmışlık duygusu veren kimse,
kırk-kırk beş yaşlarında, hafif kır saçlı, yanık tenli bir adam.
Gözlüklü. Okumuş yazmış halli. O dönemde böyle okur yazar
tiplerine de arada sırada rastlanırdı. Ama benim sandığımdan
da yaygın olmalıydılar. Baksanıza, elin memleketinde ben bile
beni tanıyan birine rastlamıştım! Üstünde tertemiz bir tişört
vardı, bacaklarında iyi marka kot pantalon. Tarihin bu kesimin
de kot, kalitesi ne olursa olsun, genç yaşlı, herkes için yarı üni
forma gibi bir şeydi.
"Kitaplarınızı biliyorum efendim. İzin verir misiniz, otura
bilir miyim? Size bir şarap da ben ısmarlayabilir miyim?"
Hangi yazar, büsbütün de okunmaz, bilinmez biri olmadı
ğını kanıtlayan böyle bir okur karşısında eğilmez ki? Elim aya
ğıma dolanmıştı. Hemen neredeyse, bir kapıyı açıp, onu önden
buyur etme hevesindeymişim gibi, şöyle ayağa kalkmak üzre
kımıldanmıştım. Karşımdaki terbiyeli terbiyeli beni önledi:
"Lütfen rahatsız olmayın ... "
Güneş çoktan silinip gitmiş. Günbatımının ayak izleri toz
pembelikler bile patlıcan moruna dönmüş. Ortalıkta hoş birse
rinlik var. Anita, Wiltschko'ların bahçe lambalarını henüz yak
mamış. Fakat, annelerle babalar çocuklarını alıp gitmiş. Bahçe
de artık yalnızca okurumla benim mırıltılarım ... Ormandan üs-
88 | {
"page": 88,
"source": "/content/downs/Adalet Aaolu_Romantik Bir Viyana Yaz.pdf"
} |
tümüze hışırtıyla gelen esintinin ortalığa bir şeyler fısıldaması
gibi. Haa, Wiltschko'lar mı? Önümüzde uzanıp giden bağların,
bu bahçenin, içtiğimiz şarap kavının sahibi aile işte. Ancak, ben
hala nerede bulunduğumu, zamanın hangi dairesinde oturdu
ğumu anlamaya çalışırken, karşıma yerleşen terbiyeli adam da
Anita'yı aramaya koyulmuştu. İçimden, çok beklersin, şimdi
Anita'nın yemek saati, kırk dakika sonra ancak görebilirsin
onu, diye geçiriyordum. Burada, hangi saatte ne olur, tanımadı
ğım kişiden daha iyi bildiğimi düşünüyordum. Hatta ona yar
dımcı olmaya hazırlanıyordum, oysa Anita çoktan masamızın
yanında bitmiş, önümüze birer bardak şarap bırakmış, boşları
almış, ona dost gülümsemelerle yiyecek bir şeyler de isteyip is
temediğimizi soruyord u. Sekiz haftadan fazla bir zamanda ne
olsa ben bile, hemen hiç bilmediğim bir dilde çat pat bir şeyler
anlamaya başlamıştım. Bazı sabahlar şehre, pardon, kente in
mez, ormanda uzun yürüyüşler yapardım. Kuşların, böceklerin
sesine, ağaçların hışırtısına, bir ağaçkakanın tak tak gaga vuru
şuna, önüme tık diye düşen bir palamut meşesi, bir at kestanesi
sesine ıslığımla katılmaya çalışır, bu işte ısrar ettiğim zamanlar,
kendimi hafifçe Schubert olmuş sanırdım; hani sanki şakakla
rımda favorilerim, boynumda fularım, . üstümde kadife yakalı
redingotum, bir elimde bastonum, ötekinde silindir şapkam
vardır ve dudaklarımdan çıkan notalar önümsıra kelebekler gi
bi uçuşmaktadır; süpürge çöpünün ulaşamadığı menzile nota
larım ulaşacak, beni peşinden koşturan neyse, onu bulup önü
nü kesecek, melodimle büyüleyecek, bulunduğu noktadan kı
mıldayamaz edecekti.
Bu hayallerle öyle yorgun düşerdim ki, dönüşte yine
Wiltschko'ların bahçesine uğrar, dinlenirdim. Garson kıza çev
reden, Anita, diye seslenildiğini bilirdim. Ama kendim onu bir
kere bile böyle çağıramamış, ikide bir, "Madmaze l..." deyip
durmuştum. Bu bana İngilizce, "Mis ... " diye seslenmekten da
ha ince, saygılı gelirdi. Adını hala bilmediğim sevgili okurum
ise genç kıza kırk yıllık dostu gibi davranıyor, Anita şöyle, Ani
ta böyle, deyip duruyordu; onunla şakalaşıyordu. Ne seçilebile
ceği konusunda hiç bocalamadan birtakım soğuk, sıcak yiye
cekler ısmarladı. Garson kız, yine çat pat çıkarabildiğim kada-
89 | {
"page": 89,
"source": "/content/downs/Adalet Aaolu_Romantik Bir Viyana Yaz.pdf"
} |
rıyla, "Kendini bir daha bukadar özletmemen için özel bir şey
getireceğim," diye uzaklaştıktan sonra ise bana:
"Size sormadan ısmarladı ğım için hoşgörün, efendim," de
di. "Sevmediğiniz şeyler olursa, yemezsiniz ... "
"Zahmet ediyorsun uz."
"Rica ederim. Siz beni masanıza kabul buyurduktan sonra.
Burası bizim insanlarımızın bilmediği bir köşe. Kentten de
uzak. Sizi görünce, tanıyınca yani, sahiden şaşırdım. Yeni bir
kitap mı yazıyorsunuz? İstemezseniz yanıtlamay ın. Bu yakın
larda mı oturuyorsunuz?"
Ona, aşağıdaki süpermarketin birkaç sokak yukarısında bir
evde kaldığımı, haftalardır bu kentte yaşadığımı, herbir yanda
dolanıp durduğumu, havanın zaman zaman çok bunaltıcı bir
hal aldığını, bitkinleştirdiğini, yine de kokusunu duyduğum,
fakat elimle tutamadığım bir şeyin peşinde olduğumu, bu tut
kulu arayış ateşinin içime birkaç yıl önce Londra' da düştüğü
nü, o gün bugündür beni yakıp kavurduğunu, olmadık yerde,
olmadık zamanlarda karşıma çıkan hayaletlerin, veba çukurla
rının, din savaşlarının, suikastlerin, fil balelerinin, kulelerin,
zindanların, opera ve cinayetlerin, intiharların hayatımı kara
basana çevirdiğini, tarihe bir Ortaçağ sonrası barokunun çılgın
lık gölgeleri düşüyorsa bile, bu gölgeler arasında kruvaze ce
ketli, efendi ve matruş yüzünde her seferinde seçilen gülümse
yişe, böyle bir gülümseyişle kendisi için açtığı kapılardan basıp
geçenlere, basıp geçenlere, kapı kanadı elinde, yolverişine bakı
lırsa aynca da romantik demekte bir sakınca görmediğim kim
senin ne aradığını sormadan edemediğimi, böylece üstümdeki
karabasan ağırlığının daha da arthğını yarı kekeleyerek söyle
meye çalıştım. Söylediklerimden hiçbir şey çıkaramayacağ ını
düşünüyordum, ama bunda da yanılmışım:
"Ah, anlamıştım! Siz yeni bir kitap yazma peşindesin iz!"
dedi sakin sakin. O kadar yatıştırıcı bir edası vardı ki, bu sefer
de bir deliye nasıl davranılmak gerekirse, öyle davrandığı kuş
kusuna kapıldım. Değerli okurum karşısında irtifa mı kaybedi
yordum yoksa?. Onu şöyle bir tartma amacıyla:
''Yazdıklarımın aradığım şeyle hiçbir ilgisini göremiyorum
ama," demiştim ben de ona.
90 | {
"page": 90,
"source": "/content/downs/Adalet Aaolu_Romantik Bir Viyana Yaz.pdf"
} |
Sesim kulaklarımda titrek, bitkin hnlıyordu. Resmen acı çe
kiyordum. Her şey avuçlarımdan kayıp gitmişti. Yazı denilen
şey tarihe gömülmek üzereydi. Söz, gittikçe kısalıyordu. Geride
sadece kodlar kalmaktayd ı: YDP-PHC-PHS-BP-UNO -FAO-İT
FA-AHC-RTI-NBSl-ISBN ... Hatta bunların yerini de işaretler,
çizgiler, resimler almaya başlamıştı. Hiyeroglif yazısı gibi yazı
lar türüyor, 'Kadın' demek için mesela, bir yuvarlak, ona bitişik
artı işareti çizmek yetiyordu. Aksi gibi benim elimden de hiç
çizgi çizmek, resim yapmak gelmiyordu. Harita bile çizemiyor
dum, durumum gerçekten umutsuzdu. Kendimi herhalde bu
nun için Franz Jozefe yakın duymuştum. İnsanları kitap oku
muyorlar, yazıyı unuttular, diye eleştirmekten, çocukların bü
tün gün sokaklarda top peşinde koşmalarını ya da ellerinde pil
li dıt dıtlamal arını gelecek adına doğru bulmadığımı ifadeden
çekinir olmuştum. Çünkü bu tür eleştiriler ya bir kitabevi yan
gınıyla sonuçlanıyor ya da anneler babalar çocuklarının trafik
kazasına kurban gidişinden sizi sorumlu tutmaya başlıyorlardı.
Her eleştirinin yanıtı yıkım ve ölüm olacaksa, "Pekala, pek gü
zel, her şey iyi, memnunum," demeyi, kafamı boşu boşuna ta
rih dersleriyle yormamayı öğrenmel iydim. Yoksa ben de bir
metres tutmalı, sabahları gözümün çapağını ayıklaya ayıklaya
ona içimi dökmeye mi gitmeliydim? Ama benim geride ona bı
rakacak atım arabam, mücevherlerim falan da yok ki, içdökme
lerimi niye dinlesin? Nerede öyle bedava aşklar? Hadi onu da
geçeyim, anahtar deliğini örttükleri Üğıtta bir gedik açan sü
pürge çöpü nerede kaldı, Sultan Cem ve Itri nerede ey dost,
Üçüncü Selim nerede, liselerde okuduğumuz onca tarih dersi
ve Cumhuriyet nerede, yeni yeni kurulan din ve kabile impara
torlukları Halep'te ise arşın nerede, arşın orada ise Barok nere
de; o da Belveder'de falan ise, Graben'la Kartner'ın hayhuyu
ortasında ben neredeyim?
Sık sık soluğum kesiliyordu. Bir defasında, işte sözünü etti
ğim zaman Londra' da Hyde Park köşesinde de soluğumun içi
me tıkılıp kaldığını hissetmiştim, ama hadi o zaman önümsıra
hamburgerciye doğru koşan iki yeğenime yetişmek zorunday
dım. Ya bu kentte, o bahçede, tarihten silinmeye yüztutmuş bir
defterin başında oluşum hangi zorunluluğun sonucu?
91 | {
"page": 91,
"source": "/content/downs/Adalet Aaolu_Romantik Bir Viyana Yaz.pdf"
} |
Masanın öteki ucundan bana yahştırıcı tebessümler gönde
ren terbiyeli okur tarafından gerçekten de suçüstü yakalanmış
gibiydim. Öyle ya, ne arıyordum buralarda? 'Bizimkilerin bil
mediği 'ötekiler' köşesinde ne işim vardı? Hala adını bile öğre
nemediğim bir adamla şarap içiyor, onun bana ısmarladığı ye
mekleri tatmaya hazırlanıyordum. Tedirginliğim arhyordu. Ta
nımadığım kimselerin hayatları üstüne soru sormaktan hiç hoş
lanmayışım, buna heveslensem de beceremeyeceğimi bilmem
ise soluğumu ayrıca hkıyordu. Fakat, hoş, terbiyeli ve cömert
okurum beni bu sıkınhlarımın hiç değilse birazından kurtarı
verdi:
"Önce izninizle kendimi tanıtayım. Bunu çoktan yapmalıy
dım, şaşkınlığıma, heyecanıma verin. Adım Asaf. Münih'te ruh
doktorluğu yapıyorum ."
Demedim mi? Bir deliyi yatışhrmaya çalışır gibi sakin gö
rünüşü hurdan geliyor işte! Adı Asaf mış. Bu ad da bana hiç ya
bancı değil. Büyütmemeliyim, Asaf, yaygın bir ad. Her yerde
geçebilir ... Yine de, bu Asaf adıyla başka, özel bir yakınlığım ol
muş gibi bir duygu içindeydim.
Asaf, babası dar gelirliler sınıfından olduğu için, ülkede
Tıp Fakültesi' ni hayli güç koşullarda bitirebilmiş. Tam da son
sınıfa geldiğinde, neredeyse her şey boşa gidecekmiş. Kargaşa
dönemi ... "İşte o bildiğiniz dönemler, olaylar ... " diyordu. Üstü
ne ezik büzük bir hal gelmişti:
"Babam beni okutmak için o kadar sıkınh çekmişti ki, bir
ucundan öğrenci hareketlerine karışhm diye neredeyse utanç
duyacakhm. Böyle hissettim diye, bu sefer de kendimden utan
mışhm. Babam, ek mesai falan, yine destek verdi. Tarihimizde
böyle babaların bulunduğu dönemler vardı, değil mi? İnsan,
çocukları olarak her zaman onlara borçluluk duyar, ömürler de
üstüste binen borçlarla biter giderdi. Babam, 'borç ödeme' töre
sinin ortadan kalkışını göremedi. Ben Tıpta bir değil, iki yıl
kaybettim. Ortalık biraz durulur gibi olunca, geceleri şurda
burda çalışarak, karpuz sergilerinde karpuz satarak fakülteyi
sekiz yılda bitirdim."
Arlık sokak işlerinde çalışmaya, barlarda barmenlik yap
maya alışmışmış, ama bu sefer de annesi, herkes babadan kalan
92 | {
"page": 92,
"source": "/content/downs/Adalet Aaolu_Romantik Bir Viyana Yaz.pdf"
} |
'mirası' tek başına yiyor, oğluna hiçbir şey koklatmıyor sanacak
diye, iki gözü iki çeşme ağlayıp duruyormuş. Utanıyormuş da.
Asaf, aynı 'küçük işleri gözlerden ırak yerlerde, yurt dışında
yaparsa, annesinin içinin rahat edeceğini düşünüp bir rastlantı
sonucu Viyana' ya gelmiş. Yine bir yandan barmenlik, bulaşıkçı
lık, öte yandan üniversite derken, ihtisasım, öyle rastgitmiş,
ruhbilim dalında yapmış. Profesörü tarafından çok seviliyor
muş. Onun sağladığı bursla bir ara Amerika' ya gitmiş, Ohio' da
bir hastanede çalışmış, derken orada kalmaya karar vermiş. Ye
ni dünyada o sıralar o kadar çok insan ruh doktorlarının kapı
sını çalıyormuş ki, bayağı iyi kazanmış. Hatta annesine deniz
kıyısında bir yazlık bile almış, onu mutlandırmış. Sonradan
profesörü kendisini geri, Viyana'ya çağırmış. Yardımcıya ihti
yacı varmış, Asaf' a çok güveniyormuş.
"Derken, aynı profesörüm Münih'te önemli bir hastanenin
başhekimliği için davet alınca, beni de yine yanında istedi. O
kadar çok iyiliğini gördüm ki efendim, ona 'olmaz' demem
mümkün değil. Burada evlenmiştim. Bir de kızım oldu. Karım
Avusturyalı. O da doktor. Çocuk doktoru. Daha doğrusu, do
ğum öncesi DNA'ların durumuyla ilgili bir branş ... Prof.'um
Münih'te ona da iyi bir laboratuvarda iyi bir post sağladı. Kalk
tık gittik. Burdaki evi kapamadık. Çünkü, sık sık gelip gidiyo
ruz. Karımın ailesi burada. Onlar On Dokuzuncu Bezirk' de
oturuyorlar , kentin kuzeylerinde ... Hemen her Noel tatili geli
riz. Başka her fırsatta geliriz. Onun için evi olduğu gibi bırakı
yoruz ... " diye anlatıyordu.
O anlatırken gözlerimin önünden çeşit çeşit film kareleri
geçiyordu. Doktor Asaf'ı kah kara kaşlı, kara gözle bir lise öğ
rencisi olarak, babasının tayinen gittiği Anadolu şehirlerinden
birinin lisesinde habire meydan savaşlarının tarihlerini ezber
lerken görüyor, kah Bebek'in barındaki barmene benzetiyor,
kah bütün yaz Maslak yolunda bir karpuz sergisi başında diki
len çocuk sanıyor, sonra, ansızın, onun bunların hiçbiri değil
de, geceyarısı bindiğim bir takside, 11 Araba benim değil, ama
geceleri ben çalıştırıyorum efendim, okuyabilmek için ... " diyen
ve o tarihlerde eşine artık çok ender rastlanmaya başlanan düz
gün şiveli, nazik, arabanın teypinde de, o da müşterinin iznini
93 | {
"page": 93,
"source": "/content/downs/Adalet Aaolu_Romantik Bir Viyana Yaz.pdf"
} |
aldıktan sonra, hafif hafif Arnold Schoenberg Telli Çalgılar
Trio'su çalan delikanlı olduğunu düşünüyordum. "Evimizi ka
patmadık," derken, sesinde bir ürperti, yüzünde bir ışılh beliri
yordu. Besbelli orası, huzur köşesiydi; 'borç duyguları'ndan
arınıp emeğine saygı duyabildiği köşe. Hatta bir çeşit gurur.
Ama doğrusu bu gururu ele vermeyecek kadar da iyi eğitmişti
kendisini. Her yanından alçakgönüllülük akıyordu. Bu da tari
he karışıp gitmiş bir şey değil miydi? Kimbilir, belki ülkede
gün gün azalan, azala azala yeni bir azınlık grubu oluşturan,
orada bile birbirinden habersiz duranları öyle bırakıp gidenler
den biri olduğu için suçluluk duyuyordu.
Ne olursa olsun, artık benim de doktora bir soru sormam
gerekmiyor muydu?
"Eviniz şehrin, pardon, kentin ne tarafında?" diye sordum
ben de.
"Buralarda. Aynı Bezirk' de, yani bölgede," dedi.
Eliyle kır lokantasının üstünde bulunduğu caddenin gü
neybatı ucunu gösterdi:
"Şurada, Mauer' e inen sırtta ... "
Oralarda da çok dolandım ben. Aradığımı bulmaktan
umudumu kestiğim halde, salt güneyden esen rüzgarın fısıltısı
nı dinleyerek, bu fısıltıların içimdeki düğümü çözeceğini bekle
yerek üzüm bağlarının aralarındaki yollarda dolanıp durdum.
Evlerden bazılarını çok beğenmiştim. Hele birinin, kimin acaba,
diyerek eğilip kapı levhasını okuyacaktım. Utanmıştım. Sonra,
ya pencereden biri görürse, ya bir köpek havlayarak üstüme
saldırırsa, ya kapı pat diye açılıverirse? .. Açılıp karşımda bu ay
nı okuru bulmam amma hıhaf olurdu haa! Doğru ya, hayat bir
kumar değil de neydi sanki?
Aklımdan ne geçtiğini mi anladı; sanki iç sesimi yankılı
yordu:
"Ah efendim, hayat sahiden bir kumar! Yaşamımızda rast
lantıların önemi çok büyüktür. Size burada rastlayıvermem ...
Düşünüyorum da ... Okuduğum bütün romanlar sahici bir baş
langıçla bitsin isterim, diyen birinin öyküsünü yazmıştınız, onu
unutamıyorum. Bakın işte, bu karşılaşmamızın başlangıcı da
çok sahici. Rastlantı çünkü ... Ah evet, rastlantılar ... "
94 | {
"page": 94,
"source": "/content/downs/Adalet Aaolu_Romantik Bir Viyana Yaz.pdf"
} |
Onun ruh doktoru oluşu bile bir rastlantı sonucuymuş. As
lında göz doktoru olmak istiyormuş. Okumayı çok sevdiği, eski
oymacılar gibi yazarlara ayrı bir saygısı bulunduğu için, bu tür
işlerle uğraşan kişilerin önünde sonunda gözlerinin bozulaca
ğını, böylece de kendisine onları iyileştirip yardımcı olma onu
runun düşeceğini hayal ediyormuş.
"Ama kumarda kazandınız," dedim ona, "artık okumaktan
ve yazmaktan gözü bozulan kimse yok, büsbütün hastasız ka
lacaktınız .. ,. Oysa ruhu bozulan ... "
Gülüştük. Ekledim:
"Şarabınız ısınıyor."
Hemen bardağını aldı, hafifçe kaldırdı. Tam o sırada da
Anita bahçenin lambalarını yaktı. Beyaz şarabımız bardakları
incecik, tül gibi buğulandırmıştı.
Doktor:
"Size rastladığım için çok mutluyum, yıllarca satırları ara
sında koştuğum bir yazarla karşılaştığıma inanamıyorum," de
di, içtik. Mahcup oldum.
Şarap bu sefer çok iyiydi. Buruk üzümden. Wiltschko'ların
özel aile kavından olmalı. Yine tazeydi, ama çok inceydi.
Anita, eski, sürekli müşterisine gösterdiği dikkati sürdürü
yordu. Az sonra yine gelmişti. Küçük küçük tabaklardaki yiye
cekleri önümüze dizerken, hafif Macar aksanıyla tabaklardaki
nin adlarını da söyledi. Mantar turşusu vardı, keçi peynirine
benzeyen bir peynir vardı; kaygan, taze görünüyord u. Ahtapot
salatası ve incecik beyaz soslu kuşkonmaz vardı, bura usulü.
Son tabak ise tam ortaya yerleştiril di. Özel ikram bu olsa gerek
ti. Gözucumla bakıyor, ne olduğunu anlamaya çalışıyordum,
öteki ikisi bir tören edası içinde, coşkuyla, "Yaaa, evet, işte! De
mek? .. " gibi sesler çıkarıyor, küçük kesik sözcükler fırlatıyor
lardı ortalığa.
Doktor Asaf, tabağı alıp bana uzattı:
"Buyurmaz mısınız?"
Kabuğu soyulmuş taze cevizmiş! Her şey makineyle kesi
lip, dilinip, soyulabilir. Ama taze ceviz sadece elle soyulur. Bu,
Anita'nın doktora gerçek bir ikramıydı. El emeği, göz nuru ...
Üç taze ceviz de olsa ...
95 | {
"page": 95,
"source": "/content/downs/Adalet Aaolu_Romantik Bir Viyana Yaz.pdf"
} |
Ani ta:
"Sıcakları da az sonra getiririm," deyip gitmişti.
Doktor Asaf, ardından seslendi:
"Çok da acele etme Anita. Sütlü cevizin tadını çıkarmalı
yız ...
Sonra bana döndü:
"Şurada, ormanın eteklerinde koca bir ceviz ağacı var. Ba
zan, duvarın beri yanına, yola iri iri cevizler düşer, ben topla
rım. Çocukluğ umdan. kalma bir sevgi bu, taze cevize bayılırım.
Ama Anita'ya da kimse iki diş ceviz soyup vermemiş herhalde.
Ben arasıra cevizleri getirir, burada ayıklardım. Ona da soyup
verirdim. Hele ağzına tutarsam, sevincine ölçü yoktur. Bakın
şimdi ne yapmış ... Bana borcunu ödüyor ... Duygula ndım."
"Başka yiyecek söylemeseydiniz. Çok olacak. .. "
"Umarım hemen kalkmak zorunda değilsiniz. Burada bir
süre daha oturabilir miyiz?"
"Olur, tabii. Bu gece şehre inmeyecektim zaten. Yorgun ve
ne yalan söyleyeyim, biraz da bezgindim bu akşam ... "
"Kitap iyi gitmiyor mu?'.'
"Kitap mı iyi gitmiyor , hayat mı, bilemiyorum. Dedim ya,
her şey bulanık. Aradığımı hiçbir yerde bulamıyorum ...
"Ben de ... "
Doktor Asaf, bunu öyle, bir kere daha benim iç ses immiş
gibi söyledi. Yani, hani, karşısındakiyle ortak bir yanı olduğunu
belli etmek için değil, sahiden aradığını bulamayan biri konu
munda bulunduğu için.
"Ama siz ... İşte yerleşik bir hayatınız var. Gününüz, gelece
ğiniz programlı, planlı yanılmıyorsam ... "
"Bakın, bu kuşkonmazlar bu şarapla iyi gidiyor; bilmem
denemiş miydiniz? Keçi peyniri sever misiniz? Bunu bir tadın,
çok taze, tuzsuz, çok taze. Belki daha önce tattınız?. Ah evet,
hayatım planlı programlı. Ben neyi arıyorum öyleyse, değil mi?
Kuşkusuz sizin yaratıcılıkta aradığınızla hiçbir biçimde eşitle
nemez, ama gerçekten efendim, şu son hafta, içinde bulundu
ğum durumu bir bilseniz ... İşime, hastaneye dönmem gereki
yor, dönemiyorum. Telefon ettim, faks çektim, biraz daha geci
keceğimi söyledim. Prof.'um doksanını geçti, artık çalışamıyor;
96 | {
"page": 96,
"source": "/content/downs/Adalet Aaolu_Romantik Bir Viyana Yaz.pdf"
} |
istese daha çalışır ama, istemiyor. Evine çekildi. Her şey beni
bekliyor. Karım, kızım ... Dönmem gerek evet, ama imkansız ... "
Ansızın, bir yangının içinden konuşur gibiydi. Yine de, so
runu neyse, itiraf ederim, ilgimi çekmiyordu. Merak bile etmi
yordum. Hani ola ki, karısının annesi ya da babası hastalandı,
onu bırakıp gidemiyor. Fakat öyle olsa, karısını çağırır, kendisi
döner. O halde, güzel evlerinde onarım vardı; çatısı aktarılıyor
du, adamlar evin üstünü açtılar, kapamadan ortadan yokoldu
lar; doktor da evi öyle çatısız bacasız bırakıp gidemiyor. Önü
müz kış. Yağmurların eli kulağınd a.
Bunların hiçbiri beni ilgilendirmez. Sadece, yağmurların eli
kulağında, diye düşünür düşünmez, dönecek olmamı hatırla
dım, bir huzursuzluk duydum. Bungun, hayallerle dolu, yoru
cu bir yazdan sonra, kafamın içi, ruhum karmakarışıktı. Bense,
bu yaz boyunca bu kentte içime bir çekidüzen vermeyi düşle
miştim. Bana o düzeni, dinginliği sağlayacak hayalin peşine
düşmüştüm, oysa avuçlarım hala bomboş .. .
"Özür dilerim, kim dediniz? Dalmışım ... "
Doktor birinden sözediyordu galiba. Yüreğini bir şey sıkı
yor gibiydi, yüzünde de ter çığsıması sanki ... Yoksa, ağaç dalla
rından biri hafiften artan esintide lamba ışığını örttü de ondan
mı yüzünü gölgelenmiş buldum? Sesi de donuklaşmıştı:
"Tarih hocam, efendim. Onu söylüyordum. Eskiden, lise
deyken, hem de ayrı ayrı yerlerde iki yıl öğretmenim olmuştu.
Rastlantı işte. Ama siz onu asıl şiir kitaplarıyla, bazı denemele
riyle bileceksiniz. Kamil Kaya, yani."
Nee? Peki ne olmuş ona? Beş kitabından özellikle ikisi ne
redeyse başucu kitabımdır. Güzel dörtlükleri, hoş hoş hikmetle
ri, aforizmaları vardır. Az okunur, ancak okurunca seçilmiştir.
Tarihten hızla silinen sessiz ve derindenliğin bellibaşlı son tem
silcilerinden biridir bence.
Doktor Asaf, ağzının cevizini bir yudum şarapla yıkadık
tan sonra, Kamil Kaya' dan okumaya başlamışt ı. Belleği neka
dar sağlammış! Bitirince:
"Dörtlükler' inden. Hadi onun sağlığına içelim," dedim.
"Kendisiyle hiç karşılaşmadım, ama aslolan yazarın eseriyle
buluşmak, değil mi?"
97 | {
"page": 97,
"source": "/content/downs/Adalet Aaolu_Romantik Bir Viyana Yaz.pdf"
} |
· Doktor, hüzünlü hüzünlü başını salladı:
"Onu kaybettim, biliyor musunuz? Kahroluyorum ... "
Neredeyse şarap bardağımı deviriyordum.
"Kaybetmek mi? Nasıl yani, ne zaman? Daha bu kış bir
konferansı. .. 11
Doktor, bu sefer de beni yatıştırmak zorunda kalmıştı:
"Yo, yoo, hayır. Öldüğünü düşünmek bile istemiyorum.
Saçma olur. Hem, Allah korusun, öyle bir şey olsa, bilinirdi. Fa
kat, onu kaybettim . Kayıp, yok. Yokoldu yani..."
Kocaman, yaşlı başlı adam nereye kaybolur canım? Nere
deymiş ki, doktor Asaf onu orada kaybetmiş? Üç aydır gazete
lerimizden kaçının yüzünü kaç kere gördüm? Ya üç, ya beş ...
Onun kaybından herhalde dünya basını da sözaçacak değildi,
nereden haberim olabilirdi? Eski öğrencisi karşımda beni yatış
tırmaya çalışıyordu ama, kendisi de artık fazlasıyla tedirgin:
"Ben onu burada, bu kentte, hem de kendi evimde kaybet
tim ... "
Uzatmayayım, bana sonra şunları anlattı; daha doğrusu
aklımda tutabildiğim kadarıyla bu kayıp hikayesi, başıyla so
nuyla şöyle bir şeydi:
"Ben, hayatın kumar olduğuna asıl o gün inanmıştım
efendim. Hiç unutmam, bu yaz başı, Haziran'ın dokuzuydu.
Münih'ten karımın annesiyle babasının altın evlilik yıldönüm
lerini kutlamak üzere gelmiştik. Temmuz' da karım ve kızımla
iki haftalığına Azor Cumhuriyetleri'ne gidecektik. Gittik de.
Sonra onları memlekete, annemin yanına Akdeniz kıyısındaki
eve bırakıp dönecektim. Onlar orada iki üç hafta kalacaklardı.
Kızım denize bayılıyor. Ağustos sonlarına doğru yeniden on
lara katılır, bir kaç gün daha tatil yapabilirim. Bizim yaz prog
ramımız buydu, aynen de uyguladık zaten. Bütün bunları, bi
zim buradaki evin tam üç ay boyunca, en az üç ay boyunca
hiç kullanılmayacağını, boş kalacağını belirtmek için söylüyo
rum. Çünkü, bütün her şeyin başı bu. Belki, hastaneden boşa
labilirsem, arada bir iki haftasonu gelir giderim, diye düşünü
yordum.
"Evde eski tarih öğretmenim Kamil Beyin kalmasını iste
miştim de ... Bunda çok ısrar etmiştim.
98 | {
"page": 98,
"source": "/content/downs/Adalet Aaolu_Romantik Bir Viyana Yaz.pdf"
} |
"Hocamı ben, sadece lise öğrenciliğimden bilsem, kimbilir
belki, unutur giderdim. Ama biz onunla sonraki yıllarda da
karşılaşmıştık. Nerede olursa olsun, fırsat buldukça onu yokla
maya giderdim. Hatta iki kere de birlikte Doğu Anadolu'yu
gezdik. Bir seferinde Nemrut'a çıkmıştık. Bir seferinde Trabzon
yaylalarına gitmiştik. Uyku tulumlarında, hazan aynı çadırlar
da yatardık. Kimseye okumaz, ama bana arada sırada yeni yaz
dığı şiirleri okurdu. Onu yakından tanımış bulunsanız, nekadar
mahcup yaradılışlı olduğunu görürdünüz . Sonra ne olsa ben,
onun öğretmenliğe ilk başladığı yılların öğrencisiyim; bu ba
kımdan aramızdaki yaş farkı da çok fazla değildir. Ne bileyim,
kendisiyle öyle güzel bir dostluğumuz vardı işte. Dostluk ama,
ölçülü, mesafeli, saygılı ... Ondan çok şey öğrenmişimdir. Tarihi
başka türlü anlatırdı. Sanki bir insanı, canlı bir şeyi anlatır gibi.
Ayrıca, sinema gibi, gözümde canlanırdı. Çok sonraları, mem
leketteki olaylar falan, bir ara öğretmenlikten uzaklaştırılmış.
Birbirimizin izini kaybetmiştik. Benim de başım dertteydi. Onu
yıllarca göremedim. Tam işte bu yıl, Haziran'ın dokuzuna ka
dar ...
"Şeyden hiç geçtiniz mi, Eski Viyana Üniversitesi'nin bu
lunduğu küçük alandan? Dr. Seipel Platz'dan? Hani, Büyük
Postane'nin ora? Burdan birkaç sokak Stephandsdom tarafına
yürürseniz, oralarda bir yerde Figarohaus vardır hani, Mo
zart'ın bunu bestelediği ev? Öyle ya, görmüşsünüzdür tabii,
orası işte. O küçük eski alan. Bakın, o lokantada yemek yediniz
demek? Orası eskiden yoksul öğrencilerin yemekhanesiymiş.
Sarayın artıkları buraya gönderilirmiş; veremden kırılan genç
ler burada doyunurlarmış. Şimdi oldukça modern bir lokanta,
farketmişsinizdir , kapı, pencere pervazlarını eflatun-mor renk
lere boyamışlar , o eski alanda insan yadırgıyor, ama burada mi
marlara, iç mimarlara böyle geniş özgürlükler de tanınıyor işte,
ne diyeceksiniz ...
"Karım, altın yıldönümü armağanı aramaya gitmişti. Be
nim Büyük Postane' de bir işim vardı. Biz o lokantada buluşma
ya karar verdiydik. Barbara, armağan seçmekte zorlanmış her
halde, epey gecikti, ben bekledim. Beklerken, ne göreyim, tıpkı
az önce burada sizi görüvermem gibi, yıllardır izini kaybetti-
99 | {
"page": 99,
"source": "/content/downs/Adalet Aaolu_Romantik Bir Viyana Yaz.pdf"
} |
ğim sevgili tarih öğretmenim ! Ben dergimde, ruhbilimdeki ve
DNA konusunda yeni gelişmeleri okumaya öyle dalmışım ki,
onu daha önce farketmem işim! Baktım, tek başına ilerde bir
masada oturuyordu. Tabii saçları ağarmış, epey çökmüş, ama
hep aynı, alışık olduğu kılıkta, gömlek, kravat, kruvaze ceketiy
le ... Yine öyle çok efendi, sessiz, sanki dünyada olup biten her
kötülükten sorumluymuş, her taraftan her an özür dilemeye
hazır ... Ancak bu sefer onda değişik bir yan da var. Şaşkın gibi,
sarsılmış gibi, ne bileyim, sanki yolunu şaşırmış, annesini kay
betmiş bir çocuk gib i... Ağzımdan öylece fırlayıvermişti: Ho
cam, siz ne arıyorsunuz buralarda? demiştim. Alma Mahler'i,
dediydi hatta. Öyle ya, Alma Mahler'i; düşünün ...
"Yerini, yuvasını bulmuş çocuk haliyle elime sarılmasa,
onun o yitikliğini farketmez dim belki.
"Başınızı ağrıtmak istemiyorum, çok özet anlatayım, diyo
rum, ama hayatın kumarı, bu karşılaşma olayını düz bir olay
olmaktan çıkardığı için, ister istemez heyecanlanıyorum, hoş
görün. Sonra ne olsa, durumun böyle sonuçlanmasından so
rumlu duyuyorum kendimi.
"Hocam aslında Viyana'ya gelmeyecekmiş . Buraya daha
sonra gelmeyi planlıyormuş. İlk defa yurt dışına çıkıyormuş
da, İtalya'ya düzenlenen bir tura katılmış. Bunu ilkadımda da
ha güvenli bulmuş, sonra da oralarda üstüne bir sıkıntı basmış.
Bir tur kolay kolay bırakılmaz, hele Kamil öğretmen gibi, eko
nomik durumu çok iyi olmayanlar bunu göze almazlar, ayrı bir
dönüş bileti falan ... Fakat demek grup gerçekten sıkıcıydı. Ho
cam diyordu ki, hem bakalım önümüzdeki yıla sağ kalacak mı
yım, diye içime bir ateş düştü. Asıl bu. Belki bir daha kısmet ol
mayıverir , diye Venedik'ten kalkıp dosdoğru buraya geldim,
yol yakınken işte ...
"Trenle gelmiş. Güney Garı'nın oralarda ucuz bir otelde
kalıyormuş. Banyosu dışardaymış. Onun gibi utangaç bir ada
mın, başkalarının da geçtiği bir koridordan belinde havluyla
duş almaya gidip gelmesi nasıl bir işkencedir, tahmin edebilir
siniz. Ah onu yakından bir tanısanız ...
"Biz ertesi gün dönecekt ik. Evimiz bomboş kalacakken ho
camı öyle, o otelde bırakamazdım. Bence onu o kadar telaşlan-
100 | {
"page": 100,
"source": "/content/downs/Adalet Aaolu_Romantik Bir Viyana Yaz.pdf"
} |
dırıp bitkinleştiren de burada ancak kısacık bir süre kalabilecek
olması. Oysa bu kenti bütün tarih derslerini verirken nekadar
hayal etmiştir. Viyana'mn, baroku da kendine benzeten tuhaf
bir yer olduğunu söylerdi. Üstelik daha Tuna' da kısa bir yolcu
luk yapıp Durnstein Kalesi önünden geçerken Aslan Yürekli
Rişard'ın ıslığını duymak istiyordu, Mayerling'e de gitmek isti
yordu. Besbelli daha bir yığın tutkunun peşindeydi, hepsini
açıklamaktan çekiniyordu sanki. Dahası, burada, hayatında ilk
defa bir kadın olmuş gibi bir duyguya kapılmıştım. Bu duygu
nereden geldi, bilemiyorum. Geçmişte edebiyat öğretmenlerin
den biriyle yakın olduğunu işitirdik, derin bir dostluk olabilir,
taşranın yalnızlığında, loşluğunda ışığa açılan küçük bir pence
re olabilir ... Belki hepsi buydu. Sonraları da hiç evlenmediğine
göre.
"Düşüncelerimin hepsini gerçekleştirmek bir seferinde tabi
mümkün değil, bakalım, şimdilik bukadar olsun da, sağ kalır
yine gelebilirsem, diyordu.
"Ona bizim evde istediği kadar kalmasını önerdim. Hatta
hemen gelebilirdi. Ne diye o kötü otele para ödeyecekti? De
dim ya, o kadar ince eleyip sık dokur ki. Başkalarına yük ol
maktan dehşetli çekinir. Baktım, daha da öyle olmuş. Bu huy
daki insanlar, ödeyemeyecekleri bir borcun yükü altına girmek
tense, içlerine çekilirler, hayatlarım sınırlar, daraltırlar , bilirsi
niz.
"Hocam Kamil Beyi bizim evde oturmaya ikna edebilmek
için, beni hoşgörün, küçük bir yalan söylemek zorunda kaldım.
Dedim ki, hocam, bu yaz bizim bahçevan da memleketine, İn
giltere'ye gidiyor, izin istedi. Evde siz kalır da çimlere çiçeklere
arada sırada su verirseniz, bırakın yük olmayı, bize büyük iyi
lik edersiniz. Hele karımın o acaip bitkilerinin bakımını yapabi
lirseniz. Şimdi, şu dar zamanımda geçici birini arayacaktım
ben. Bakarsınız, hırsızın, huysuzun, ayyaşın biri çıkabilir, bun
lar hiç belli olmaz, bahçeye, eve esrarcıları toplayabilir. Kısaca
sı, içimiz hiç rahat etmeyecek. Ama siz olursanız ... Gelin kabul
buyurun ... Bilmem soğuk mu kaçtı, ama gülelim, içi büsbütün
rahatlasın diye ona, aslında üste size maaş vermeliyim, gibisin
den bir laf da ettim.
101 | {
"page": 101,
"source": "/content/downs/Adalet Aaolu_Romantik Bir Viyana Yaz.pdf"
} |
11 Aman bir utandı. Bilirim, utanır. Zaten mahsus yaphrn.
Bu biçim şeyleri daha fazla dinleyeceğine, peki dernek zorunda
kaldı. Bizim o eski memleket gezilerimi zde kaç kere yol para
mı, otel paramı çekmiştir, karnımı doyurrnuştur, bunu hep öyle
çok doğal bir şekilde yapmıştır. Ben tabii, onun gibi incelikle
beceremedim, ama sonuçta güç bela razı etmiştim. Hatta dedim
ki, biz Azorlaı' dan dönene kadar bir deneyin, hoşlanrnazsan ız,
ne bileyim sıkılırsanız, kente uzak falan diye yalnızlık çekerse
niz, yine bırakabilirsiniz. İstediğiniz zaman. Siz de gördünüz,
buraları merkezden biraz uzakça ama, ulaşım çok kolay, otobüs
saati saatine duraklarda olur, indiğiniz yerde de yeraltı treni
hazırdır, o bakımdan hocama bir sorun yaratacağını sanmıyor
dum. Araba kullansa, onu da bırakırdım, ama kullanmaz. Son
ra, demiştim ona, hocam, Münih kaç adımlık yer, arada sırada
ben de gelirim, buluşur, gezmek istediğiniz yerleri biraz da bir
likte gezeriz, sizin bilgilerinizle, hayalleriniz eşliğinde gezileri
çok özledim, biliyor musunuz? dedim ...
"Galiba en zayıf teline dokunmuştum. Sonuçta, olur, de
rnek zorunda kaldı evet. Sanırım, önerimi biraz da, yazın so
nunda bize çok iyi bakılmış, daha da gelişip güzelleşmiş bir
bahçe bırakmak için kabul etti. Geçmişte, penceresinin önünde
ki iki saksı çiçeğiyle nasıl konuştuğunu, onları nasıl sevip okşa
dığını bilmez miyim?
"Burada çok mutlu olduğunu sanıyordum. Arada telefon
ediyordum. Bir kere de Azor Curnhuriyetler i'nden telefon et
tim hatta. Bana, Asaf çığını, sayenizde hayatımda huzur dolu
bir parantez açıldı, sağolun. Bahçenizi de öyle seviyorum ki,
galiba çiçekleriniz de beni sevdi, falan diyordu. Sahiden, geçen
hafta geldim ki, birinin üstünde tek bir kuru yaprak yok, her
şey ışıl ışıl... Fakat kendisi ortalarda değil. Deli olacağım.
11 Ağustos' ta iki kere annemin deniz kıyısındaki evine gidip
geldim. Birinde karımı kızımı bırakırken, ötekinde almaya. Mü
nih' te, hastanede çok yalnızdım. Herkes tatilde. Başımı kaşıya
cak vaktim olmadı. Hocamı, özellikle son iki hafta hiç arayama
dım. Fakat daha önce, ben Akdeniz'e gitmeden önce o, bir kere
bana telefon etmiş, çekine çekine, artık biraz yalnızlık çektiğini,
bu yeni yerlerde yepyeni düşüncelerini birisiyle paylaşmak is-
102 | {
"page": 102,
"source": "/content/downs/Adalet Aaolu_Romantik Bir Viyana Yaz.pdf"
} |
tediğini, yoksa başka hiçbir sorunu olmadığını söylemişti. Öğ
retmenliğinin son yıllarındaki öğrencilerinden biri, resim ya
pan, şiir yazan biri de Viyana'ya gelmek için yanıp tutuşuyor
muş. Ama ekonomik durumu buna elvermiyormuş, hani olsa
olsa bir yol parası denkleştirebilirmiş, bir de belki el harçlığı,
ama kalacak yer... Hocama üstüste mektuplar yazıyormuş.
Kendisi de yalnızlık çektiğine göre, acaba onun da burada kal
masında bir sakınca var mı? Ne sakıncası olacak? Ben buna se
vindim bile. Ne olsa yaşlı bir adam. Evde kalmasında çok diret
miştim ama, ya yalnızken başına bir şey gelirse? Hastalanırsa,
banyoda düşüp bir yerini kırarsa? Böyle tedirginliklerim vardı.
Daha çok kanının aklına geliyordu. Bunu başta hiç düşünme
miştim, bayağı huzursu zdum. Bu bakımdan yanında birinin
bulunması beni hatta sevindirecekti. Hocam zaten bu genç res
samın ya da şairin yanında iki üç hafta kalacağını söylemişti.
Bugünler onun geri dönmüş olması gerekiyordu. Ne oldu? Ka
mil Bey de onunla dönmeye karar verdiyse, bizi arardı. Evi
kendi elleriyle teslim etmek istiyordu, böyle içi daha rahat ede
cekmiş, öyle söylüyor du. Öğrencisiyle dönmüş olsa, eşyalarını
niye hurda bıraksın ki hem? Her şeyi öylece duruyor. Birkaç
plak almış, kartlar, şimdi artık çok değişen dünyanın halini
gösterir koskocaman bir harita almış, bez üstüne, duvar harita
sı, tablo gibi bir şey. Telefonda da söylemişti, takılmıştı. Bu hari
ta işi aramızda bir şaka olup çıkmıştı da ... Eskiden, çok eskiden,
kitapların kötü, anlaşılmaz ve yetersiz haritaları onu üzerdi,
ben de bir gün sınıfa, matrağına, yuvarlak bir sukabağını yer
küre gibi boyayıp getirmiştim. Unutmamış. Senin dünyana
benzemez ama, bunun da aydan çekilmiş bir hali var ... diyor
du. Siz de hatırlar mısınız değerli yazarım? Böyle okul anıları ...
Bazıları hiç unutulmaz ...
"Bu, altıncı günümdür ki, ortadan yokolup giden hocamın
izini arıyorum. Ararken, anılar büsbütün bastırıyor. Onu, bir
çukura düşüp kalmış bulmaktan korkuyorum, uykularım kaçı
yor. Polise haber vermedim. Vizesi bitmişse, diye çekiniyo rum.
Yeryüzünde vize uygulanan tek toplum kala kala bizim toplum
kaldı, hani yasalara yanlışlıkla girip de kaldırmanın bir daha
kimsenin aklına gelmediği saçma maddeler gibi; şey gibi, ordu
103 | {
"page": 103,
"source": "/content/downs/Adalet Aaolu_Romantik Bir Viyana Yaz.pdf"
} |
vazife ve selahiyetler içtüzüğü gibi mesela ... Evde her şeyi du
ruyor, pasaportu hariç. Apar topar sınır dışı mı edildi acaba?
"Burada bildiğim, sevdiğim, aklı başında bir iki gencimiz
var. Biri, Faruk, elektronik mühendisi çıktı, bir şirkette çalışıyor.
Öteki, genç bir kızımız, Nur, o daha sosyoloji öğrencisi ... Gü
vendiğim insanlar. Arada yoklasınlar diye hocamı onlara da
emanet etmiştim, ama Ağustos'ta onlar da tatile çıkacaklardı.
Biri İspanya'ya, öteki memlekete gidecekti galiba. Bugünlerde
birinden biri dönmüş olmalı. Uzattılar mı tatili, ne oldu, hala
ses yok. Fakat, dönseler bile Hocama ne olduğunu bilemezler.
Ne olduysa, onların yokluğunda oldu, bu açık.
"Kendimi sorumlu duyuyoru m. Münih'ten gelmeden ön
ce, çeşitli saatlerde aradım, tam hangi gün gelebileceğimi bilmi
yordum, bir gün atlar gelirim hocam, diyordum. Geldim ki, pa
saportu ve kendisi hariç, her şey olduğu gibi duruyor. Bütün
eşyası. Ev pırıl pırıl, bahçe bakımlı, tek eksik olan hocam. Çim
ler sulanmış, dipleri hala nemliydi geldiğimde. Üzülerek söyle
yeyim, kağıtlarını kitaplarını karıştırmak zorunda kaldım. Bir
defterini buldum. İçine bulmaca gibi bir şeyler yazmış. Hiçbir
şey çıkaramadım. Sanki şifre.
"Görmek ister miydiniz? Bir bakar mıydınız?"
Bana uzattığı şöyle küçücük bir not defteriydi. Üstünde
madalyon biçimi bir kadın fotoğrafı vardı. Ben Alma Mahler' e
benzettim . Topuzu, boynunu çenesinin altına kadar örten koyu
renk ipek giysisi ve madalyonlu zinciriyle, sanki dünyaya çok
kapalı bir manastır kadınını andıran fotoğrafı .
O aydınlıkta gözlerim pek iyi seçemiyordu. Zaten gözlüğü
mü de yeniden değiştirmem gerekiyordu. Ayrıca Kamil Kaya
Beyin küçük not defterindeki el yazısı pek kargacık burgacıktı.
Doktor Asaf, rastlantı sonucu, ruh bilim dalını seçmeyip de kar
şımda bir göz doktoru olarak otursaydı, şu gözlerimdeki kaşın
tının neyin nesi olduğunu herhalde en fazla ondan gizlerdim.
Hiç sevmem, herhangi bir yerde bir doktorla tanışır tanışmaz
orasında burasındaki rahatsızlıkları sayıp dökenleri ... Bu yüz
den de doktora o kargacık burgacık yazıları seçemediğimi belli
etmedim, sadece defteri geri verirken:
104 | {
"page": 104,
"source": "/content/downs/Adalet Aaolu_Romantik Bir Viyana Yaz.pdf"
} |
"Evet. Şifre gibi sahiden ... " dedim.
Küçük defteri geri uzattım uzatmasına, ama merak da et
miştim. Gözüme şöyle bir şeyler çarpmışh: Venedik. Vaporetto.
Kitap. Sevme Sanatı.
Küçük sayfalardan birinin bir başka köşesinde: Ressam, Şa
ir, Mimar, Rahip. Münih treni. Sonra, daha da küçük, okunur
okunmaz: G. Mahler: Bundan böyle tek uğraşınız, beni mesut
etmektir ...
Açıkcası, bu son tümceyi, defterden kaptığım iki üç sözcük
üstüne kendim kurmuştum. Sevme Sanatı, diye Alma Mahleı'i
anlatan bir kitap vardı. Biyografinin Fransızcasını International
Kitabevi'nde görür görmez hemen satınalmıştım. Okumuştum .
İnsan bir başka kente giderken, orayla ilgili her şeyi okuduğu
nu, incelediğini sanıyor, ama bunlar genellikle tarihle, coğraf
yayla ilgili rehber kitaplar oluyor. Bir kentle çok özel bir anlam
da ilgileniyorsak, o zaman lokantaların yemek listelerini bile
toplamak, bir sarayın perdelerinin çiçeklerini anlamlandırmak
da önem taşıyor. Ama en başta biyografiler tabii...
Doktor Asafın emekli tarih öğretmeninin küçük not defte
rinden bir de şöyle bir tümce yakalayabilmiştim: Dün yoktu
nuz. Alte Hofapotheke yazısı alhnda da yoktunuz Miss Smidt...
Miss Smidt ... Miss Smidt ... Bu adı bir yerden anımsıyorum.
Nereden, nereden?.
"Aa, Üçüncü Adam!" diye bir çığlık atmıştım birden.
Herhalde bir çığlıktı. Herhalde. Çünkü, Doktor Asaf, tam
da çatalın ucunda bir ahtapot parçasını ağzına atacakken eli tit
remiş, pembe beyaz et parçası yere düşmüştü.
"Nasıl? Niye üçüncü adam?"
"Hocanız defterine bu filmdeki Miss Smidt'in adını yaz
mış. Hani, savaş sonrası Viyana'yı gösteren, Ring' de bir sine
mada ise bütün turistlere sürekli gösterilen Carol Reed filmi.
Hani, Graham Greene romanından? .. "
Hayatta yenilebilecek en taze keçi peynirinden bir parça
alıp ince bir dilim esmer ekmeğin üstüne koydum, ısırdım.
Gerçekten lezizdi. Ağızda eriyor, genzi yakmıyordu.
Bu arada Anita, önümüze küçük tabaklarda dumanı tüten
yiyecekler de koydu. Tam da Doktor Asaf, notu merak etmiş,
105 | {
"page": 105,
"source": "/content/downs/Adalet Aaolu_Romantik Bir Viyana Yaz.pdf"
} |
küçük defteri açıp şöyle şeyler hecelemeye başlamışken: Son
aşk. Yabancı-yaşıt. Yerli-genç. N. ile konuş. Y.yi çok severdim.
Krizantemler ezilirse, diye ...
Sonra, daha çarpıcı bir cümle: O kahveye giderken yolda
Viyanalı ölüme rastladım.
"Harry Lime!"
Bu sefer de doktor Asaf bir çığlık atmıştı. Anita'nın koluna
usulca dokunarak beklemesini istedi, ekledi:
"Bakın, bakın, filmden yalnızca Miss Srnidt'i not etmemiş.
Harry Lime'ı da!."
İyi de, bütün bunlar adamacağızın ortadan kayboluşunu
açıklamıyor ki. Şu, 'yolda Viyanalı ölüme rastladım,' sözü biraz
ürpertiyor , emekli tarih öğretmeninin kirnbilir belki de kendini
ünlü Viyana kanalizasyonunda yokettiği duygusunu veriyor, o
kadar. Ama, hayatında en huzurlu parantez açılmışken bunu
niye yapsın?
"Sağol Anita," diyordu doktor, "bakayım bize neler getir
din. Hımın, güzeeel. Buranın rozbifi ünlüdür. Geyik eti sotesi
de çok gevrektir. "
Tabii bunların yanında bir tabak da kızarmış patates vardı,
kıtır kıtır.
Etleri görünce susuzluğum arth; şarap bardağımı bir dikiş
te sonuna kadar boşalttım.
"İsterseniz size gazozlu şarap vereyim," dedi Anita. /1 Ama
şimdi, sıcak yemeklerinizle ... Kırmızı getireceğim, itirazınız yok
ya? Yemek üstüne, belki şöyle hafif bir şampanya, hazım olsun
diye ... "
Bana bütün bu özen, yazarlığım için gösterilmiyordu, dok
tor Asafın konuğu olduğum için ... Ne yaparsınız? Hiç değilse
ruh doktoruna konukluğum yazarlığım nedeniyleydi ya! ..
Tam düşündüğüm gibi, bahçeye yeniden tek tük insanlar
geliyordu. Çoğu bu saatte gazozlu pembe şarap içer, en geç de
saat on buçuk dolaylarında kalkıp giderler. On birde uyumala
rı, ortalığı büsbütün ormandan esen rüzgarın fısıltılarına bırak
maları gerekir. Wiltschko'lar da zaten lokantalarını o saatlerde
kapatacaklardır.
"Buyrun, soğumasın," diyordu doktor Asaf.
106 | {
"page": 106,
"source": "/content/downs/Adalet Aaolu_Romantik Bir Viyana Yaz.pdf"
} |
Bir süre sessiz kaldık. Düşünceli, diyemiyorum, çünkü o
anda etlerimizi soğutmadan yemek, her şeyin önünde geliyor
du. Yine de Doktor, bir ara, yemeğe dalıp da kayıp hocasını
unutmadığını belli etmek istedi:
"Hocam, bu rozbiften tatmamıştı. Ama, artık bundan sonra
yemeklerimi arada sırada burada yerim herhalde, demişti. Tele
fonda da, hele sabahlan o kadar serin, öyle hoş ki beni götür
düğün bahçe, derdi. Ormandaki yürüyüşlerimden sonra hep
orada dinleniyorum. Kahve ya da meyve suyu içiyorum. Şarap
hakkımı akşamlara saklıyorum, diyordu."
Kamil Kaya'nın hayali yeniden bütün ruhunu sarmış gibiy
di. Çatalını bıçağını bırakıp küçük defteri bir kere daha açmıştı:
"Bakın, bakın ... Defterde şöyle bir not daha var. Bunu daha
önce görmemiştim. Sanki büsbütün gizleyerek yazmış: Bütün o
bomboş, özgür günlerimde olmayıp, tam da Y.nin geleceği gün
lerde olması!. Şimdi hangisi? N.ye söyleyecek miyim?
Çatalımı iki kızarmış patates dilimine, onları da hardala
saplayıp:
"Kim bu Y., bir fikriniz var mı?" diye sordum.
Doktor Asaf, bu Y. üstünde önceden düşünmemiş meğer.
"Hiç fikrim yok, gerçekten. Onunla birlikte kalmaya gelen
öğrencisinin adını da sormamıştım. Ayıp olur, diye düşündüm."
Patatesi hardala fazla bulamışım. Üstelik acı hardalmış, di
lim tutuştu. Üstüste şarap içtim. Bu kırmızı, o kadar iyi sayıl
mazdı. Beyazın serin tazesi çok iyi olabilir de, kırmızı ...
Bu arada düşünüyordum: Doğru, bir hayat kumarının tam
ortasına düşmüştüm. Ama ben kendi hayaletimin peşindeyken
ortaya kanlı canlı aranacak başka biri çıkmıştı. Tabii hala can
lıysa ...
"Hocam yarın da ortaya çıkmazsa, onu bulamazsam, kor
karım polisi harekete geçirmek zorunda kalacağım."
Doktor Asaf, birden ansımış gibi, ekledi:
"Sahi, peşinde olduğunuz roman, nasıl bir şey? Bir mahzu
ru yoksa?"
Belki de hocasıyla, onun kayıp oluşuyla beni fazlaca yordu
ğunu sanıyordu; konuyu değiştirmek istiyordu. Ya da belki, far
kında olmadan elimi masada, bir kıyıda duran, içi elyazılarımla
107 | {
"page": 107,
"source": "/content/downs/Adalet Aaolu_Romantik Bir Viyana Yaz.pdf"
} |
dolu defterin üstüne koyduğum için böyle söyledi. Doktor ko
nuyu buraya çekene kadar o hareketi yaptığımı bilmiyordum.
"Elbette mahzuru yok. Ama ben sadece birtakım tarih not
ları alıyordum. İnsan, gezip tozduğu yerleri tarihin çerçevesin
den yazarken daha iyi anlıy or, anlamlandır abiliyor da ... Ken
dim için notlar sadece ... "
"Bunu hep yapar mısınız? Belki böyle böyle, bir kitaba ha
zırlık oluyordur."
"Oluyorsa bile, çok sınırlı bir hazırhk. Bazan hatta, hiçbir
anlam taşımaz. Hem, bizzat kitabın yeraltına, belki artık çıkma
masıya çekildiği bir dünyada, ona bu tür özenler göstermenin
gereğinden kuşku duymaktayım. Üstelik ben gezi notları yaz
maya da hiç istekli olmamışımdır. Yüzlerce, binlerce kere anla
tılmadık hiçbir yer kalmadı, diye düşünüyor olabilirim. Üste
lik insanlara dünyanın her ucunu bucağını, kutuplara, buzdağ
larına kadar o kadar çok gösterdiler ki, anlatarak onların düşle
rini nekadar zorlayabilirsiniz ki?"
Doktor, benim 'Evliya Çelebi'liğe, 'Montesquieu'lüğe -onun
o Iran Mektupları 'nı düşünüyordur herhalde- burun kıvırmamı
pek iyi karşılamadı; gözünden birkaç numara aşağı düştüm ga
liba:
"Bense gezi kitaplarını okumaya hala bayılırım. Her anla
tanın bakışı, tonu farklıdır. Herkesin çok iyi bildiği, yazıla yazı
la cılkı çıkmış, filmlere sahne ola ola ezberlenmiş, ekranlarda
bakıla bakıla hatta artık görülmez olmuş ünlü bir cadde bile,
farklı birinin sunuşuyla bize hiç bilmediğ imiz bir yermiş gibi
gelebilir. Yalan da olsa ... Yalana ihtiyacımız var ... "
"Öyle mi?"
Bunu apaçık bir alayla söylediğimi hemen farkettim. Ama
iş işten geçmişti. Ağzımdan o tonda, yani karşımdakini küçüm
seyici bir "Öyle mi?" çıkmıştı bile. Üzüldüm. Konuyu döndü
rüp, bıraktığımız noktaya getirmek istedim:
"Eski tarih öğretmeniniz belki Baden' a gitmiştir, kaplıcala
ra ... Olamaz mı?"
''Melk'e, Mayerling'e de gitmek istiyordu ama, buraları gü
nübirlik gidilip gelinebilecek yerler. Kalmaya gitmiş olsa, o za
man da hiç değilse yanına usturasını almaz mıydı?"
108 | {
"page": 108,
"source": "/content/downs/Adalet Aaolu_Romantik Bir Viyana Yaz.pdf"
} |
"Ne? Ustura mı?"
Doktor, hayalinde bir çocuğa gülümser gibi gülümsedi:
''Traşını hala usturayla oluyor. Bu zamanda artık ustura da
kolay kolay bulunmaz ama, bilmem ne yapıyor, eskileri mi bi
leyliyor ya da bileyletiyor acaba? Bunca yıl, insanın iki düzine
usturası olsa, yine de körelmez mi? İşe yaramaz hale gelmez
mi? Teker teker kaybolmaz mı?"
"Belki sakalı güçlük çıkarmıyor?"
"Efendim?"
"Sakalının kılları fazla sert çıkanlardan değil herhalde. Za
ten yazdıklarından da dirimsel yapısıyla huyu suyu uyumlu
biri olması gerektiği sonucunu çıkarmıştım. Erkek öğrencileriy
le iyi dost olabiliyor, ilk yalnızlığında bir kadına değil, onlar
dan birine gereksinim duyuyor ... "
Bana uzaktan uzağa saygı beslemiş okurun gözünde işte
biraz daha irtifa kaybetmiştim. Fakat, olan oldu artık. Geri dö
nemem. Doktor Asaf, sakal makal derken nereye varmak istedi
ğimi anlamayacak kadar aptal değil. Üstelik, dokundurmanın
dokunacağı yerlerden biri de kendisi. Ancak, benim de mazur
bulunduğum bir nokta yok muydu acaba? Ortada kayıp bir ha
yat duruyor. Yok, kayıp. Üstelik ülkenin bir ozanı, yazarı ... Da
hası, ömrünü kırk yıla yakın o taşra lisesi senin, bu taşra lisesi
benim, tarih anlatmaya adamış bir öğretmen. Onun izini bul
mak istiyorsak, hiçbir ipucunu gözden kaçırmamak zorunda
değil miyiz? İyi bir hafiye, iyi bir ajan ne yapar? Amaç ister bul
mak, ister yoketmek olsun, ilkin avının zayıf mevzilerini tesbit
etmez mi?
Karşımdakine bunu açıklayarak gözünde zedelenmiş yeri
mi yeniden sağlama alabilirdim, ama doğrusu o kadar da okur
dalkavuğu olma hevesi duymuyordum. Yine de, Doktor
Asafın bakışlarına öyle bir anlam gelip yerleşmişti ki, kendimi
olduğum gibi açıklama gereği duymuştum. Besbelli, o benim,
mesleki bir kıskançlıkla, sinsi sinsi bir şeyler kurduğumu düşü
nüyordu. O kadar da değil! Kendimi o derecede de feda etmek
istemedim doğrusu:
''Bir yanlış anlama oldu galiba doktor. Hocanız Kamil Ka
ya, belirttiğim gibi, benim önem verdiğim bir yazar. Özellikle
109 | {
"page": 109,
"source": "/content/downs/Adalet Aaolu_Romantik Bir Viyana Yaz.pdf"
} |
tarih üstüne denemeleri. O kadar kendine özgü ki... Böyle biri
nin ortadan kaybı sözkonusu. Onun gibi, herbirimiz de artık
tek tük, meraklısı tarafından okunmaktayız. Belki de yazının
battığı bir çağın son temsilciler indeniz. Bir İmparatorluğun ba
tışı gibi, son temsilciler üstüne her şeyi, ama her şeyi bilmemiz
gerekiyor. Aksi halde, neden vardılar, neden yokoldular; yoko
lurken neydiler, neler hissettiler, son yemekleri neydi, son ola
rak bakışlarından ne geçti, neye iççektiler , bilemeyiz. Notebo
om adlı yazar çok haklı doktor. Arşidük Ferdinand Saraybos
na' da kurşunlanmadan önce, o öğle yemeğinde ne yemişti aca
ba, diye merak etmekte haklı. Öldüğünde bağırsaklarında ne
vardı? Kamil Kaya üstadımızın son akşamını ya da tam kaybol
madan önce son sabahını bilmek istiyorum. Hem de çok. Bunu
bulursak, onu da buluruz, gibi bir his var içimde ... "
Farkındaydım. Tiradım doktoru heyecanlandırmıştı. İndi
rildiğim seviyeden iki parmak yükseltilmiştim. Şimdi yeniden
hemen hemen eski yerime yakındım.
"Ah değerli yazarım, bunları ben de bilmek isterdim. Daha
da fazlasını. Ama gördünüz, küçücük bir not defterinden çıka
rabildiklerimiz hemen hemen hiç, demin gözüme çarpan, 'ken
dimi tanıyorum'u da hesaba kattığımız halde ... ' dedi doktor.
Ağzına bir lokma geyik sote attı. Ben pek et yanlısı deği
limdir; keçi peyniri hala ilgimi çekiyordu; ikinci hır için yeme
ğin sonunu bile bekleyemiyord um. Yemeği bitirmek üzere Ani
ta'nın ikram edeceği uçucu şampanyayı da aklımdan çıkarıp at
mış değildim. Havada gittikçe artan ıslak yaprak kokusu vardı.
Yeryüzünde en çok iki bin kişinin tanıdığı kayıp bir yaşlı yaza
ra karşın, bu akşam karşıma çıkan hayat kumarının küçük kü
çük sürprizlerle oldukça renkli seyrettiğini düşünüyordum.
Doktor, içimdeki kıvılcımları bilmeden körükledi. Etini yutup
üstüne bir lokma şarap aldıktan sonra dedi ki:
"İster misiniz, kahvelerimizi bizde içelim. Size iyi bir kon
yak da sunarım, severseniz. Hem de Kamil Hoca'nın evde bı
raktıklarına bir göz atarsınız. Ben hiçbir sonuç çıkaramıyorum,
belki siz çıkarırsınız ... "
Öneriyi memnuniyetle kabul ettim. Zaten haftalardır yapa
yalnız orada burada dolanıp durmaktan bunalmıştım. Bir sez-
110 | {
"page": 110,
"source": "/content/downs/Adalet Aaolu_Romantik Bir Viyana Yaz.pdf"
} |
gi, bu akşamüstü, günbatımında, şurada karşıma dikilip, "Ben
bir romantik'im, ama bunu öğrendiğim yer burası işte, bu ba
rok kent," diyen, beni iliklerime kadar ürperten hayalin büyü
sünün bozulduğunu, tutkunun solduğunu söylüyordu. Hiçbir
şey olmasa, kahve ve konyak iyi haberdi doğrusu. Uykum yok
tu, bu saatte tepenin eteklerindeki kahvelerin dahi çoktan ka
panmış olduğunu biliyordum.
Kruvaze ceket, askılara asılıp yakalan iliklenmiş iki beyaz,
iki renkli gömlek. Renkli dedimse, biri bej, biri gri. Üstünden
ütü geçirilmiş üç kravat, derisi aşınmış bavulu, hepsi gri renkte
çorapları, dize kadar inen donları, limon kolonyası, burunları
yuvarlak, ama pırıl pırıl boyalı biri siyah, öteki kahve iki çift
ayakkabısı. Kitapları, plakları, harita. Ve nedik'ten alınmışa ben
zeyen, bütün eşyalarının arasında hafifçe hovarda duran, ama
Borsalino olmayan fötr şapkası, uzun saplı koyu renk şemsiye
si, yakası aşınmış, temizlikçiden gelme gri gabardin yağmurlu
ğu, cebinde Autriclıe adlı, vişne çürüğü renginde kapağıyla
Fransızca bir kitap. Bir deste iskambil kağıdı, içine bakma cesa
retini ve saygısızlığını gösteremediğim 'Edebiyat Notları' diye
bir dosya, şıpıdık deri terlikleri, körüklü el çantasına özenle
yerleştirilmiş birçok broşür, el ilanı, poster, Venedik ve Viyana
üstüne çeşit çeşit, resimli rehber kitaplar, kent haritaları, kıyı
sında 'Bursa Hatırası' yazılı, çok kullanılmış, fakat mis gibi iki
havlu, çizgili poplinden tertemiz, katlanıp yatağının üstüne bı
rakılmış pijaması, muntazam ·dürülü, kıyıları gri-bej çizgili
mendilleri. Nesrin adında birine yazılmaya başlanmış, gönde
rilmemiş iki de kart. Üstünde Egon Schiele deseni olanının ar
kasına, "Can dostum, bir tanem ... " diye başlanmış, sonu getiril
memişti. Tarih de yoktu. İkinci kart, Klimt'in tablolarından biri
nin, Kürk Yakalı Şapkalı Kadın tablosunun kötü bir kopyesiydi,
arkasına, "Nesrin' ciğim, insan bütün gördüklerine bir de gözle
rini kapayıp öyle bakmalı, ama cesaret ister, değil mi? Sana
ben ... " diye yazılmış, o da orada bırakılmıştı. Bunun üstünde
17 Ağustos tarihi vardı. Tükenmez kalemleri, tırnak makası,
kullanılıp bitmiş ama atılmamış haftalık metro biletleri, iki kon
ser bileti, telefonun yanında, küçük bir kart üstüne, şukadar şi-
111 | {
"page": 111,
"source": "/content/downs/Adalet Aaolu_Romantik Bir Viyana Yaz.pdf"
} |
ling şu konuşma, bukadar şiling buraya şu konuşma, şukadar
dört yurtdışı, diye notlar alınmış, toplam çıkarılmış, karta da
toplamın yuvarlak hesap karşılığı kağıt para iliştirilmiş, kartın
en altına da 'şimdilik' diye minicik bir ekleme yapılmıştı.
Hepsini görmüştüm. Banyoya da girdiğimiz için, ustura
fırça traş takımını, yanında minicik traş tasıyla, temiz, kurulan
mış, bir keçenin üstüne dizili bulmuştum. Bunları görene dek
Kamil Kaya'nın kayboluşunu ciddiye almamış olacağım, inan
mamıştım herhalde, ama keçe üstündekile ri görünce içimde bir
ezilmeyle buna inandım. Banyoda gözüme ikide bir su yeşili
bir çamaşır ipi de çarpıyordu. Bembeyaz, net, geniş banyo oda
sının içinde gözden kaçması olanaksız renkte, pırıl pırıl naylon
bir çamaşır ipi. İlkin, evsahiplerine ait, diye düşünmüştüm.
Doktor Asaf ise, burada önceden bildiği her şeye sonradan ek
lenmiş bu ipi ilk defa farketmiş:
"Bu çamaşır ipini neden satınaldı acaba? Herhalde terasta
çamaşır kuruttu," demişti. "Oysa aşağıda, çamaşırlıkta kurutu
cu makine var. Kimbilir, Kamil Hocam bu, güneşte kurumuş
çamaşır başka olur, demiştir ya da elektrik ziyan etmek isteme
miştir, ben onu bilmez miyim? Ama ipi daha önce farketmemiş
olmam tuhaf ... "
İki katlı bir ev. Ayrıca bodrum katı. Yemek üstüne, in çık, in
çık, yoruldum. İyi bir Calvados vardı, öteki konyaklara tercih
ettim; kahvemin yanında bir yerine iki Calvade yuvarladım.
Terbiyeli ama tedirginlikler, hatta pişmanlıklar içindeki ruh
doktoru okurumun evinden hafif sallanarak ayrılıyordum. Onu
avuttuğum anlaşılıyor; gitmemi hiç istemiyor gibiydi. Yanılmış
olabilirim de.
Çıkarken ona dedim ki:
"Sancınızı, vicdan rahatsızlıklarınızı anlıyorum. Eski öğret
meninize bir vefa borcu ödeyeyim derken, içine düştüğünüz te
dirgin durumu anlıyorum. İnanın, sizin kadar merak içindeyim
doktor. Bir iki gün daha polise bir şey söylemeyin. Onu ben de
arayacağım. Yani, kimbilir, bazı ipuçları ... Durun bakalım, bel
ki... Hem belki, bakarsınız bugün yarın bir haber; hatta bu gece
bir yerden telefon eder belki. Şimdi güzelce yatıp uyuyun. Ya-
112 | {
"page": 112,
"source": "/content/downs/Adalet Aaolu_Romantik Bir Viyana Yaz.pdf"
} |
rın ayrı ayrı bir düşünelim bakalım. Hani, buradaki genç dost
larınızdan birinden biri dönmüşse, bir de ona sorun. Ben de
olasılıkları bir gözden geçireyim. Sonra oturup birlikte bir du
rum değerlend irmesi yaparız. Baktık bu arada kendilerinden
sahiden bir haber yok, baktık izini dahi bulamadık, o zaman ta
bii ... Ama hele durun bakalım, acele etmeyelim ... "
Ses tonum, sanki bir şeyler sezmiş, biliyormuşum, kayıp
hayatın izi üstündeymişim gibi.
Bildiğim, o akşamüstü, günbatımında, barok derken karşı
ma romantik birinin çıkmasıydı. Hayallerim yıkılmıştı. Hika
yem beni terkediyordu. Yıllardır izini sürdüğüm büyü dağılı
yordu. Yapayalnız, umutsuzdum. Geçmişe/ geçmişime tanık bi
rine, terbiyeli bir okura tutunmak istemiş miydim, o alacaka
ranlıkta söyleyemem, ama zar atmıştım, karşıma Doktor Asaf
çıkmıştı. Hayatta rastlantıların önemini görmezden gelemeyiz .
Tutkum dirilmiş, heyecanım tazelenmişti. "Hele durun baka
lım," derken okurum doktorla birlikte kendimi de yatıştırmak
istiyordum, o kadar.
"Yarından sonra tekrar buluşalım mı? Cafe Central'de bu
luşalım isterseniz. Hem belki hocanızla birlikte gelirsiniz. Zaten
size bir şey de göstermek istiyordum. Yalnız, izninizle, şu dos
yaya bir gözataca ğım."
Birden kendimi Hercule Poirot sanarak, doktordan böyle
bir duygu içinde ayrıldım. Gecenin ve ormanın ıssızlığında
büsbütün güçlü hissedilen rüzgarın fısıltıları kulaklarımda,
çoktan uyumuş bahçeli evlerin arasındaki sokakların karanlığı
na karıştım.
Tabii bir kolumun altında 'Tarih Dersleri' defterim, öteki
kolumun altında 'Edebiyat Notları' dosyasıy la.
113 | {
"page": 113,
"source": "/content/downs/Adalet Aaolu_Romantik Bir Viyana Yaz.pdf"
} |
v.
Geçmişin Kokusu
Gördüklerimle işittiklerimin hiçbir anlamı yok. Aslolan
gözlerim kapalıyken yaşadıklarım.
Aynı şey beyninden üstüste, uğultularla geçti. Soluğunu
tuttu, bekledi; uğultuyu içine sindirdi; sonra, derin bir iççekişle
gözlerini açtı.
Park, kanape, dizlerindeki kitap, başının üstünde hışırda
yan kavak yaprakları; hepsi yerli yerinde.
Bakışlarını çevresinde, yaz sabahının gölgelerinde dolaştı
rıyor: Peki, bütün bunlar yok mu, gerçek değil mi? Elime aldı
ğım bu kitap, kitapta anlatılmaya çalışılan hayat gerçek değil
mi? Milena, onun aksayan ayağı bir yalan mı? Alma Mahler'in
peşinde koştuklarını, neredeyse onun birçok erkeğinden biri,
üstelik de en özeli olmaya heveslenmelerim bir yalan mıydı?
Alma'ya tutkumu Clea'nın bozguna uğrahşı, İkinci Viyana Ku
şatması'nın geri püskürtülüşle sonuçlanması gerçek değil mi?
Yunus'un artık olmayışı? Yok mu gerçekten?
Yanıtların hepsi elindeki Fransızca kitapta yazılıymış gibi,
hemen açıyor. Az önce bıraktığı yeri, bölüm sonunu buluyor.
Alışkanlıkla sağ sayfanın altlarındaki son birkaç satırı yeniden
okuyor. Ah canım Milena, artık nekadar yorgun; üstlendiklerini
taşımakta zorlanmaya başladı işte, diyerek sayfayı çeviriyor.
Sol üst baş. Yeni bölümün başı.
İşittiklerimin hiçbir değeri yoktur. Değeri olan yalnızca gördük
lerimdir. Hatta, gözlerim kapalıyken gördüklerim.
114 | {
"page": 114,
"source": "/content/downs/Adalet Aaolu_Romantik Bir Viyana Yaz.pdf"
} |
Kendini tutmasa haykıracakh. Giorgio de Chirico' dan bir
alıntı. Sayfanın üst köşesine italikle dizilmiş. Az önce uğultu
larla benliğine dağılıp yankıyan şeye bukadar yakın bir sözle
karşılaşmak!
Ağzını eliyle kapatıyor. Sahiden haykıracaktı. Yoksa hay
kırmış mıydı? Kapahyor ağzım. Gözlerini de kapatıyor.
Ortaya böyle derin bir yakınlık çıktığı halde, ressamın he
nüz tek tablosunu görmemiş bulunmasından hem büyük utanç
duyuyor, hem de o kadar ıssızlaşmış dünyasına iniveren bu
dost sesle coşuyordu. Utanç duygusuyla kaçmak isterken, kol
larım açıp koşmak, ona sıkı sıkı sarılmak özlemiyle yanıp tutu
şuyor.
İnsan, bilmediğ i birini bukadar özleyebilir mi? Chirico için
burnunun ucunu sızlatacak kadar derin bir özlem duydu. Ama
hiç çaresi yok. Şu an tek tümce ile yetinmesi gerekecek. Mile
na'ya yeniden kolunu uzatıp, onun aksayan ayağına ayak uy
durarak Viyana'da bir de böyle başlattığı gezintiyi sürdürmesi
gerekecek . Ayak uydururken yanılmaması, yanılırsa bunun Mi
lena' dan ileri geldiğini belli etmemesi, özellikle de Chirico'yu
ondan sorma yanlışına düşmemesi ...
Son haftalar biyografiler, monografiler okumaya merak
sardırmıştı. Ama salt, herhangi bir biçimde Viyana'ya bağlı ha
yatların hikayelerini. Milena üstüne yazılmış bu kitapta ise Gi
orgio de Chirico' dan bir alıntıya rastlayacağı, bunun da kendi
iç uğultusuna bukadar denk düşeceği nereden aklına gelirdi?
Acaba o satırlar daha önce, sayfaları çevirirken gözüne mi çarp
mışh? Ancak, ne kadar merak ederse etsin, bir kitabı okurken,
sırası gelmedikçe bir alt paragrafa bile atlamamaya büyük özen
gösterirdi. Üstelik kaldığı yer, bir önceki sayfad aydı. Yine debi
linmez ki. Göz, herhangi bir fırsatta bu bölümün başındak i
alıntının fotoğrafını çekmiş, negatifi bilinçaltındaki depoda sak
lamış olabilirdi. Öyle olduysa bile, gözleri kapılıyken benliğini
sarsarak su yüzüne çıkan şey , kendi hayatının içinden uğulda
dı, ressamınkinden değil.
Okumaya koyuldu: Yıl bin dokuz yüz yirmi altı. Kafka'mn
iki yıl önceki kaybını iniltiyle, içine kapanarak değil, özümseye
rek karşılayan Milena, artık kesinlikle Viyana'yı bırakmış,
l15 | {
"page": 115,
"source": "/content/downs/Adalet Aaolu_Romantik Bir Viyana Yaz.pdf"
} |
Prag' a dönmüştür. Ernest' den boşanmı şhr, ama trenden yanın
da tuhaf bir adamla inmektedir. Tabii, babasına göre tuhaf
adamlar bunlar. Gerçi, Milena'nın Viyana yıllarında bu kent ga
rip garip insanlarla doluydu. Nerden gelmişler , nereye gidiyor
lar, geçmişleri nedir, bilinemeyen, bu nedenle de her şeyden ön
ce gazeteci olan Milena'ya çok çekici gelen insanlar ... Milena ...
"Milena mı? Aman hoca siz de Allahaşkına? Bülent, Kaf
ka'nın onu ancak işine yaradığı kadar ciddiye aldığını söylüyor.
İşi bitince de, sanki yücegönüllülükmüş gibi, hastalık bulaştırı
rım bahanesiyle başından atıvermiş! Zaten ilişkileri öyle, abartıl
dığı kadar derin ve uzun değilmiş. Milena da erkek ve şöhret
delisi olmasa, niye o kadar yükünü çeksin o mızmız adamın, di
yor Bülent. Şu beni götürüp gezdirdiğiniz ... neydi adı, ha, Yaşa
mak, öyle ya, Yaşamak adındaki sergi de çok saçma doğrusu. Ne
o öyle? Disneyland' de Milena'nın ruhu dolanıyor sanki..."
Yetmiyor; küsmüş bir çocuk gibi dudağı kıvrılıyor:
"Kafka'ya tabii ki hayranım, ama bu ticaret..."
diyor, susuyordu.
Yine Yunus. Başka kim olabilir? Onun sesiydi bu. Hala
günlerinin, sayfalarına sığındığı Milena kitabının içine dalıy or,
gitgide açık bir gaddarlık edinmiş gülümseyişi yine üstüne ba
şına, dahası ruhuna, evet ruhuna zehirli tozlar gibi serpiliyor
du. Zehir, ne zehri olmalı? Nereden, nasıl bulmalı? Emma'ya
mı sormalı? Bulunca ne yapmalı, şarabına mı katmalı, sabahle
yin kahvesine mi, o kadar beklemeli mi, gitti sanırken, her şey
çok doğalmış haliyle çıkıp gelirse, henüz zehir de tedarik edil
memişken İkinci Selim'i boğdulardı da, ip de olabilir, var mı ip,
dolaplara bak bakalım belki markette zaten çamaşır için her za
man lazım olabilir bıçakla yapan var bir de tabancayla zehiri
Emma eczacıdan alırken eczacı sanki bilmiyordu da hemen an
laşılır çamaşır ipi nerden anlaşılacak çünkü insan işittikleriyle
gördüklerini gördükleriyle işittiklerini ve ruhunu saran dalga
larla birlikte ...
Başını silkeliyor; kapalı gözleri ardında beliren, belirmesiy
le ruhunu ele geçirmeye kalkışan her şeyi kovalıyor, çünkü ne
olsa, "Böyle kendimi daha iyi görüyorum," derken hesapta
bunlar yoktu. Yunus'u Milena sergisine götürdüğüne üzülmüş-
ll6 | {
"page": 116,
"source": "/content/downs/Adalet Aaolu_Romantik Bir Viyana Yaz.pdf"
} |
tü, o kadar. Gözlerini açması gerekmiyor işte: İşte, her şeyi böy
le daha iyi görüyorum. Çağları, imparatorlukları, Haçlı Seferle
rini, kuşatılan kentleri, insan ruhlarını, alınan kaleleri, yıkılan
kuleleri, kurulan cumhuriyetl eri... Kafka'yı da daha iyi görüyo
rum, Milena'yı da. Garları, taşra istasyonlarını, vilayetleri, par
çalanışları, dağılışları, bozgunları, kendimi daha iyi görüyo
rum.
Kruvaze ceketi, pantalonu çoktan bırakmış, bacaklarını
şorta, ayaklarını beş parmağı da açıkta bırakan geniş yüzlü san
dallara alıştırmış, ama bu haldeki kendine hala pek alışamamış;
öyle, küçük parktaki birkaç banktan birinde oturmaktadır. Başı
nın üstünde, yanında yöresindeki kavakların, kestane ağaçları
nın, palamut meşelerinin yaprakları hışırdıyor, ortalığı kuşluk
vaktinin hareketli gölgeleri kaplıyordu. Temmuz' da başlayan
bunaltıcı günler, Ağustos sonları geldiği halde, hep aynı bun
gunlukla sürmekte. Viyana' da koca bir yaz. Yorucu yaz. Hayal
ler, heyecanlar , soyluluk ve düşkünlükler, zaferler ve bozgun
luklar yazı. Romantik yaz.
Ayaklarının ucuna 'tık' diye bir şey düşüyor; gözlerini açı
yor. Bir meşe palamutu. Eğilip alıyor. Esmer, tırtıklı, hafif. Bir
sincap yavrusu, kızıl kahve, uzun kuyruğunu sürükleyerek
önünden geçiyor.
"Bak, meşe palamutu ... "
''Yaa, öyle mi?"
Artık Yunus'un, olsa ne olur, olmasa ne olur'a gelen sesi mi,
yoksa, yanılıyorsunuz hoca, meşe palamutu değil bu, demeye
getireceği gizli alaylarla yüklü gülümsemesi mi, şu adamın di
yecek ya da gösterecek daha ilginç numaraları yok mudur Alla
haşkına'ya gelen cansıkıntılı kaş kaldırışı mı yine, hangisi?
Ormandan senin için getirdim; henüz dalından düşmemiş
ti, fakat kapçık tel tel ayrılmış, düşmeye hazırdı, kayan bir yıl
dız gibi, bak. .. diye de sürdürecekti, sürdürememişti . O ses to
nu, o gülümseyiş, o kaş kaldırış, o Bülent, birlikte yaşadıkları
her zamanın içine tek bilirkişi olarak çıkıp gelen ...
Yunus, masanın üstüne, önüne konan palamutları eliyle bir
yana itiyor, uzun uzun esniyor, sözcükler ağzından lütfen dö
külüyor:
117 | {
"page": 117,
"source": "/content/downs/Adalet Aaolu_Romantik Bir Viyana Yaz.pdf"
} |
"Sigaram da bitmiş," diyordu, birini suçlarcasına.
Sigara içen kendisiydi, palamutu dalından alırken onu dü
şünmüş bulunan hocası değil: Sonra, ne demişti? Derin bir öz
lemle, "Keşke Bülent burda olsaydı!" dememiş miydi? Bir kü
vet su, insanı nekadar zamanda boğar? Bodrum katı yakında
kokar tabi gözler hep öyle açık mı kalacak patlak patlak kendi
liğinden örtülmeyecek mi acaba? Geniş yüzlü sandalların da
epeyce eskimiş. Eee, o kadar yürürsen, azgın mart kedileri gibi
bir Alma'nın ardında, bir Benediktin Papazının ardında, bir im
parator, bir Clea, derken Kont Montecuccoli, Yunus ve Gropius,
yetmedi Milena ve bütün tren istasyonları, havaalanları ardın
da o kadar koşarsan olacağı budur? Alma'yı Münih'e giden
trende bile yakalamaya çalıştıydın, unuttun mu? İşte sandalla
rın eskimiş, fakat besbelli, günler daha yeterince eskimemiş ...
Yüzünü, ağaçların arasından kızılımsı sarımsı pırıldayarak
yükselen güneşe doğru çeviriyor. Gözleri sulanmış. Siliyor. Ke
narları gri çizgili beyaz mendili tertemiz.
Ayaklarının ucuna düşen o tek palamut, hala öyle, par
maklarının arasında durmaktadır . Fırlatıp atsa, birinin canı ya
nacakmış gibi. O ara bir de yaprak düşüyor dizine. Yaprağı sağ
avucunun ayasında tutuyor, bakıyor. Sık düşen yapraklardan
biri. Sararmadan düşüyorlar. Yoksa, yazın sonu geldiği için de
ğil. Yürek biçimi, ince damarlı, tırtıklı kenarları beyaza yakın
yeşil renkte bir yaprak. Üstünde hala taşıdığı sabah serinliğin
den ötürü palamuta Faruk, diyor; inceliğinden, hemen hemen
saydamlığından ötürü de yaprağa, Nur.
Eski öğrencisi Asaf, evini kendisine bırakırken, onu bura
daki bu iki genç dostuna emanet etmişti. Onlara:
"Hocamı yalnız bırakmayın, sık sık yoklayın haa ... "
demişti.
İlk haftalar onların ilgileri zaman zaman fazla bile gelmişti.
Özgür olmalıydı, özgür, özgür ... Kimseye verecek hiçbir hesabı
olmamalı, yalnız Alma'yı düşünmeli, onu kovalamalı, bu ken
tin her köşe bucağını onun yanıbaşında tanımalıyd ı. Ah, Ope
ra' da, locada Strauss'ları atlatıp yanyana oturmadılar , Mah
ler'in Altıncı Senfonisi'ni birlikte dinlemediler mi? Ama tabii
bit; yanda, bitişik locadaki dırdırcı bayan Strauss, öte yanda Ka-
118 | {
"page": 118,
"source": "/content/downs/Adalet Aaolu_Romantik Bir Viyana Yaz.pdf"
} |